Rahip Brunson davası nedeniyle başlayan ABD-Türkiye gerilimi, Trump’ın geçtiğimiz Cuma günü attığı tweet ve ardından Türkiye hükümetinden gelen sert açıklamalarla biraz daha büyüdü. Döviz kurundaki artış devam etti. Peki bugünlerde yaşadığımız kriz Türkiye- ABD ilişkilerinin tarihinde nereye oturuyor? Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın “ABD Türkiye’yi tamamen kaybetme riskiyle karşı karşıya” sözünün gerçekleşme ihtimali var mı? Türkiye’nin bir sonraki adımı ne olmalı? İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Siyaset Bilimi Profesörü İlter Turan değerlendirdi.
İşte İlter Turan'ın, Habertürk'ten Kübra Par'a verdiği röportaj;
‘GEÇMİŞTEKİ KRİZLERDEN FARKI ÇOK BOYUTLU OLMASI’
Türkiye – ABD arasındaki müttefiklik iişkisi 1940’lı yıllardan beri devam ediyor. Daha önce de pek çok kriz yaşanmıştı. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın “ABD Türkiye’yi tamamen kaybetme riskiyle karşı karşıya” diye bir açıklama yaptı. İlişkilerin tarihi de göz önüne alındığında şu an yaşadığımız gerginliğin derinliği ne boyutta?
ABD ile Türkiye arasındaki ilişkilerde iniş ve çıkışlar daima olmuştur. En hatırlanacak olanı 1964 yılındaki Johnson Mektubu’dur. Türkiye, o zaman da oldukça sert bir tepki vermiş, “Eğer ittifakın güvenilirliği bu şekilde zedelenecek olursa, yeni bir dünya düzeni kurulur, Türkiye de o düzen içerisinde yerini alır” diyerek Johnson’a meydan okumuştur. Bununla birlikte, geçmişle bugünkü bunalımı mukayese ettiğiniz zaman şöyle bir durumla karşılaşıyoruz; birden fazla sorun eşzamanlı olarak teşekkül ediyor, yani tek bir konu yok. Bir yanda krize sebep olduğu düşünülen Rahip Brunson meselesi var; ama bunun yanında Amerikalı dostlarımızla Suriye’de YPG’ye verdikleri destek dolayısıyla anlaşmazlık içerisindeyiz. Türkiye’nin S-400 füzelerini Rusya’dan alması konusunda ihtilafımız var. Bunun dışında da küçük ihtilaflar var. Potansiyel ihtilaflar var ki bunun en yakın örneği şu anda ABD’nin İran’la olan nükleer anlaşmayı bozması, yeni ambargo koşulları getirmesi ve diğer ülkelerin de bu ambargo koşullarını gözetmeye zorlanmasıdır.
Yani mesele sadece “Brunson meselesi” değil…
Değil. Geçmişle mukayese ettiğimiz zaman çok boyutlu problemler öbeği ile karşı karşıyayız. İkinci husus, özellikle Rahip Brunson meselesinde ABD’nin ve Türkiye’nin kendi kamuoylarını bu tartışmaya fazlasıyla ortak etmeleridir. Bu, her iki ülkenin de konuyu diplomatik yollardan halletme imkânlarını sınırlamıştır. Rahip Brunson meselesi de dâhil, anlaşmazlıkları çözüme bağlamak üzere Türk diplomatik delegasyonu Washington’a gitti. Kısa bir süre içerisinde, bir anlaşma sağlanamadan geri döndüler. Trump yönetimi, kendi yarattığı kamuoyu ve kendi seçmeni katında uyandırdığı tepki dolayısıyla Türkiye’nin Rahip Brunson’ı bir an önce serbest bırakmasını istiyor. Buna karşılık mesele Türk kamuoyuna da mal olduğu için Türk Hükümeti böyle bir resti hemen yapmanın tam bir teslimiyet olarak yorumlanacağına ve kendi kamuoyunda itibar kaybetmesiyle sonuçlanacağına kanaat getiriyor. Böyle olunca ne Türkiye Amerika’ya ödün verebiliyor ne de Amerika Türkiye’ye anlayışlı davranabiliyor. Birdenbire ilişkiler sert bir aşamaya tırmandı.
‘DÜNYA YENİ BİR SİSTEMİN EŞİĞİNDE, 2. DÜNYA SAVAŞI SONRASI DÜZEN DEĞİŞİYOR’
Tarihi bir anda mıyız? Türkiye, ABD ile müttefiklik ilişkisini sonlandırabilir mi? Dış politikada yeni bir dönemin eşiğinde miyiz?
Bir yandan taraflar kendi kamuoylarını tatmin etmeye çalışırken; diğer taraftan ilişkilerin tamamen kopmasını arzulamıyorlar. Gerek Türkiye’nin gerek ABD’nin ilişkilerin tamamen kopmasını arzulaması pek akla uygun gözüken bir tercih değildir. Ama tarihte, kamuoyu önünde alınan vaziyetler dolayısıyla devletlerin akla uygun olmayan tercihleri yaptıkları ve istemedikleri çatışmacı ortamlara sürüklendikleri de görülmüştür. Şu anda içinde bulunduğumuz durumun ne derece tarihi bir nokta teşkil edeceğini ancak geriye doğru baktığımız zaman daha iyi değerlendirmemiz mümkün olacaktır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında oluşan ve Amerika’nın önderliğinde şekillenen dünya sistemi sarsıntılar geçirmektedir. Hiçbir zaman güçlükle karşılaşmayacağı beklenen Amerika – Avrupa ittifakı bile çeşitli yerlerinden çatırdamaktadır. Dolayısıyla karşımızda, sadece Türkiye’nin yapmak mecburiyetinde kalacağı bir tercihten ziyade; dünya sisteminin değiştiği bir süreç içerisinde belirsizliklerle baş etme mecburiyetine kalmasından söz edebiliriz. Amerika’yla Avrupa’nın, Çin’in, Japonya’nın ihtilafları var. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle çözülmeye başlayan İkinci Dünya Savaşı sonrası düzenin yerini alacak yeni bir düzene geçiş dönemini yaşıyoruz. Bu geçiş sırasında sadece Türkiye’nin değil; birçok ülkenin Amerika’yla ilişkilerinde sorunlar yaşaması önlenemez gözüküyor. Ama ülkelerin hepsi Amerika’yla ilişkilerini çatışmacı bir tavra dökmemek için gayret gösteriyor.
“İkinci Dünya Savaşı sonrası düzen değişimin eşiğinde” dediniz. Dünya yeni bir düzenin eşiğinde mi; yoksa Trump’ın karakterinden kaynaklı ABD pek çok ülkeyle sorun mu yaşıyor?
Her ikisini bir arada ele almamız gerektiğini düşünüyorum. Dünyanın değişimi, Trump’ın seçilmesinden bağımsız olarak ilerleyen bir süreç. Trump, bu süreci hızlandıran ve zorlaştıran bir yol izliyor. Çünkü kendisi kategorik ve diplomatik nosyonlardan hariç siyasi bir yaklaşım sergiliyor. Bu, gidişatın yumuşak olmaktan ziyade; kopmalarla, çatışmalarla gerçekleşmesine zemin hazırlıyor. Bütün dünyada popülist yönetimlere dönük hareketlenme var. Aslında Trump, popülist yönetimlerin iktidara gelmesinin bir örneği. Popülist yönetimlerin hemen hepsi Trump’a benzer üsluplar ve yaklaşımlar sergiliyorlar. Bu da dönüşümü zorlaştırıyor. Belki de popülist yönetimlerin iktidara gelmesi bu sürecin bir parçasıdır.
Avrupa Birliği, NATO, Batı ittifakı önümüzdeki süreçte dağılabilir mi? Dünya nasıl bir yeni siyasal düzenin eşiğinde?
Henüz bilmiyoruz. Beklenmedik bir şekilde milliyetçiliğin yükselişi söz konusu. Yine beklenmedik bir şekilde Amerika ve Rusya gerilimli bir ilişkiye doğru ilerliyor. Buna karşılık Avrupa Birliği kendisinden beklenen etkinliği sergileyemiyor. Aslında uluslararası politikada etkili olmayan, ama üye ülkelerin bazılarının kendilerine göre siyaset güttükleri bir görünüm sergiliyor. AB’nin güvenlik açısından en önemli üyelerinden İngiltere, AB’den çıkış müzakeresi yürütüyor. Buna karşılık, Latin Amerika’ya baktığınız zaman Brezilya’nın yükselişi durdu. Keza Meksika Amerika’yla iktisat alanında ciddi sorunlar yaşıyor. Arjantin, toparlanamıyor. Tüm bunları birlikte değerlendirdiğiniz zaman henüz yeni bir düzen kurulmadı. Kurulacak düzenin nasıl olacağını şu an için kestiremiyoruz.
Dolar’daki yükselişi Türkiye’ye yönelik siyasal/ekonomik bir operasyon olarak nitelendirebilir miyiz?
Yabancı bir gözlemci, Türklerle ilgili, “Ortadoğu’da yalnızca Türkler ‘Acaba biz neyi yanlış yapıyoruz?’ sorusunu sorabildikleri için ilerlemişlerdir. Araplar bu soruyu sormadıkları için zorluklarla karşılaşmışlardır” diyor. Tavsiyem, bu gibi tahlillerde başkalarının yaptıklarının etkilerini değerlendirmekten ziyade; “Yanlışı nerede yapıyoruz?” sorusunu sormamızdır. Doların yükselişinin sadece dış manipülasyonların ürünü olduğunu söylememiz yanıltıcı olacaktır. Türkiye, uzun süre borçlanarak inşaat, altyapı yatırımlarını yürüttü. Bu yatırımlar çok önemli olmakla birlikte Türkiye’ye iç ve dış gelirler yaratmadığı için döviz sıkıntısı ortaya çıkmıştır. Türkiye’nin çok ciddi terör sorunu var. Türkiye, bu terör sorunuyla baş etmek için olağan hukukun dışında uygulamalara yöneldi. Bu uygulamalar Türkiye’de tabii karşılansa bile dünyada Türkiye’ye gelecek yatırımlar konusunda tereddütler uyandırmaktadır. Olay, sadece yabancıların Türkiye’yi sıkıntıya sokmak için attıkları adımlardan, uygulamalardan ibaret değildir. Durumumuzu, niye böyle bir sorunla karşılaştığımızı değerlendirmemiz gerekir. Türkiye’nin döviz rezervleri çok düşük düzeyde. Bunu Türkiye, kendi tercihleri dolayısıyla bu noktaya getirmiştir.
Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak yeni ekonomi modeli planını açıklarken, Trump’ın tam o dakikalarda tweet atması sizce tesadüf müydü yoksa diplomatik, siyasal bir hamle miydi?
Eğer Trump’ı dikkatle izlerseniz, kendisinin hep sabah 7’de tweet attığını görürsünüz. Ama Türkiye ile ilgili bir tweet atması, kafasında Türkiye sorununun yer işgal etmesinden ve bu konuda bir şeyler söyleme ihtiyacı duymasından kaynaklanmadır. Bu anlamda bir tesadüf olduğunu söyleyemeyiz.
‘HENÜZ ŞEKİLLENMİŞ BİR YENİ DÜNYA DÜZENİ OLMADIĞI İÇİN ONUN NERESİNDE YER ALACAĞIMIZ KONUSUNDA KARAR VERECEK KONUMDA DEĞİLİZ’
Türkiye ABD ile arası bozulduğu takdirde yüzünü Rusya – İran – Çin eksenine çevirebilir mi?
Şu anda Avrupa’yla olan ilişkilerimizde Amerika’yla olan ilişkimiz türünden bir gerilim bulunmuyor. Muhtelif meseleler var; ama Cumhurbaşkanımız ay sonunda Almanya’yı ziyaret edecek. İkisini birbirinden ayırmamız lazım. Buna karşılık zaman zaman Türkiye’nin eksen değiştirebileceği konusu üzerinde değerlendirmeler yapılıyor. Bizim eksen değiştireceğimiz ve Rusya’yla hareket edeceğimiz konusunda yapılan değerlendirmeler Rusya’nın gayr-ı safi milli hasılasının İtalya’nınkiyle eşit olduğunun farkında olmadan yapılan değerlendirmelerdir. Türkiye gibi büyük bir ülkenin ve ekonominin, petrole dayalı ve İtalya büyüklüğünde bir ekonomiyi görece terakki ederek eksen değiştirmeye kalkmasının pek isabetli bir yol olduğunu düşünmek doğru değildir. Keza, İran’ın durumu da ortada. Zorluklarla da olsa Türkiye’nin çok yönlü ilişkiye gitmesi ve her ilişkiyi bir diğerini dengelemek için kullanması en isabetli yol olarak gözükmektedir. Henüz şekillenmiş bir yeni dünya düzeni olmadığı için onun neresinde yer alacağımız konusunda karar verecek konumda değiliz. İkinci Dünya Savaşı sonrasına bir tercih yapmanız lazımdı. Şu an böyle bir ortam yok ve herkesle asgari ilişkileri devam ettirmeyi öngören bir politika izlenmesi en isabetlisidir.
ABD İran ambargosu konusunda, Türkiye’nin net bir tavır alması beklentisi mi var? Türkiye bu konuda nasıl bir strateji izlerse milli çıkarlarımız açısından daha doğru olur?
Amerika, İran politikasını Türkiye’yi düşünerek tasarlamıyor. Bütün dünyaya aynı kuralları uyguluyor. Bunun Türkiye ile ilgili bir tavır olduğunu düşünmek doğru değil. Amerika oldukça kategorik bir ifadede bulundu, “Ya İran’la ya da benimle ticaret yapacaksınız” dedi. Dünya iktisadi sisteminde, özellikle finansal işlemlerde Amerika’nın rolünü düşündüğünüz zaman, Amerika’yla iktisadi ilişkilerin kopma noktasına sürüklenmesi herhangi bir ülkenin iktisadına katkıda bulunmaz. Daha önce Amerikan ambargosu uygulandığı zaman Amerikan Hükümeti özel ihtiyaçlar dolayısıyla bazı ülkelerin belirli alanlarda İran’la ticaret yapabileceği hususuna ilişkin istisnaları kabul etmiştir. Bu istisnalar arasında Türkiye’nin İran’dan alacağı doğalgaz bulunmaktaydı. Türkiye, bütün bu zorluklara rağmen ABD ile istisna talebini ifade etmek ve gerçekleştirmek mecburiyetindedir. Ama “Ben Amerikan ambargosunu hiçbir suretle tanımıyorum” demenin maliyetlerini iyi değerlendirmek lazım. Amerika’yla olan ticaretimizin azalması bununla sınırlı kalmayacaktır, Avrupa’yla olan ticaretimizi etkileyecektir. Türkiye’nin kabul edemeyeceği maliyetler ortaya çıkarır. Doğalgaz ve petrol alımı dışında, İran Türkiye’nin en büyük ticaret ortakları arasında değildir.
Yaşanan kriz için “Cumhurbaşkanı Erdoğan dünya sistemine muhalefet edip, ‘Dünya 5’ten büyüktür’ diyor. Kudüs konusunda farklı bir tavır sergiliyor. Bunlardan dolayı istenmiyor” yorumlarına nasıl bakıyorsunuz?
İki şeyi birbirine karıştırmamak lazım. Türkiye’nin izlediği politikalar diğer ülkeler nezdinde memnuniyet uyandırmamaktadır. Büyük ülkeler, ki Türkiye orta büyüklükte bir ülkedir, her zaman birbiriyle uyumlu siyasetler izlemezler. Sayın Cumhurbaşkanımızın alışılmamış, sert bir üslubu var. Ama sadece Türkiye’nin dünya yönetimiyle ilgili bozuklukları dile getirmesi dolayısıyla uluslararası sistemle sıkıntı yaşamasının doğru bir değerlendirme olmadığını zannediyorum. Daha somut anlaşmazlık konuları da var. Mesela, S – 400 alımı. Bu, NATO’nun güvenliği ile de uyuşmayan bir durum. Türkiye eşzamanlı olarak İtalyan – Fransız yapımı Eurosam füzelerini almak için temaslarda bulundu ve muhtemelen alacak…
‘SİYASİ LİDERLERDEN ZİYADE DİPLOMATLARA FIRSAT TANIMAK LAZIM’
Türkiye’nin bundan sonraki adımı ne olmalı?
Türkiye’nin bütün dünya aktörleriyle ilişkilerini, barışçıl bir ortamda ve mümkün olduğu ölçüde dostane yürütmeye çalışması lazım. ABD bunun bir istisnası değil. Diplomatik yollarla devam etmemiz lazım. Siyasi liderlerden ziyade diplomatlara fırsat tanımak lazım. İç politika meselesi yapmaktan uzak durmamız lazım…