'Ben Saddettin Teksoy', 'saçım benim saçım benim' gibi sözleriyle adını hafızalara kazıyan ve giydiği sarı montuyla özdeşleşen Sadettin Teksoy yıllar sonra ilk kez Onedio'dan Eda Aytekin'e konuştu. Bir dönem yaptığı her haber olay olan Teksoy meslek hayatındaki unutulmaz olaylar tek tek anlattı.
Dikkat çeken haber sunuş tarzı ve ses getiren konulara değinmesiyle dönemine damga vuran Teksoy, Saddam Hüseyin'in 1981 yılında Irak-İran Savaşı sırasında konuştuğu ilk gazeteci olmuştu. O dönem yayınlanan haber hem Türkiye'de hem de dünyada büyük yankı uyandırmıştı. Kutuplarda namaz kılması, Billur Tuz cinayetinin katil zanlısını polisten önce bulması, İran'da esir alınması, patlamada ağır yaralanmasıyla o dönemin en çok konuşulan ismi olan Teksoy, yaşadığı unutulmaz anları anlattı.
Onedio'dan Eda Aytekin'e konuşan Teksoy'un açıklamaları şu şekilde;
Saddam Hüseyin’le tarihe geçen bir röportajınız da var. Saddam Hüseyin röportaj için kimseye yanaşmazken siz nasıl ikna ettiniz?
1981 yılında Irak-İran Savaşı’nın en ateşli döneminde, kan ve barut kokulu, gözyaşlarının sel olduğu bir ortamda, Irak eski lideri Saddam Hüseyin ile görüşmeyi başaran ilk gazeteci oldum. Gazete iki gün haberimi manşetten verdi. Yabancı Basın Saddam’ın bana yaptığı açıklamaları alıntı yaparak yayınladı. O dönem Saddam, hiçbir gazeteciyle görüşmüyordu. Benden sonra da görüşmedi. Ayrıca, 14 günlük 'Humeyni’nin İran’ı' adlı yazı dizim gazetede bir ilkti. Savaşı her iki cepheden de yıllarca 18 kez izledim. Gazetecilik dönemimde, ünlü Billur Tuz cinayetinin katil zanlısını polisten önce buldum. Suudi Prens kılığına girip yanımda kara çarşaflara bürünmüş sözde eşimle İstanbul’da Araplarla yaşanan sorunları dile getirdim.
Kutuplar’da namaz kıldığınız bölümü birçoğumuz hatırlıyoruz. Fiziksel olarak biraz zor olsa gerek buzulların üstünde namaz kılmak. Nereden aklınıza geldi bu?
Türkiye sınırları içinde gitmediğim il, ilçe, köy kalmadı. Uluslararası gezilerim sırasında da bir düzineye yakın pasaport eskitip, dünya çevresinde en az beş tur attım. En unutamadığım programım ise; 'TEKSOY GÖREVDE'nin hem kendi içinde kırdığı rekorlar hem de 'Türk Televizyonculuk Tarihi' açısından bir zirve noktası olarak anımsanan bölümü 1997 yılı Aralık ayında yayımlanan 'Soğuğun Kalbine Yolculuk'. Ekibimle birlikte 1997 yılı yaz aylarında oldukça zor bir yolculuktan sonra ulaştığımız Kuzey Kutup Bölgesi/Dairesi ve Grönland Adası’nda yaşadığım serüvenleri oldukça keyifli ve profesyonel bir belgesel diliyle ekranlara taşıdım.
İki bölümden oluşan 90 dakikalık belgesel, o güne kadar kaydedilmiş bütün rating başarılarını altüst ederek, rekorlar kırıp, Türk televizyonculuk tarihinin en yüksek izlenme oranlarını elde etti. Bu belgeselin rekoru sonraki yıllarda da kırılamadı.
Özellikle, Grönland Adası’ndaki bir 'Buz Çölü'nde, eksi 20 derece soğukta güçlükle ayakta durabildiğim ve gözlerimden yaşlar süzülürken 'Şükür Namazı' kıldığım duygusal anları asla ve asla unutamam.
O dönem sizin yaşadığınız pek çok ilginç şey var ama en unutamadığınız olay hangisi olmuştu?
Sayısız olay oldu elbette. Afrika’da Pigmelerin maymunları avladıktan sonra yemelerini. Antik Mısır Medeniyeti'nde halen çözülemeyen inanılması güç gizemleri, Peru’da Ölüler Vadisi’nde yaşadıklarımı, İran’da Hümeyni’nin sadık savaşçıları Pastarlar tarafından esir alınmamı, Irak’ta İran jetlerinin bombaladığı 'Bağdat Petrol Rafinesi'nde alev alan dev tankerlerin patlaması sonucu ağır yaralanmamı ve daha birçoklarını asla unutamam.
Ben bir konuyu işlediğimde her zaman farklı bir dokunuş yapıyordum ve ekranlara yansıyan her haber reyting rekorları kırmasının dışında ertesi gün sokağa çıktığınızda da konuşuluyordu. Elbette gizemli yerler de dahil, gitmediğim ülke, gezmediğim köy şehir kalmadı diyebilirim. 10 küsür pasaport eskitmemin yanı sıra dünyada çekim yapmadığım 10 ila 15 ülke var. Bunlarda da savaş hüküm sürmekteydi. En çok etkilendiğim yerlerden birisi Mısır diyebilirim. 1994 yılında 45'er dakikalık iki bölüm halinde yayınlanan 'BİLİNMEYENE YOLCULUK' ve 2006'da yine iki bölüm halinde ekranlara gelen “GİZEMİN KALBİNE YOLCULUK” adlı Mısır belgesellerim birer klasik haline geldi. Halen daha, elimde fenerle geçtiğim küf kokulu dar labirentlerdeki nefes nefese aktardığım anons insanların hafızalarında.
Halen etkisinden kurtulamadığım bir diğer anım ise 'TEKSOY GÖREVDE' programının sekiz bölüm olarak yayınlanan 'REENKARNASYON-YENİDEN DOĞUŞ' Hatay, Adana, Mersin üçgeninde onlarca vakayla karşılaştım. Başka bir bedende yeniden doğduklarına inananların ve de birinci dereceden yakınlarının, tanıkların anlatımlarından yola çıktım. Yaptığım araştırmaların sonucu; gerçek tanıkların ifadeleri doğrultusunda o kişileri bir araya getirdiğimde yaşadıklarım karşısında adeta şoke oldum! Ve de etkisinden oldukça uzun bir süre kurtulmadım.
Sarı montunuz herhalde televizyon ekranlarındaki ilk imaj çalışmalarından biri olabilir. Duruyor mu o mont? Hala giyiyor musunuz?
Bir işe başlamadan önce, ön çalışmasına uzun bir zaman ayırırım ve her detay benim için çok ama çok önemlidir. Üzerime giydiğimde benimle bütünleşen ve bir simge/sembol haline gelen ‘Sarı Kaban’ da buna dahil. O dönem Alman fizikçi Joseph Von Fraunhofer'in adıyla anılan ünlü tayfsal çizgiler “Fraunhofer Çizgileri” ve Avusturyalı matematikçi ve fizikçi Christian Andreas Doppler’in “Doppler Etkisi” gibi önemli araştırmaları inceledim. Alman siyaset adamı, edebiyatçı ve düşünür Johann Wolfgang von Goethe’nin ‘Renkler Kuramı’nda, İngiliz fizikçi Isaac Newton'ın “6 çeşit renk vardır” saptamasına karşılık olarak sadece mavi ve sarı renklerinin ana renk olduğunu savunmuştur. Bu teoriden yola çıkarak önümde iki seçenek vardı ve ben 'Güneş nasıl sarıysa ben de bir güneş gibi parlıyorum' diyerek, sarı kabanı üzerime giyidim ve gizemin kalbine doğru adımlarımı kararlı ve hesaplı bir şekilde attım.