Adalet Akademisi'nde hitap eden Erdoğan, "Bir zamanlar vicdan-cüzdan diye bir şey gündeme gelmişti. Onu da söyleyen bu işte duayen haline gelmiş bir insandı. O kahredici bir ifadeydi aslında. Asla böyle bir şey olamaz. Derse ki ben hak, hukuk, vicdan bunun arasındayım. Onu öper başımıza koyarız. Çünkü hukuk dediğimiz kavram hakla bütünleşiyor. Hukuk başka şeydir, kanun başka şeydir. Hukuk mu kanun mu derseniz benim o zaman savunacağım şey hukuktur. Kanun değil. Kanun önüne gelenin istediği gibi arzu ettiği gibi nefsi neyi emrediyorsa buna göre hazırlamış olduğu yasalar silsilesidir. Ama hukuk öyle değil. Şu anda benim hukukumu bir yasal düzenleme koruyamıyorsa ben ona hukuk diyemem ki. Bunları yaşadık. Şahsım da yaşadı. Ben Milli Eğitim'de Talim-Terbiye Kurulu'nun tensib ettiği bir dörtlüğü okudum diye hapse girdim. Anladık ki vicdanla cüzdan arasında dolaşan bir yapı var" dedi.
"BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI'NIN SONRASI BİR DÜNYA ŞARTLARINI BUGÜN EGEMEN KILAMAZSINIZ"
Konuşmasında adalet kavramının önemine vurgu yapan Erdoğan, "Dünya beşten büyüktür derken BM Güvenlik Konseyi'nde veto hakkı olan beş devletin yol açtığı adaletsizlikleri, haksızlıkları ifade ediyoruz. Evet beşten büyüktür dünya. Çünkü beş tane ülkeyi siz 196 tane ülkeyi mahkum edemezsiniz. Hatta beş tane ülke de değil. Bu beş daimi üyenin içerisinden bir tane üyenin iki dudağı arasına siz tüm dünyayı mahkum edemezsiniz. Ne yazık ki şu anda dünya bu beş daimi üyenin beşine veya bir tanesine mahkum. Buna kimsenin hakkı yok. Öyleyse biz bu dünyada adalet var diyemeyiz. Kaldı ki oradaki temsile baktığınız zaman üç kıtayı görürsünüz. Din olarak baktığınız zaman İslam'ın dışında Müslümanlar yok. Gayrimüslim veya diğerleri onlar orada var. Bu adalet mi? Değil. Kıtalara baktığınız zaman Avrupa var, Asya var, Amerika var. Afrika niye yok, diğerleri niye yok? Bunu sorgulamak adalet adına, vicdan adına bizim hakkımız değil mi? Siz hala Birinci Dünya Savaşı'nın sonrası bir dünya şartlarını bugün egemen kılamazsınız. Bunları aşmamız gerekiyor. Onun için dünyanın beşten büyük olduğunu iddia edenlerin sayısının artması ve kusura bakmayın gelin bakalım, şu BM'yi bir gözden geçirelim, siz BM Güvenlik Konseyi'nde şu anda beş tane daimi üye var, 10 tane geçici üye var. Siz 10 tane geçici üyeyi oraya laf ola beri gele koyuyorsunuz. Hiçbir yetkileri var mı? Yok. Dostlar alışverişte görsün diye onların şöyle bir düşüncelerini alırlar. Ama sonuca müdahale etme noktasında en ufak bir tesirleri söz konusu değil" diye konuştu.
"SORMAZLAR MI İNSANA ADALETİN BU MU DÜNYA?"
Adaletin düşmanının zulüm olduğunu söyleyen Erdoğan, "Yakaladıkları saltanatın elden gitmesini istemiyorlar. Şu anda Suriye'de 350 bin insan öldürülmüş vaziyette. 7 milyon insan evinden uzak vaziyette. Fakat iki ülke bağlıyor işi. Neresi? Çin ve Rusya. Defaatle konuşmamıza rağmen iş çözülemiyor. Nerede adalet? 350 bin insan ölüyor. Hala müdahaleniz yok. Hani İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi? Lafta. Bizim burada adaleti aramak hakkımız değil mi? Türkiye'ye gelen bir yardım var mı? Şu ana kadar 250 milyon dolar. Yaptığımız harcama 5,5 milyar dolar. Sormazlar mı insana adaletin bu mu dünya? Bu konuda Orhan Baba soruyor ama başkaları sormuyor. Bunları çözmemiz lazım. Suriye'de, Irak'ta, Mısır'da ve dünyanın diğer pek çok bölgesinde yaşanan olaylara ilişkin eleştilerimizin temelinde de oradaki insanların maruz kaldığı adaletsizlikler yatıyor. Kenar-ı Dicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu, gelir de adl-i ilahi sorar Ömer'den onu, diyerek biz Somali'deki kardeşlerimize de elimizi uzatalım diyoruz. Ama Türkiye'de bazıları bunu hazmedemiyor. Terörün estiği bir yerde icraat yapmak adalete inanmış insanların işidir. Adalet o kadar önemli. Çünkü zulmün alternatifi nedir? Adalettir. Olay bu kadar basit. Adaletin düşmanı nedir? Zulüm. Onun için bu işin üzerine hep birlikte gitmek durumundayız" ifadelerini kullandı.
"BİRTAKIM GÜÇLERİN EMRİNDEKİ SAVCILARIN, HAKİMLERİN ADALETİ TESİS ETMESİ MÜMKÜN DEĞİLDİR"
Adalet kavramını Mevlana'nın sözlerinden alıntı yaparak tanımlayan Erdoğan, 17-25 Aralık sürecine değinerek "Adaletle zulüm arasında ince bir çizgi, ince bir sınır vardır. Bir de buna adaleti tesis etmekle yükümlü hukuk insanlarının vicdanları yerine başka birtakım güç odaklarının emrine girmesi eklendiğinde ortaya çıkan manzara gerçekten çok vahim, çok endişe verici olabiliyor. Ülkemiz 17-25 Aralık 2013 tarihlerinde böyle bir felaketi yaşadı. Emniyet ve adalet teşkilatları içerisinde yuvalanmış bir çete ülkenin güvenliği ve adaletin tesisi için kendilerine emanet edilmiş imkanları kullanarak bir darbe yapmaya teşebbüs ettiler. İnsanlık tarih boyunca peşinde koşulan bir özlemin sembolü olan adalet teşkilatımız bir kısım savcı ve hakim aracılığıyla ülkesine ve milletine ihanet içindeki bir çete tarafından istismara kalkışıldı. Bu süreçte gördük ki hukukun değil, mahşer-i vicdanın değil, başka birtakım güçlerin emrindeki savcıların, hakimlerin adaleti tesis etmesi mümkün değildir. Şunu iyi bilmemiz lazım. Kul iradesini Allah'tan başka kimseye teslim etmemelidir. Ne cumhurbaşkanına ne başbakana ne elinde sermayeyi tutan para babalarına hiçkimseye teslim etmediğimiz sürece o zaman yaratılmışların en şereflisi olan insan oluruz. Yaratılmışların en şereflisi insan işte odur" şeklinde konuştu.
"BENİM SAVUNACAĞIM ŞEY HUKUKTUR"
Cumhurbaşkanı Erdoğan, sözlerini şu şekilde sürdürdü: "Bir zamanlar vicdan-cüzdan diye bir şey gündeme gelmişti. Onu da söyleyen bu işte duayen haline gelmiş bir insandı. O kahredici bir ifadeydi aslında. Asla böyle bir şey olamaz. Derse ki ben hak, hukuk, vicdan bunun arasındayım. Onu öper başımıza koyarız. Çünkü hukuk dediğimiz kavram hakla bütünleşiyor. Hukuk başka şeydir, kanun başka şeydir. Hukuk mu kanun mu derseniz benim o zaman savunacağım şey hukuktur. Kanun değil. Kanun önüne gelenin istediği gibi arzu ettiği gibi nefsi neyi emrediyorsa buna göre hazırlamış olduğu yasalar silsilesidir. Ama hukuk öyle değil. Şu anda benim hukukumu bir yasal düzenleme koruyamıyorsa ben ona hukuk diyemem ki. Bunları yaşadık. Şahsım da yaşadı. Ben Milli Eğitim'de Talim-Terbiye Kurulu'nun tensib ettiği bir dörtlüğü okudum diye hapse girdim. Birincil mahkemeden tutun da üst mahkemeye varıncaya kadar baktık ki birçok şeyler oralarda dönüyor. Avukatlarıma aynı şekilde birçok teklifler geliyor. Anladık ki vicdanla cüzdan arasında dolaşan bir yapı var. 17-25 Aralık'ta o da aşıldı. Orada da bir yerlerden gelen talimatlarla hareket eden bir kesim var. Adalet sisteminin asgari şartlarda işlemesi için öncelikle hakimlerimizin, savcılarımızın hem zihnen hem vicdanen bağımsız olması gerekiyor. Zihnini ve vicdanını birtakım güçlerin emrine vermiş kişiden hakim de olmaz savcı da olmaz, olamaz. Vicdanının kapıları hukuka, adalete değil de başka yerlere açılanların yaptıkları zulümdür. Çünkü onlar Mevlana'nın deyimiyle dikenlere su vermeye başlamışlardır. Yeni Türkiye için adalet sistemimizden başlayarak tüm kurumlarımızı bu kanser hücrelerinden hep beraber temizlememiz gerekiyor"
(DHA)