Roboski Katliamı: 10 yıl sonra hukuki süreç hangi aşamada?

28 Aralık 2011'de Şırnak'ın Uludere ilçesine bağlı Ortasu ve Gülyazı köyü sakinlerinden oluşan 17'si çocuk 34 kişi Haftanin Deresi Vadisi'nde savaş uçaklarıyla bombalanarak öldürüldü. Kamuoyunda "Roboski Katliamı" olarak bilinen olayın üzerinden 10 yıl geçti. Hayatını kaybeden köylülerin yakınları geçen 10 yılda hukuk mücadelesini sürdürüyor.

"Zaman acının yükünü hafifletir derler, acımız değişmedi, o yara hala ilk günkü gibi kanıyor ama bunca yıldan sonra bu acıyla yaşamayı öğrenmek zorunda kaldık."

Bu sözler, 27 yakınıyla birlikte 17 yaşındaki kardeşini de Roboski Katliamı'nda yitiren Ferhat Encü'ye ait.

Şırnak'ın Uludere ilçesine bağlı Ortasu ve Gülyazı köyü sakinlerinden oluşan sınır kaçakçılarının savaş uçaklarıyla bombalanarak öldürülmesinin üzerinden 10 yıl geçti.

Kamuoyunda "Roboski Katliamı" olarak bilinen olayda 17'si çocuk 34 kişi hayatını kaybetti.

Reklam
Reklam

Irak'ın kuzeyinden getirdikleri mazot ve kaçak gıdaları taşıyan katırlarla sınırı geçtikleri sırada bombalanan gruptan sadece Servet Encü sağ kurtulabildi.

Geçen on yıllık zamanda ne sorumlular tespit edildi ne de herhangi birisi yargılandı. Ailelerin açtığı dava ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nden (AİHM) geri döndü.

"On yılda değişmeyen tek şey ailelerin adalet mücadelesi" diyen Ferhat Encü, anma programı öncesinde BBC Türkçe'ye konuştu.

Dilleri döndüğünce yaşanan acıyı kamuoyuna anlattıklarını ifade eden Encü, "Roboski ile dayanışmaya çalıştık, dünyaya yaşanan katliamı anlattık, toplumun bir bölümünün vicdanında bu katliamı mahkum ettik ama yargısal anlamda bir adım ileri gidemedik ve yaşanan mağduriyet, acı maalesef görülmedi" dedi.

Yargı mekanizmasının ezilenlerden, mağdurlardan değil, egemenlerden yana kararlar verdiğini öne süren Ferhat Encü konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Yargı mekanizması, bu katliama karar veren, onu gerçekleştirenleri kollayan bir yerde durdu. Buna karşın katillerin açığa çıkmasını, yargılanmasını isteyen, adalet mücadelesi veren ailelerin başına olmadık şeyler getirildi, dava edilenler oldu, tutuklananlar, gözaltına alınanlar, coplanıp şiddete uğrayanlar ya da para cezası alanlar oldu."

Reklam
Reklam

28 Aralık 2011'de neler yaşandı?

Askeri savcılığın soruşturma sonucu hazırladığı rapora göre, insansız hava aracı (İHA) ile yapılan keşif uçuşları sırasında saat 17.20 civarında Haftanin Deresi Vadisi'nde "ısı kaynakları" tespit edildi.

Bundan yaklaşık yarım saat sonra dönemin 23'üncü Jandarma Sınır Tümen Komutanı Tümgeneral İlhan Bölük tarafından görüntülerin "terörist olarak değerlendirildiği" ve bunun için topçu atışı yapmak istendiği bilgisi 2'nci Ordu Harekat Başkanlığı'na iletildi.

Değerlendirme sürecinde top atışına onay verildi ancak hareket halinde grubun hem üç koldan ilerlemesi hem de kafilede motorlu araçların bulunması nedeniyle top atışının yeterli olmayabileceği değerlendirmesi yapıldı.

Hava harekatının "uygun olacağına" karar verilmesinin ardından dönemin Genelkurmay İstihbarat Başkanı Orgeneral Yaşar Güler onay için konuyu Genelkurmay İkinci Başkanı'nın makamına götürdü.

En sonunda ise akşam saat 20.00 sularında dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel, evinden telefonla hava operasyonuna onay verdi.

Reklam
Reklam

Sınır hattında bekleyen gruba ilk bomba saat 21.43'te, ikinci bomba 22.02'de, üçüncü bomba 22.16'da ve son olarak da dördüncü bomba da saat 22.24'te atıldı. Olay sonucu 17'si çocuk 34 kişi yaşamını yitirdi.

Genelkurmay Başkanlığı'ndan olayın ertesi günü yapılan ilk açıklamada da Irak'tan Türkiye'ye doğru "bir grubun hareket halinde olduğu İHA görüntüleri ile" tespit edildiği belirtildi.

Açıklamada, bu bölgenin PKK'lılar tarafından geçiş için sıkça kullanılan bir alan olduğu vurgulandı.

Ancak bu istihbaratın hangi İHA'lardan geldiği konusu ise uzun süren tartışmalara neden oldu.

ABD'nin önde gelen gazetelerinden Wall Street Journal (WSJ), Mayıs 2012'de yayımladığı bir haberinde, söz konusu istihbaratın ABD yapımı İHA'lardan geldiğini öne sürdü.

Gazetenin ABD Savunma Bakanlığı yetkililerine dayandırdığı haberinde, istihbaratın Türkiye ile ABD arasında 2007 yılında PKK'ya karşı kurulan istihbarat paylaşımı anlaşması çerçevesinde oluşturulan mekanizma kapsamında verildiği ancak hava operasyonu kararının tamamen Türk askeri yetkililere ait olduğu belirtildi.

Reklam
Reklam

WSJ'ye konuşan görgü tanığı Servet Encü de bombardımandan kısa bir süre önce İsrail yapımı Heron aracının sesini duyduklarını söyledi.

Ancak askeri savcılık tarafından Ocak 2014'te tamamlanan soruşturma kapsamında hazırlanan raporda, istihbaratın "Gözcü İHA'lar" tarafından alındığı belirtildi.

Gözcü, 2007'de Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) envanterine girmiş ve bu yıldan itibaren operasyonel olarak kullanılmaya başlanmıştı.

Hükümet kanadında nasıl açıklamalar yapıldı?

O dönem yayın hayatını sürdüren Taraf gazetesi, olaydan birkaç gün sonra yayımladığı haberinde bombardımana neden olan bilginin Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) tarafından verildiğini öne sürdü. Ancak MİT, konuyla ilgili yazılı bir açıklama yaparak bu iddiaları reddetti.

O dönem Başbakanlık görevini yürüten Recep Tayyip Erdoğan da, olaydan iki gün sonra yaptığı açıklamada da İHA'ların istihbarat örgütlerinin 10 gün kadar önce verdiği bilgi üzerine bölgede uçuş yaptığını söyledi.

Reklam
Reklam

Dönemin Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç da 2 Ocak 2012'deki Bakanlar Kurulu'nun ardından yaptığı açıklamada, olayda kasıt olmadığını söyledi.

Arınç, olayla ilgili "resmi özür dilenmesini beklemenin yanlış olacağını" ancak hayatını kaybedenlerin yakınlarına tazminat ödeneceğini ifade etti.

Şubat 2012'de ise Başbakanlık tarafından kişi başına 123 bin, toplamda da 4 milyon 180 bin TL tazminat ödendi. Ancak aileler bu tazminatı kabul etmedi.

Olayla ilgili ayrıca Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) bir araştırma komisyonu kuruldu.

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu bünyesindeki Uludere Alt Komisyonu, yaklaşık 15 ay süren çalışmalarını Mart 2013'te tamamladı.

Komisyonun hazırladığı 84 sayfalık raporda, sadece İHA görüntülerine dayanarak kimlik tespiti yapmanın mümkün olmadığı ifade edildi ve "Olayın kasten yapıldığına yönelik herhangi bir delil elde edilememiştir" dendi.

Ayrıca İçişleri Bakanlığı müfettişleri de konuyla ilgili inceleme yaparak, bir rapor hazırladı.

Hukuki süreç nasıl işledi?

Konuyla ilgili soruşturma başlatan Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı da Haziran 2013'te "görevsizlik kararı" vererek, dosyayı askeri savcılığa sevk etti.

Reklam
Reklam

Askeri savcılık da Ocak 2014'te şüpheli olarak adı geçen 5 askerin "kanunun emrini icra kapsamında kendilerine verilen görev gereklerini yerine getirdikleri, görev gereklerini yerine getirirken kaçınılmaz hataya düştükleri dolayısıyla eylemleri hakkında kamu davası açılmasını gerektiren bir sebep bulunmadığı" kanaatine vardı ve kovuşturmaya yer olmadığına karar verdi.

Bu karardan sonra 261 kayıp yakınının vekaletini alan avukatlar, 18 Temmuz 2014'te Anayasa Mahkemesi'ne (AYM) başvuru yaptı.

Başvuruda iki başvurucunun eksik çıkan belgelerinin tamamlanması istendi ancak başvuru "eksikliğin süresinde giderilmemesi" nedeniyle reddedildi.

Bu ret kararı, AİHM'nin ret kararına da gerekçe oldu ve mahkeme, iç hukuk yolları tüketilmediği için dosyayı kabul edilemez buldu. Böylece yapılan bu başvurularla Roboski Davası için hukuki yollar kapanmış oldu.

Aileler yeni delillerle hukuki süreci yeniden başlattı

Yeni bir başvuru için farklı bir somut delil lazımdı.

15 Temmuz Darbe girişiminden sonra dönemin bakanlarından olan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın damadı Berat Albayrak, Roboski Katliamında FETO izi olduğunu, "Uludere olayının FETÖ yandaşları tarafından" yapıldığını açıkladı.

Reklam
Reklam

AİHM kararından sonra avukatlar bu açıklamayı gündeme getirip delil olarak göstererek aileler adına Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunarak yeni bir hukuki süreci başlattılar.

17 ailenin yaptığı suç duyurusu Uludere ve Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildi ama 25 Kasım 2020 tarihinde dosya için takipsizlik kararı verildi. Ailelerin bu karara yaptığı itiraz da reddedilince Şubat ayında AYM'ye başvuru yapıldı.

HDP eski Şırnak Milletvekili Ferhat Encü, AYM'de bekleyen dosya dışında, yaşanan katliamın insanlığa karşı suç olduğunu ifade ederek bunun için Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Komisyonu'na bir başvuru yaptıklarını söyledi.

Başlayan yeni hukuki süreçten umutlu olmak istediklerini ifade eden Encü'ye göre en ufak bir irade ile her şey çözülebilir:

"Burada hukuk siyasi saiklerle işliyor ama milyonda bir de olsa umutlu olmak istiyoruz, yeter ki küçük bir irade gösterilsin. Çünkü emir komuta zinciri çerçevesinde insanlığa karşı işlenen bu suçta 34 insanın yaşam hakkı çok korkunç bir şekilde ihlal edildi. Bunun davaya dönüşmesi gerekir. Biz umudumuzu korumak istiyoruz ama güncel meseleler ve siyasi anlayıştan kaynaklı çok da umutlu değiliz."

Reklam
Reklam

Katliamda parçalanarak ölen yakınlarının cesetlerini kendi elleriyle toplayıp gömdüklerini hatırlatan Encü, cenazeleri toprağa vermekle acının sona ermediğini de dile getirdi:

"Gömünce acı bitmiyor, bunun etkileri bir sonraki kuşakta da ortaya çıkıyor. O gün doğanlar bugün on yaşında, sonraki kuşaklar da bu acıyı dolaylı olarak yaşıyor. Bu adalet mücadelesiyle büyüyorlar ama bizim için hiçbir şey on yıl önceki gibi olmayacak."

Hava saldırısında ölen 34 genç için bir anıt mezar yapıldı, bugün yapılacak onuncu yıl anmasının kalabalık olması bekleniyor.

HDP, DBP Eş Başkanları ve milletvekilleri, CHP milletvekillerinden oluşan bir heyetin de katılacağı anma programına Barolar Birliği'nin yeni yönetimi de davet edildi.