Akil İnsanlar Marmara Bölgesi Heyeti Bursa'da temaslarını sürdürüyor. Önceki akşam Merinos Atatürk Kongre Merkezi'nde sivil toplum kuruluşu temsilcileri ile bir araya gelen heyet, sabah saatlerinde Hilton Otel'de basın toplantısı düzenledi. Toplantıya Hayrettin Karaman, Mustafa Armağan ve Levent Korkut katıldı. Prof. Dr. Hayrettin Karaman 150 yıldan beri demokrasi sancısı yaşayan Türkiye’nin bu sorunu aştığında daha huzurlu olacağını söyledi. Karaman,"Kavga ortamında bir şeyi konuşamazsanız. Dağda insan varsa, sizin askeriniz de her gün onları bertaraf etmek için savaşıyorsa, iki taraftan da insanlar ölüyor, insanlar ağlaşıyorsa, burada barış olsun diyemezsiniz. İntikam olsun dersiniz. Orada çözüm olmaz." diye konuştu.
Heyet adına açıklama yapan Levent Korkut, gittikleri yerlerde farklı kesimlerin görüşlerini alarak raporlarına yansıtmak istediklerini dile getirdi. Diyalog oluşturmak istediklerine işaret eden Korkut, sohbet havasındaki toplantılarla yüz yüze konuşma alışkanlığını geliştirmek istediklerini anlattı. Korkut, “Edindiğimiz tecrübeler gösteriyor ki, toplumsal kesimler sıklıkla bir araya gelip yüz yüze konuşmuyorlar. Bunun çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Amaçlarımızdan birisi de ortaklaşmayı, birlikte konuşmayı sağlayabilmek. Buna olarak sağlayacak ziyaretler yapmaya çalışıyoruz. Farklı gruplarla, farklı insanlarla bu ziyaretleri yapıyoruz.”
Türkiye’nin birinci sorunu üzerine görüşmeler yaptıklarını kaydeden Levent Korkut, şöyle konuştu: “30 yıldır süren ve zaman zaman doruk yapan 40 bine yakın insanın kaybedildiği, toplumda travmalara neden olan bir meseledir ele aldığımız. Toplumu dertlere gömen, öfkeleri artıran bir konuda faaliyet göstermek oldukça güç. Bizim amacımız bu barışı sağlayacak zemini oluşturmaya katkıda bulunmak. 63 kişilik Akil İnsanlar Heyeti'nin bütünü zannediyorum bu hedefe odaklanmıştır. Aralarında görüş ayrılıkları olsa dahi. Hedefimiz, barışı oluşturacak zemine katkıda bulunmaktır. Biz siyasetçi değiliz, bizim oy kaygımız, meşhur olma arzumuz, ya da siyasetçilerin sahip olduğu kaygılar bizde yok. Bizim temel hedefimiz bütün çıplaklığı ile toplumdaki görüşleri öğrenebilmek ve birlikte tartışabilmek.”
Gittikleri yerlerdeki tepkileri olağan karşıladıklarını ifade eden Korkut, “Bu diyalog çok zor bir süreç. Ama her zor süreçte olduğu gibi bunda da yeni bir dile yeni bir anlayışa ihtiyacımız var. Çatışmacı bir dilden uzaklaşan, sorunların tartışabildiği barışçıl bir dil bu sürecin en önemli unsuru olacaktır. Dünyadaki benzer örneklere bakıldığında, bu tür süreçlerin başarılı olabilmesi için güçlü bir iradenin olması, sorunun taraflarının sorunu çözme konusunda katkıda bulunması ve halkın desteği. Biz siyasi irade ilgilenmiyoruz. Biz halkın desteği ile ilgileniyoruz.” diye konuştu.
Halkın istemediği barış sürecinin başarıya ulaşamayacağına vurgu yapan Korkut, şöyle devam etti: “Şundan herkes emin olsun, dünyanın hiçbir yerinde halkın istemediği bir barış süreci başarıya ulaşmamıştır. Türkiye'de de halk arzu ediyorsa, halk ona onay veriyorsa mümkün olacaktır. Halkın iradesinin olmadığı bir barış sürecinin kesinlikle gerçekleşmeyeceğini söyleyebiliriz. Bir takım görüşler, uluslar arası ilişkiler veya iç siyasetten hareketle, sürecin devamıyla ilgili görüşler üretiyorlar. Halk bunların hepsini izliyor. Sonuçta kararını verecek. Bugün için bu karar oldukça destekleyici nitelikte. Yine halkın iradesi ile bu barış süreci yoluna devam edecek. Kimse halktan bağımsız bir barış sürecini devam ettiremez. Türkiye'nin bütününü dinlemeden, Türkiye'nin bütünlüğünü savunamayız. Türkiye'nin bütünlüğünü savunuyorsak eğer, bunun içindeki bütün kesimleri dinmeyip ihtiyaçları tespit etmemiz gerekir. Toplum neye ihtiyaç duyuyor, buradan hareketle ancak çözüm üretilebilir.”
Toplantıların bir kısmında gerilim yaşadığını hatırlatan Korkut, “Ama gördük ki öfkeler yatışıyor ve bir süre sonra insanlar konuşmaya başlıyor. Yine kızgınlar ama karşısındakini dinleme alışkanlığı ediniyorlar. Bu bizim toplumumuz için çok önemli. Birbirimizi dinleyebilirsek, demokratik ortamda var olabiliriz. Sorunun toplumun içini kemiren bir sorun olduğunu kabul etmemiz lazım. Bu çatışma sona ermeden özlediğimiz geleceğin Türkiye için son olmadığını bir olgunlukla görmeliyiz. Dünyada istikrarını korumuş, barışı sağlamış hiçbir ülke bölünmez. Böyle bir örnek yok dünyada. Tam tersine çatışma ortamı ülkeyi böler. Buna sonuçta yine halk karar verecektir. Halkın karar vermeyeceği bir süreç başarılı olamaz. Halkın sağduyusundan emin olmak zorundayız.”
Türkiye'nin acilen bu sorunu çözmeye ihtiyacının bulunduğunun altını çizen Levent Korkut, şunları kaydetti: “Türkiye silahlar susalı 90'ıncı gününü geçti, bunun sürmesini arzu ediyoruz. Bu sürecin, silahların susma boyutu itibariyle devam edeceğini ifade ediyor. Görünüş itibariyle silahsızlanma sürecini bu destekler nitelikte. İleri sürülen 6 koşulun siyasi olmaması önemli. Teknik boyutu olduğu izlenimi var. Konuların tartışılmasını siyasi zemine kaydıran bir yaklaşım. Çözüm sürecinin desteklendiğini görüyoruz bu açıklama ile. Dünyada literatüre baktığınız zaman üç aşamayı görüyoruz, ilk aşama silahsızlanma, ikinci aşama mobil güçlerin noktalarını bırakması aşaması. Üçüncü aşama ise sosyal entegrasyon aşaması. Bu çok uzun yıllar sürebilir. Endişemiz yok, çünkü biz bu misyonu üstlendiğimizde bunun çok zorlu olacağını biliyorduk. Gerilimler olduğunda üzülüyoruz ama bu hiçbir zaman bizi bu işi zevkle yapmamıza engel olmuyor. Mümkün olduğu kadar STK'ları farklı guruplardan oluşturuyoruz. Bursa gibi büyük şehirlere iki üç ziyaret düşünüyoruz. Tek bir arzumuz var, öfkelenebiliriz, lüzumsuz yere polisin şiddet kullanmasına da karşıyız.”
Gelinen sürecin 1999’dan beri atılan adımların bir sonucu olduğunu vurgulayan Korkut, sözlerini şöyle tamamladı: “Bu birden bire olmuş bir olay değil. 1999'dan beri zaman zaman bu sinyaller verildi. Tek taraflı ateşkesler verildi. Ama Türkiye bu sorunu devlet olarak çözmeye hazır değildi. Siyasi gelişmeler, AK Parti hükümetinin ilk yılları ve daha sonraki yıllar bu fırsatları engelledi. Bu son durum 4. ya da 5. görüşmeler şeklinde literatüre geçiyor. Bu birden bir tepeden inmiş bir şey değil. Şeffaflığı daha yüksek. 1990'lı yıllarda bu yapıldı. Çok kapalı kapılar ardında yapıldı. Sonuç alınamadı. 12-13 yıllık bir geçmişi var.”
KARAMAN: BARIŞ İÇİN HERKESLE GÖRÜŞÜLEBİLİR
Heyet üyelerinden Prof. Dr. Hayrettin Karaman ise barışın temini için herkesle görüşülebileceğine işaret etti. Karaman şu görüşleri dile getirdi: “Dün akşam bağırıp çağırarak konuşan heyecanlı bir arkadaş diyordu ki, ‘Halka barış mı istiyorsun savaş mı? diye sorarsanız yüzde 99'u barışa evet der. Soruyu yanlış soruyorsunuz, çözüm sürecini destekliyor musun desteklemiyor musun diye sormalısınız' dedi. Bu halkı kimse aptal yerine koymasın, çözüm süreci dendiği zaman bu halk neyin kastedildiğini biliyor. Bu süreci destekliyorum demek, uygun yollardan, karşı tarafın lideri ile görüşmek dahil, ki bana itirazlar var, bu da bir fikir. Görüşülmez diyor. Ama hükümet, 'görüşülür' diyor, bu da bir fikir. Bizim süreç dediğimiz şey bununla başladı. Başbakan bizimle ilk yaptığı konuşmada basına açık söyledikleri, bize basına kapalı bölümde söylediklerinden farksızdı. Orada her şey söylendi. Görüşmeler olacaktı, oldu. Sonra PKK'nın silah bırakıp Türkiye dışına çıkması olacaktı. İkinci süreç buydu. Bunun içinde farklı şeyler söylendi. Ama gördünüz, tamamının silah bırakarak çıkması noktasına geldi. Bu aşama da gerçekleşmeye başladı. Sonraki aşama, gidenlerin gittiği yerde dağılmaları ve normalleşmeleri. Ama orada bir cephe gerisine çekilmiş, hazır bir kuvvet olarak kalma da çözüm değildir, onların normalleşerek dağılması da vardır.”
EN ÖNEMLİ SORUN DEMOKRATİKLEŞME
Türkiye’nin en önemli sorununun demokratikleşme olduğunu anlatan Prof. Dr. Karaman, şöyle konuştu: “Asıl en önemli kısmı, süreç kelimesine yakışan kısmı, aslında Türkiye'nin belki 100-150 yıllık sorunu olan, ileri geri atılan kısmıdır, bu da rejim, sistem. Yani demokratikleşmedir. İslamlaşma cumhuriyetle birlikte gündemden çıkmış. Ama Türkleşme pek gündemden çıkmamış. Türkiye'nin demokratikleşme davası bu çözüm sürecinin bir parçası olarak ortaya çıkmış değil. Aslında bugün çözmeye çalıştığımız sorunun da sebeplerinden birisi budur. Demokratikleşme olsaydı, insan hak ve özgürlükleri kısıtlanmasaydı belki böyle bir problem ortaya çıkmayacaktı ve bugün bunun çözümü ile uğraşmayacaktık. Dönüp dolaşıp bu problemi ortaya çıkartan sebebe geliyorsunuz. Kavga ortamında bir şeyi konuşamazsanız. Dağda insan varsa, sizin askeriniz de her gün onları bertaraf etmek için savaşıyorsa, iki taraftan da insanlar ölüyor, insanlar ağlaşıyorsa, burada barış olsun diyemezsiniz. İntikam olsun dersiniz. Orada çözüm olmaz. Demek ki çözümün olabilmesi için pürüzleri ortadan kaldırmak lazım. Bugün bu oluyor. Daha sakin bir ortamda insanlar bir araya gelerek, daha soğukkanlı, daha tahriklerden uzak bir ortamda meselelerimizi konuşma imkanımız olacak.
Gittikleri yerlerde kendilerine ‘ne veriliyor’ diye sorulduğunu aktaran Prof. Dr. Karaman, “Ben de yemin ettim. Vallahi Tallahi Billahi dedim. Biz şunları verdik, aman söylemeyin diye hükümet bize bir şey demedi. Sonra Türkiye'de şimdiye kadar ne gizli kaldı ki. 60 kişiye bu söylenecek de gizli kalacak, yok böyle bir şey. Benim anladığım şey, siyasallaşma ve demokratikleşme sözü verilmiştir. Silahı bırakalım, bu işi siyaset zemininde çözmeye çalışalım. Bu işi silahla değil, siyasetle çözelim. Hakikaten bu isteniyor. Verilen, benim anladığım budur. Silahı bırakın, çekilin, temsilcileriniz gelsin meclise, halka gelsin, savaşmadan derdini anlatsın ve bu derde çare savaşmadan bulunsun. İnsanların sözlerini içinde bırakmayacaksınız, söylemelerine imkan vereceksiniz. Bir grubun istekleri ne kadar ters olursa olsun bunları söylemelerine imkan tanıyacaksınız. Yeter ki bunu meşru olmayan yollardan istemesin. Bir Müslüman da çıksın ben şeriat istiyorum desin. Müslümanlardan bir grup da çıkıp desin ki ben tekkelerin açılmasını istiyorum, zaviyelerin açılmasını istiyorum desin. Bir başkası da ben Komünizm istiyorum desin. İnsanların seslerini bastırmayın, bırakın insanlar konuşsun, talepte bulunsun.” şeklinde konuştu.
Problemin iç ve dış etkenleri bulunduğunu anlatan Karaman, “Çözümüne uğraştığımız problem her neyse sadece iç etkenlere bağlı değil, bunu bir de dış etken boyutu var. Uluslar arası ilişkiler ve siyaset yorumcularının bana makul gelen tezi, uluslararası konjonktür de bu çözüme müsait hale gelmiştir. Büyük oyuncular Türkiye'nin huzurlu olmasını istiyor. Bunun başında enerji var, petrol var. İnsanlar ama bize en ters gelen şeyler dahi talep edilmelidir ama iş vermeye gelince bu padişahlık sistemi değil Türkiye'deki, diktatörlük değil, halka dayalı bir sistemdir. Halkın istemediğini, kimse ne alır ne verir.” ifadelerini kullandı.
BURADA IŞIK GÖRMESEYDİK HEYETE KATILMAZDIK
Tarihçi-yazar Mustafa Armağan ise tünelin ağzında bir ışık gördükleri için bu heyete dahil olduklarına dikkat çekti. Armağan, şunları kaydetti: "Yoksa hepimizin işleri var. Milletin kanı aktığı bir ortamda bizim kendi işlerimizi düşünmemiz, teklifi reddetmemiz düşünülemezdi. İstiyoruz ki bir çocuk daha ölmesin, bir anne daha ağlamasın, bu ülkenin bir damla kanı daha akmasın. Hedefimiz bu. 40 bin kişinin hayatını kaybettiği bir süreçten bahsediyoruz. Yaşasalardı, bunların çocukları olacaktı. Onların çocukları olacaktı. Biz toprağa koyduklarımızı sayıyoruz ama 100-150 milyonluk bir şehri kaybediyoruz. Yaşasalardı üretimde olacaklardı."
Kürt krizini 'Cumhuriyetin ergenleşme sivilcelerine' benzeten Armağan, şunları anlattı: "Yani biz bunu aslında daha önceden yaşamamız gerekiyordu. 1950'den sonraki süreçte yaşamamız gerekiyordu belki. Menderes döneminde Kürtlerin daha rahat ettikleri dönem denebilir. Ama 60'tan sonra bu baskı arttı. 94 seçimlerinde mecliste yemin ederken Leyla Zana ve arkadaşları parlamentodan polis zoruyla alınıp dışarı atıldı. Bizi bölücülükle, ülkeyi bölmekle itham edenler var. Fakat asıl bölücülüğü kendilerinin yaptığının farkında değiller. Çünkü o kafayla gidersek gerçekten bölüneceğiz. Çünkü bu esnekliği yakalayamayan ülkeler bölünüyor. Esneme kabiliyeti olan, dönüşüm yapabilen ülkeler bölünmez. Hayır Türkiye bölünmez. Böyle bir bölünme söylemi bile BDP kanadından söylenmiyor. Devletin elinde toplanan haklar, halka iade edilmeli. Biz de bu süreçteyiz. Devlet bunları halka geri veriyor. Şemdinli'ye tayini çıkan ağlamaya başlıyor. Böyle bir şey olabilir mi? Bunun değişmesi için ne yapılmalı. Toplumsal helalleşme diye bir formül geliştirmiş bir arkadaşımız. Doğru haksızlıklar yapıldı, burada bir helalleşme, bir barış gelebilmesi için adım atılıyor. Böyle olursa barış gelebileceğine inanıyorum. Bu krizi fırsata dönüştürmek hepimizin elinde, biz de bu fırsatı toplumla paylaşmak için yollara düştük.”
Özal'ın vefatından önce, bir karar taslağının Milli Güvenlik Kurulu’na geldiğini hatırlatan Armağan, “Bu 20 yıl önce de çözülmeye çalışılıyor. Artık aşikare çıkma, ortaya çıkma aşamasına geldi. Bir barış yapacaksanız bunun iki tarafı vardır. Bu arada elbette ortak noktada buluşmak için bazı şeyler konuşulmalı. Ana dil hakkı, siyaset imkanı verilmesi gibi. Gerçek anlamda biz de orada ne olduğunu bilmiyoruz. Bilmemiz de gerekmez. Çünkü MİT'le yürütülen bir durum. Bizim bildiğimiz ve gördüğümüz kadarıyla bunu devlet bir devlet kararı haline getirmiş durumda. Bunu AK Parti hükümetinin oy toplamak kaygısı ile değil, devlet buna karar vermiş durumda. MGK olsun, MİT olsun, dolayısıyla bir kararlılık söz konusu. Bir eyalet sistemin, mahalli idareler kanun ile halledilebileceğini düşünüyorum, Anayasa süreci önemli olacak.”
Öğleden sonra firmaları ziyaret edecek olan heyet 17 Mayıs’ta ikinci kez Bursa’ya gelecek.
Anadolu Ajansı ve İHA tarafından yayınlanan yurt haberleri Mynet.com editörlerinin hiçbir müdahalesi olmadan, sözkonusu ajansların yayınladığı şekliyle mynet sayfalarında yer almaktadır. Yazım hatası, hatalı bilgi ve örtülü reklam yer alan haberlerin hukuki muhatabı, haberi servis eden ajanslardır. Haberle ilgili şikayetleriniz için bize ulaşabilirsiniz