Türkiye 2017'yi eğitim alanında yapılan büyük değişikliklerle geride bırakıyor. Lise ve üniversitelere giriş sınavları ile müfredat içeriklerinde yapılan yenilikler, bunların başında geldi.
Eylül ayında TEOG (Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş Sistemi) kaldırılarak, sadece seçici liselere sınavla girilen 'mahalli yerleştirme' sistemine geçildi. Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) ile Lisans Yerleştirme Sınavı'nın (LYS) yerineyse, puanlama sistemi ve oturumlarda değişiklik öngören Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) getirildi.
Başlıca gündem maddesi ise, uluslararası eğitim değerlendirme testi PISA'da alınan sonuçlardı. 2015 yılı PISA sonuçlarında Türkiye, 70 ülke içinde fende 52'inci, matematikte 49'uncu,okumada 50'inci sırada yer aldı. 2003'teki seviyesinin de gerisine düştü.
Geçen ay Habertürk'e konuşan PISA Direktörü Andreas Schleicher, "Öğrettikleriniz artık gereksiz; ezberde iyi, yaratıcılıkta kötüsünüz" dedi. Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı Yusuf Tekin ise,"Ezber geleneğimizde önemli bir öğrenme yöntemidir" diye yanıt verdi, 'Batılı normlarla' sisteme yaklaşılmasını eleştirdi.
Peki Türkiye'nin eğitimde geldiği nokta dışarıdan nasıl görülüyor?
PISA Direktörü Andreas Schleicher ile eğitimin son yılını konuştuk.
PISA Direktörü Andreas Schleicher, "Mahalli sisteme geçtiğinizde bu otomatik olarak eğitimde eşitliği sağlamayacak. Türkiye'de hükümet en zor, en dezavantajlı okullara en iyi öğretmenleri yollamalı" diyor.
TÜRKİYE'NİN EĞİTİMDE GELDİĞİ DURUM DIŞARIDAN NASIL GÖRÜLÜYOR?
Ülkenizde farklı sosyal çevrelerden gelen çocukların eğitime erişiminde, özellikle 14-15 yaş grubunda önemli ilerleme sağlandı. Türkiye'nin 2000 - 2015 yılları arasındaki okullaşma oranını artırdığını görüyoruz.
Öte yandan aslolan, eğitimde yakalanmak istenen kalitenin hayata geçirilmesi. Türkiye'de öğrenciler 'Metadatayı', yani bilgi hakkındaki bilgileri öğrenerek çoklu sınavlarda başarıyı hedeflemeye alışık. Ama kalıpların dışına çıkarak bilgiyi pratiğe geçirerek hayatın gerçekliğinde uygulayabilmeyi öğrenmek, eğitimde asıl hedef olmalı.
BUNUN SIRRI NEDİR?
Gerçek hayatta karşılaştığımız sorunlar, matematik, fen ve felsefe gibi alanlardan doğuyor.Öğrencilerin ilk görevi, bunu fark etmek ve bilgiyi yorumlayarakgünlük hayatla bağlantı kurabilmek olmalı. Modern dünyada artık ne bildiğinizin önemi yok. Ne yapabildiğiniz önemli.
Örneğin hızlandığımda aracı durdurabilmek için hangi sistemlere ihtiyacım olduğunu bilmeliyim. Türkiye'de öğrenciler formül ve denklemleri biliyorlar ama bunların nasıl işe yarayacağı, yaşamlarıyla nasıl bağlantılı olabilecekleri üzerine fikir yürütemiyorlar.Kimse günlük hayatta "geometri" ya da "cebir" gibi bir sorunla karşılaşmıyor.Türkiye'nin PISA sonuçlarında gördüğümüz temel eksiklik de buydu.
PEKİ BUNLARI YAPABİLMEK NEDEN ÖNEMLİ?
Modern dünya, bilişsel, sosyal ve duygusal kaynaklarınızı nasıl kullandığınıza göre sizi ödüllendiriyor. Google zaten her şeyi biliyor. Okulda öğrendiğiniz birçok şeyi akıllı telefonunuz yapıyor zaten. Hedef, akıllı telefon kadar akıllı olmak değil ama insan doğasının farklı yeteneklerini kullanabilmek.
Bunlar kolaylıkla öğretip, test edebileceğinizi bildiğiniz bazı konular, aynı zamanda kolayca dijital hale getirebileceğiniz şeyler.
Bilginin inşa süreci değişti. Çok basit bir örnek vereyim: Okur yazarlık.
50 yıl önce bilgisayarlarımız yoktu ve bir soruyu cevaplamak için gidip ansiklopediye bakıyorduk. Yanıtın doğru olduğundan da emin olabiliyorduk. Bugün Google'a sorduğunuzda yüzlerce yanıt ekrana geliyor ve kimse size hangisinin doğru ya da gerçek olduğunu söylemiyor.
Türkiye'de Temel Eğitimden Ortaöğretime Geçiş (TEOG) sınavının yerine adrese dayalı "sınavsız yerleştirme sistemine" geçildi.Siz daha önceki röportajınızda Türkiye'deki okullar arasında eğitim kalitelerindeki farklılıkların rolünü vurguladınız. PISA'nın endişeleri nelerdir?
Sisteminizde eğitimde en iyi ve parlak öğrencilerin en iyi okullara gitmesini hedefliyorsunuz. Ama eşitlik meselesi bundan bağımsız değil. Tüm öğrencilerin potansiyelini fark edebileceği bir sistem inşa etmelisiniz. Çocukların sadece mahallelerindeki okullara gitmesine izin verirseniz, bu tabakalaşmayı engelleyebilir.
Ama mahalli sisteme geçtiğinizde bu, otomatik olarak eğitimde eşitliği sağlamayacaktır. Türkiye hükümetine asıl bundan sonra iş düşüyor. Her okulun iyi kalitede olması gerekir.
Eğer yoksul bir aileden geliyorsanız , hayatta tek bir şansınız var o da iyi bir okula gidebilmek. İkinci bir şansınız olmayacak. Bu yüzden de eve en yakın okulun, en iyi okul olmasını sağlamak gerekiyor.
Yoksul mahallelerde yaşayanlar bu sistemde yeterince iyi olmasa bile, kendilerini buradaki okullara teslim etmek zorunda bırakılır. Durumu daha iyi olanlar ise özel okullara kendilerini atar.
Çin örneğini ele alalım. Çin'de en yoksul mahallelerde, en iyi öğretmenler ve en iyi eğitim olanaklarının olması için yoğun çaba sarf ediliyor.
Ama okulların kaliteleri arasındaki farklılıkları kısa sürede gidermek çok zor. Türkiye'nin ilk aşamada atabileceği en iyi adım ne olurdu?
Okulun kalitesi, öğretmenlerinin kalitesinden gelir. Formül basit: Kaliteli öğretmenleri cezbetmez, geliştirmez ve elinizde tutamazsanız, kaliteli eğitimi sağlayamazsınız. Ama bu sadece hangi öğretmenleri seçtiğinizle ilgili değil.
Aslında Türkiye'nin öğretmen işe alım mekanizmaların iyi olduğunu düşünüyorum.Bundan sonrası için iş, işe alınan öğretmenleri geliştirmeye düşüyor. Öğretmenin kendisi öğrenmeye devam etmeli, aynı zamanda meslektaşlarıyla ilişkilerini geliştirebilmeli. Bana göre, Türkiye'de yapılması gereken, öğretmenlerinmeslektaşlarının araştırma projelerinde yer alabileceği, onları gözlemleyebileceği, öğrencileriyle ekip çalışmaları yapabileceği alanlar yaratmak.
Belki çok hızlı bir çözüm değil, ama tek çözüm bu.
Milli Eğitim Bakanlığı kısa süre önce, performans ölçümünün odakta olduğu, sözleşmeli ve mülakatlı öğretmen alımına dayalı bir Öğretmen Strateji Belgesi yayımladı. Öğretmenlerin kişisel ve mesleki gelişimini sürekli kılma hedefi olumlu karşılanırken, bazı eğitimciler bunun 'performans dayatmasına' neden olacağını belirtiyor. Siz nasıl yorumluyorsunuz?
Aslında bu doğru bir yol haritası. Eğitimde kariyer ayrımını bir şekilde sağlayabilmelisiniz.
Her öğretmenin aynı işi yaptığı, aynı kariyer basamaklarından geçtiği, sadece yaşlanınca maaşının arttığı bir yaklaşım, öğretmenleri gerçekten fabrika işçilerine dönüştürecektir. Eğitimde profesyonelliği hedefliyorsanız, her öğretmenin farklı güçleri ve zayıflıkları, mesleğe farklı katkıları olacağını da hesaba katmalısınız. Bu, bürokratik bir süreçten ibaret olursa ve hayata geçmezse, eğitim alanındaki aynı yaklaşımlar baki kalır, 360 derece geri dönersiniz. Oysa böyle bir adım, değişim için iyi bir fırsat.
Sınav sistemindeki değişikliklere dönelim. Milli Eğitim Bakanlığı'nın argümanı şu: Sınav odaklı sistemden kaçınmak için sistemi değiştiriyoruz. Ama siz değişiklikleri yeterli görmüyorsunuz diye anlıyorum. Sorun nerede?
Öncelikle ben sınavlara karşı değilim. Asıl sorun, Türkiye'deki sınavların dar bir yaklaşımı olması. Çoklu sınav sistemi varken, uygulamaya baktığınızda öğretmenler iyi öğretmek için değil, öğrencileri sınavlara hazırlamak için sınıftalardı. Bu da pek yardımcı olmuyordu.
Bence Türkiye'nin öğrenci performansına bakışında değişiklik getirmesi önemli ama dönüp dolaşıp eşitlik meselesine geliyoruz. Öğretmenlerin sosyoekonomik ya da cinsiyete dayalı önyargılarla değerlendirme yaptığı araştırmalarla belgelendi. Bu, Türkiye'de ve dünyadaki birçok ülkede böyle. Sınavlar da size bir şeyler anlatabilir.
Ama aslında mahalli yerleştirmeden tutun sınav sistemine, tüm soruları ortadan kaldıracak tek çözüm var: Eşitlik.
Her okul farklı kalitelere sahip olmamalı, aileler çocuklarını doğru okula yollama kaygısı yaşamamalı. Eğitim politikaları, tüm okulların iyi kaliteye sahip olmasını sağlamalı.
Finlandiya'daki eğitim sisteminin muhteşem olmasının nedeni, ortalamaların yüksekliği değil. Tüm okulların başarılı olabilmesi… Hükümet de en zor, en dezavantajlı okullara en iyi öğretmenleri yollamalı. Öğrencilerin seçimi ve ölçümüne büyük maddi kaynak ve zaman ayırıyoruz. Ama eşitliği sağlayabilirseniz, tüm bunlar mesele olmaktan çıkacak.
2017'de Türkiye müfredat değişiklikleriyle gündeme geldi. Yeni eğitim programına 'cihat' kavramı getirilirken, 'evrim' ifadesinin çıkarılması çok tartışıldı. MEB ise bu programın bir 'değerler eğitimine' dayandığını vurguladı. Bu yaklaşımı değerlendiriyorsunuz?
Bunun çok önemli bir değişiklik olduğunu düşünüyorum. Yıllarca ailemiz ve öğretmenlerimiz bize neyin doğru ya da yanlış, iyi ya da kötü olduğunu öğretti. Artık öğrenciler çok daha karmaşık, belirsiz ve değişken, yeni bir dünyanın içinde hareket etmek zorunda.
Yine onlara pusula olabilecek bir çeşit değerler sistemi olmalı. Birçok ülkede de bunun benzerlerini görüyoruz. Türkiye'de müfredat değişikliklerinin iyi bir yolda olduğunu düşünüyoruz ama Türkiye'de kağıt üzerindekiyle hayata geçen uygulamalar arasında önemli farklar olduğunu da görüyoruz.
Örneğin Türkiye'deki müfredat öğrencilerin sosyal becerilerini geliştirmeyi öne çıkarıyor ama PISA sonuçlarına baktığımızda, Türkiye'de eğitimde yaşanan en büyük eksikliğin sosyal beceriler olduğu görülüyor.
Türkiye matematik ve fende yeterli değil belki ama sosyal becerilerdeki durumu daha kötü.
Önemli olan, öğretmenleri eğitimsel uygulamalar, yöntemler ve müfredatla ilgili süreçlerin, aynı zamanda çözümün bir parçası yapmak. Onları yaptığınız değişiklikleri sınıfta pratiğe geçirmeye zorlayamazsınız. Yoksa uygulamaya geçirilmelerinde size yardımcı olamazlar. Türkiye'nin müfredat değişikliğinin iyi bir adım olduğunu düşünüyorum. Şimdi ikinci adım, bu değişimleri sahiplenmek olmalı.