Elnaz Pirayesh’in adını bir güzellik yarışmasında duyduk. İranlı olması bir yana, tesettürünün ardından mayo giymesi çok konuşulmuştu. İnternette Hayali Sevişmeler diye bir kitap da yazdı İranlı güzel. Ancak, 11 ay önce kendini yabancılar koğuşunda buldu.
Koğuş ona pek yaramamış. İçeride tam 14 kilo almış. Karşımda oturuyor ama, suçsuz olduğu kanıtlanmamış güzel gözlü İranlının. Mankenlik, arkeologluk tamam da, Türkiye’de uyuşturucu satıcılarıyla aynı hücrede 11 ay kalacağı aklının ucundan geçmemiş. “Peki şimdi Türk vatandaşısın ama İranlısın. Kendini nereli hissediyorsun” diye soruyorum. “Hem İranlı hem Türk” diyor.
-Türkiye macerası nasıl başladı?
Babam Yıldız Sarayı’nın restorasyonunu yapıyordu. İşleri çok yoğundu, 1998’de ailecek yanına geldik. Ben Sultanahmet’teki İran kolejinde okurken ablamla ağabeyim babama yardım ediyordu. Yahudi havralarının yüzde 90’ını babam restore etmiştir. Ablam havralardan birinde bir Yahudi’ye aşık olup evlendi. İsrail’de yaşıyor. Yahudiler kız almaz ya; çocuğun ailesi istemedi ama aşk galip geldi. Ağabeyim de bir Türk’le evlenip Ankara’ya gitti. O sırada babam kanser oldu. Annem emekli subay olduğu için, askeri hastaneden yararlanmak için babamı İran’a götürdü. Ben vatandaşlık alıp Türkiye’de kaldım.
- Tek başınıza mı?
Arada gelip gidiyorlardı. Başak Gürsoy mankenlikajansına girdim. Bu arada İstanbul Üniversitesi Klasik Arkeoloji Bölümü’nü bitirdim. 2003’te Marmaris’te yapılan Miss Pearl of the World yarışmasına İran adına katılmaya karar verdim. 40 bin İranlı internet üzerinden bu yarışmaya katılmak için başvurdu, ben hepsini eledim. Ama yarışmada gördüm ki kimin eli kimin cebinde belli değil. Geceleri kimse kendi odasında yatmıyordu, öyle söyleyeyim. Birinci gözüyle bakılırken dereceye giremedim. Jüri üyesi Gönül Yazar bile delirdi; “Yedirmem o kızın hakkını” diye... Amayarışmanın tek kazananı ben oldum.
- Neden?
Geleneksel kıyafet defilesi vardı. Ben de çarşafla çıktım podyuma. Hemen arkasından mayolu geçiş vardı. Bençarşafı çıkardım, mayoyla kaldım. Olay oldu...
- Parmaklıklar ardına ilk gidişinizi hatırlıyor musunuz?
“Bağcıklı, topuklu giyme” dediler. Kışın ortasında babetle çıktım evden. O kapıların arkamdan kapandığı anı hiç unutamam. Evde kedimi bırakıp çıkmışım...
- İran kedisi mi?
Yok Tekir. Türkiye’ye geldiğimden beri benimleydi. İlk kez ayrıldık. Annem onu İran’a götürdü ben içerideyken. Şimdiağabeyimin İran kedileri bende.
- Cezaevi kaybettirdiklerinin yanında bir şeyler de kattı mı size?
İnsanlara güvenmemeyi, herkesi kendim gibi zannetmemeyi öğrendim. “Merhaba” dediğimin GBT’sini soracağım bundan sonra. Ama bir yandan da, “İyi ki başıma gelmiş, bundan sonra daha dikkatli bir insan olacağım” diyorum.
Yabancılar koğuşunu anlatır mısınız biraz?
28 kişiydik. Tıka basa doluydu. Ukraynalı, Rus, İranlı, Fransız, Türkmen, İngiliz, İskoç vardı. Şu internette tanıştığı Türk fotoğrafçıyı öldüren Parisa’yla aynı koğuştaydım. Ama daha çok uyuşturucu suçlusu vardı. 1000 dolar için uyuşturucu taşırken yakalanan var. Türkiye’de yaşayan bir Afrikalı işin başıymış. Kadınlar 10 yıl ceza yiyor, adam dışarıda. Azeriler fuhuştan içerideydi daha çok. AIDS’li, çocuğu olan biri vardı. Kadın koğuşunda affedilmeyen tek suçlu, çocuk katili olanlardı, o da bizde yoktu. En yakın arkadaşım çoğu Ukraynalı gibi uyuşturucudan yakalanan Olena Meskova idi. O da benden iki hafta önce çıktı. Röportaj bitince buluşacağız.
- Saç saça baş başa kavga çıkıyor muydu?
İki kez disipline gidersen cezan bir yıl uzuyor. O yüzden sakindi insanlar. Zencilerin koğuşunda çok kavga çıkardı. 20 - 30 kişi aynı kültürdense onları aynı koğuşa koyuyorlar. Çingenelerin koğuşunda da çok kavga çıkıyordu. Onlar ilginç; hala, teyze, anneanne birlikte yatıyorlar. Bir ay içeride, iki ay dışarıda...
- Cinsel ilişkiler ne düzeydeydi? Lezbiyen var mıydı koğuşta?
Dünyanın bütün cezaevlerinde ayda bir, odada yalnız görüşebiliyorsun ama burada yok. Bu çok kötü. Lezbiyen vardı. Türkmenlerde oluyordu daha çok. Bir çift vardı karı-koca gibi, sürekli kıskançlık kavgası çıkıyordu; “Ona niye baktın, niye konuştun” diye...
Bir gün ‘zurna’ diye bir kanala girdim. Eskiden “Selam, adın ne” diye başlardı sohbetler, baktım ki artık ilk soru “İç çamaşırın ne renk?” Yayıncı arkadaşımı arayıp “Haydi bu diyalogları kitap yapalım” dedim. Çok kalındı ama bir kısmına izin verilmedi. Basın, ben yazdıktan sonra epey üzerine gitti olayın. Kitap işine devam edeceğim. Yabancı koğuşunda malzemeden bol bir şey yok. Bir roman yazacağım, o karakterleri de içine koyacağım. Kendimi yazmayacağım.
Kurtlar Vadisi Irak’ın galasına gittim. Başladılar; aşk yaşıyor muşuz, Kurtlar Vadisi aslında İran’mış... Necati Şaşmaz da açıklama yapmış; “Hanımefendi kitabı için reklam yapıyor herhalde” diye. Tanımam, etmem. Reklam yapacak olsam 1.65’lik Polat’la yapmam, 1.82 boyum var benim. Elinde tesbih, kabadayı... O dizide sevgilisi olmam için teklif geldi ama kabul etmedim.
Habertürk