Ligde şampiyonluk yarışında tabir yerindeyse “atbaşı” giden bir sezon yaşadık. Bir gün Beşiktaş, öbür gün Fenerbahçe, sonunda da Galatasaray ligin zirvesinde oldu.
İşte Şansal Büyüka'nın Milliyet'e verdiği röportaj:
Galatasaray’ı yazıp, şampiyonluğu getiren nedenleri önceki hafta sıraladınız. Geçen hafta da Fenerbahçe’nin yarışı kaybedişinin sebeplerini ortaya koydunuz. Bugün “Beşiktaş” dersek, neler söylersiniz?
Televizyon haberciliğinin reyting rekortmeni Reha Muhtar ile geçen hafta içinde rastlaştık. Oturduk, konuştuk, dertleştik, Show TV’nin reyting yarışında sonunculuktan zirveye yürüyüşündeki “gurur adımlarını” sanki yeniden yaşadık. O gurur adımlarından sonra sevgili Reha bunca televizyon rekoruna ve başarısına rağmen bilmem neden, defteri erken kapattı. Şimdi Vatan’da doyumsuz yazılar yazıyor.
Reha Muhtar’ın bu kadar renkli profiline rağmen, yaşamını sadece iki şey dolduruyor. Canından çok sevdiği çocukları ve katıksız bir aşkla bağlı olduğu Beşiktaş... Çocuklarıyla müthiş mutlu... Beşiktaş’la gerçek anlamda çok mutsuz... Reha ile dertleşirken, öyle bir şey söyledi ki, kafama adeta “dank” etti.
Reha, “Biliyor musun?” dedi, “Beşiktaşlı babalar, yol ayırımındaki çocuklarını Beşiktaşlı yapmakta, ya da Beşiktaşlı kalmalarını sağlamakta büyük sıkıntı çekiyorlar.”
Bunu hiç düşünmemiştim, hiç aklıma gelmemişti. Ama aklıma bir özdeyiş geldi; “Çocuklar donmamış beton gibidir, üzerlerine ne düşerse iz yapar.”
Bir şey görmediler
O yavrular şimdilerde sadece Galatasaray ve Fenerbahçe şampiyonluklarını görüyorlar, öyle büyüyorlar. Beşiktaşlı babaların 2003-2004 yılında doğan çocukları o gün “bebe”ydiler. 2008-2009’u gördüklerinde 4-5 yaşından fazla değildiler. Bir şey görmediler, bir şey anlayamadılar. O çocuklar şimdi 11-12 yaşını buldular. Beşiktaş şampiyonluklarına hasret, Beşiktaş’ın kazandığı kupalara hasret büyüyorlar.
Galatasaray şampiyonluklarını göre göre, bazen Fenerbahçe şampiyonluklarını izleye izleye büyüyorlar. Doğal olarak etkileniyorlar. Oysa Beşiktaşlı babaların yavruları bunu hak etmiyorlar, Beşiktaş’ın da o şampiyonlukları kazanmasını, o kupaları almasını istiyorlar. Sokaklarda coşacakları, meşaleleri yakacakları, “Şampiyon Beşiktaş” diye haykıracakları yılları bekleye bekleye büyüyorlar.
Sevgili Reha, “Baba-evlat” ilişkisinin tecrübesi ile devam etti: “Çocuklarımı tribün Başiktaşlısı yapmak istemiyorum. Tribünlerde “azap” çekmelerini istemiyorum. Onun için kendilerini seyirciden öte “Aktif Beşiktaşlı” yapacağım. Beşiktaş basketbol okuluna verip spor yaptıracağım, Beşiktaşlılığı aktif olarak yaşamalarını sağlayacağım. Onların mutlu olmasını istiyorum. Onların mutlu Beşiktaşlı olarak büyümelerini istiyorum.”
Reha Muhtar haklı... Beşiktaşlı duruşu, tamam... Ülkedeki Beşiktaşlılar dışında kalanların Beşiktaş’a sempatisi, sevgisi tamam... Türkiye’nin takımı, hatta kulübü Beşiktaş, tamam... Ama yetmiyor. Yol ayırımındaki çocuklar şampiyonluk istiyor, kupa istiyor, okulda, mahallede, rakip takım taraftarı olan arkadaşlarının kızdırmalarından, takılmalarından kurtulmak istiyor. Yeniden yapılanma, borçları kapatma, stadı tamamlama elbette önemli şeyler... Ama Beşiktaş, Beşiktaşlı yapacağı bir kuşağı kaybediyor. Şampiyonluk istiyorlar, göremiyorlar. Geçmişteki Fenerbahçe’nin Alex’i, günümüzün Galatasaray’ının Sneijder’i gibi sarılacakları bir “efsaneleri” olsun istiyorlar, bulamıyorlar.
Garanti değil ama...
Şampiyonluğun elbette garantisi yok... Buna rağmen Beşiktaş’ı yönetenlerin birinci önceliğinin şampiyonluk olması gerekiyor. Bunun için her şartta “efsane” bir oyuncu, hiç kuşkusuz şampiyonluklarla haşır-neşir olmuş bir hoca gerekiyor. Unutulmasın, çocukların nasihatten çok, iyi örneğe ihtiyacı vardır.
En önemlisi; Babadan evlada kalan en büyük miras “renk aşkı”dır. Her türlü miras biter, “renk aşkı” bitmez. Beşiktaşlı babaların yavrularını bu mirastan mahrum bırakmayın. Tarihe ve bu çocuklara borçlu kalmayın.
%30’luk hoca mı olur?
Beşiktaş’ın başına “Yüzde 30” şansı olan bir hoca mı getirilir? Benim bildiğim Beşiktaş, bir hoca ile anlaşacaksa yüzde 100 ile anlaşır. Olma ihtimali yüzde 30 olan hoca gelecekse, Bilic niye gönderildi?
Beşiktaş, Bilic’i gönderdi ama şimdi de yeni bir hoca bulmakta sıkıntı çekiyor. Hazırlıksız mı yakalandılar acaba?
Bilic’in Beşiktaş’tan gideceği çok önceden belliydi. Buna rağmen bir alternatif planın, belli bir adayın olmayışına inanamıyorum. Üstelik verilen demeçleri şaşkınlıkla okuyorum. Beşiktaş’ta bizzat yönetimin ağır topları tarafından açıklama yapılıyor ve aday hocaların şansları için “Yüzde 30” ifadesi kullanılıyor.
Allah aşkına Beşiktaş’ın başına “Yüzde 30” şansı olan bir hoca mı getirilir? Benim bildiğim Beşiktaş, bir hoca ile anlaşacaksa yüzde 100 ile anlaşır. Yüzde 30 ihtimalle getirdiğiniz hocayı camiaya nasıl kabul ettirirsiniz? O hoca, Beşiktaş gibi çok güçlü bir camianın önünde özgüvenini nasıl koruyabilir, futbolculara kendisini nasıl kabul ettirebilir? Beşiktaş’a ihtimali yüzde 30 olan hoca gelecekse, Bilic niye gönderildi? Kupa alamasa da, şampiyonluk kazanamasa da, derbi galibiyetlerine hasret kalsa da herhalde yüzde 30 ihtimalli hocadan daha yararlı olurdu. Yüzde 30 şans verdiğiniz hoca ile ilgili demek ki, kuşkularınız var, korkularınız var. O zaman getirmeyin, o zaman başka adreslere gidin. Yazıyı yazarken Beşiktaş’ın hocası daha belli değildi, belki de halen belli değil... Ama şurası çok kesin; Beşiktaş bu hoca arama ve bulma sürecini hiç de iyi yönetemedi.
Murat Ülker çok haklı
Güncel ve önemli olduğu için konuyu değiştirmek istiyorum. Yıllardır süren Fenerbahçe-Ülker işbirliğinin bozulmasına ne diyorsunuz. Murat Ülker’in Başkan Aziz Yıldırım’a üstü kapalı sitem ettiği tweet için yorumunuz nedir?
Murat Ülker başta olmak üzere bu yazacaklarım için kimse kusura bakmasın. Bizim ülkede “sponsor” demek, bir anlamda “enayi” demek anlamını taşıyor. Spor dünyasında, futbol dünyasında “sponsorlar” o kadar enayi yerine kondu ki, Türkiye’nin GSM operatörleri dahil, Ülker gibi dev firmalar dahil, herkes hızla kaçıyor, uzaklaşıyor. Giren bin pişman, “Yandım Allah” diye kaçıyor.
Murat Ülker bir süre önce attığı tweet’te Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’a sitem etmiş ve tam “Play-off” maçları oynanırken Başkan’ın “Ülker’den ayrılıyoruz” açıklamasını zamansız bulmuştu. Basketboldaki birçok otorite de, Fenerbahçe’nin Play-off’dan elenişini, basketbolcularda büyük bir motivasyon kaybına neden olduğu gerekçesi ile bu açıklamaya bağladı.
Aslında bizim ülkede genel anlamda sponsorla anlaşırken ve vaadettiği parayı alırken her şey çok iyi, adeta kusursuz... Ama sponsora karşı olan vecibelerini yerine getirirken, sanki hatır için yapıyorsun. Zorla, isteksiz... Sponsorun ağzından burnundan getirerek...
Yıllar önce, ülkenin en büyük boya markalarından biri, büyük kulüplerimizden birine göğüs reklamı için sponsor oldu. Bu ülke çapındaki boya markası bu sponsorluk için o günün parasıyla milyonlarca dolar para ödedi. Ancak sözleşmede, kulübün oyuncularının o sezon içinde uygun bir tarihte fabrikayı ziyaret etmeleri ve kısa bir süre işçilerle sohbet etmeleri zorunluluğu vardı. Koca bir sezon geçti, sponsordan milyonlarca dolar alan kulübümüz, bırakın takımı, tek oyuncusunu bile bu sponsor firmanın fabrikasına yollamadı. Ne oldu, ertesi sezon sponsor firma sözleşmeyi feshetti.
Ne ekersen onu biçersin
Bu kadar GSM operatörü sponsorluktan niye kaçtı, bu kadar dev firma spordan niye uzaklaştı? Bugün kulüplerimiz forma reklamı bile bulamayacak duruma düştüyse suç kimde? Devletin kurumları olmasa, spora yatırım yapan tek kurum ortaya çıkmayacak. Üstelik sponsorlara “illallah” dedirten kulüplerimiz bolluk içinde yüzmüyorlar, darlık içinde inim inim inliyorlar. Eee, ne ekersen, onu biçiyorsun.