Hürriyet'in haberine göre, İstanbul’un 561. Fetih yıldönümü dolayısıyla düzenlenen “II. Uluslararası Osmanlı İstanbul’u Sempozyumu”nda Prof. Dr. Ahmet Güner Sayar "Ezanlı semtlerimiz gözümüz gibi korumalıyız. Yeni kurulan semtlerin bir önemi yok. Oralara ne yaparsanız yapın" dedi.
İstanbul’un 561. Fetih yıldönümü dolayısıyla İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi’nde İstanbul Büyükşehir Belediyesi işbirliği ile düzenlenen “II. Uluslararası Osmanlı İstanbul’u Sempozyumu” kapanış oturumuyla sona erdi.
İstanbul’un Osmanlı İmparatorluğu döneminin tüm boyutlarıyla tartışıldığı sempozyumda 3 gün boyunca 100’e yakın akademisyen söz aldı. Sempozyumda; Osmanlı dönemi İstanbul’u tarihî, sosyal, kültürel ve ekonomik gelişmeler ışığında irdelenerek, kentin nasıl bir Osmanlı şehrine dönüştüğü anlatıldı.
Sempozyumun kapanış oturumunda konuşan Prof. Dr. Ahmet Güner Sayar, Çocukluğunun Fatih Hırka-i Şerif’te geçtiğini belirterek, “Çocukluk yıllarım 60 öncesine dayanıyor. Benim büyüdüğüm yıllarda İstanbul ezan sesleriyle doluydu. Bozulmamış İstanbul’u gördüm. Şimdi ise bulunduğumuz Fatih’i bile tanıyamıyorum. İstanbul Türkçesi, İstanbul Efendiliği gibi kavramlar vardı. Artık merkezi İstanbul dar bir alana sıkıştı. Bakıyorum da elde avuçta bir şey kalmadı” diye konuştu. Bizi yönetenlerin merkezi İstanbul’a sahip çıkması gerektiğini belirten Sayar, “Ezanlı semtlerimiz gözümüz gibi korumalıyız. Yeni kurulan semtlerin bir önemi yok. Oralara ne yaparsanız yapın” şeklinde konuştu.
Apoyevmatini Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Mihail Vasiliadis, İstanbul’un karakterinin göçlerle birlikte çok çabuk değiştiğini belirterek, “Bence İstanbullu yoktur. İstanbullulaşma vardır. İstanbul tarafından asimile olan insanlar vardır” dedi.
Göçlerle birlikte kötüye doğru gidişten korkmadığını belirten Vasiliadis, İstanbul’un bu insanları kendisine alıştıracağını dile getirdi. Bir zamanlar İstanbul’da bir yoğun bir Rum toplumu olduğundan söz eden Vasiliadis, şunları kaydetti: “Şimdi ise bunların bir kısmı kaldı. Ben onların ‘caretta caretta’lar gibi korunması gerektiğini düşünüyorum. Hep birlikte yaşadığımız o eski mahalleler kalmadı. Çocukluğumun geçtiği Tarlabaşı’nda 40 bin Rum yaşardı. İstanbul’da Suriçi’nde yaşayan Osmanlı Rumları ve Beyoğlu’nda yaşayan Rumlar vardı. Suriçindekiler Osmanlı Rumları idi. Beyoğlu Rumları ise batılı yaşamı seçmişlerdi.” Vasiliadis, Varlık Vergisi nedeniyle aile olarak o dönemde çok büyük zorluklar yaşadıklarını dile getirdi.
Yazar Mıgırdiç Margosyan da 15 yaşında ana dilini Ermeniceyi öğrenmek için Diyarbakır’dan İstanbul’a geldiğini belirterek, “İstanbul’a ayak bastıktan sonra edindiğim ilk intiba beni çok üzdü. Çünkü kendimi bir yetimhanede bulmuştum. Şişli’de Ermeni yetimhanesine yerleştirildim. Diyarbakır’dan gavur mahallesinden yola çıkmıştık, buraya geldik kürt olduk. Zamanla İstanbul’u tanıdık” diye konuştu.