1930'lardan itibaren komşu İspanya'nın diktatörü Franco'dan etkilenen Portekiz, o tarihten itibaren Estado Novo yani faşist bir rejimle yönetiliyordu. António de Oliveira Salazar'ın yönetimindeki Portekiz'de her ne kadar muhalefet çıksa; ya eziliyor ya da öldürülüyordu. Özellikle Şubat 1965'de muhalefet lideri Humberto Delgado'nun öldürülmesi ve sömürgülerde çıkan gerginlikler sonucu halk arasında bölünmeler ve huzursuzluklar meydana geldi. Ancak yeni seçimlerde başkan olarak Américo Tomás yeniden rejmin başına getirildi. Başbakanlık koltuğunda ise yönetimden bir hayli memnun olan Salazar oturmaya devam ediyordu.
Tarihler 16 Şubat 1968'i gösterdiğinde sert ve acımasızca yönetim şekilleri uygulayan Salazar sağlık sorunları nedeniyle iktidarı bıraktı. Bu emeklilik gergin ortamı bir nebze yumuşatmıştı. Özellikle Salazar'ın yerine getirilen Marcelo Caetano'nun daha ılmlı olması halk için umut temsil etti. Ancak her ne kadar biraz daha ılımlı olsa da genel olarak pek çözüm sağlanamayınca işler yavaş yavaş gerildi.
1970'lere geldiğimizde içte sıkıntılar yaşayan Portekiz bu kez sömürgelerle uğraşmak zorunda kaldı. Gine-Bissau'da başlayan direnişlerde milliyetçiler gerillalar kurarak kendi birliklerini oluşturdu ve Portekiz ordusuna karşı özgürlük adına saldırılar düzenledi. Ülkenin kötü gidişatı ve bir sömürge ülkesinin ayaklanmasıyla Mozambik, Angola gibi sömürgeler de Portekiz'e karşı ayaklandı. Tüm bunlara rağmen faşizan duruşunu koruyan Portekiz iki kez BM'den kınama alınca dış politikada bir hayli yalnız kaldı.
Tarihler Şubat 1974'ü gösterdiğinde general António de Spínola bu kötü gidişe dur demek adına sömürge sorunlarına sadece askeri değil siyasi çözümler de üretmeyi amaçlayan bir tasarı sundu. Ancak bu tasarı yetkili hükümet tarafından katı şekilde reddedildi ve Spinola'nın uzaklaştırılmasına neden oldu. Bu durum sömürge savaşlarından sonuç alamayan ve artık durumdan şikayetçi olan askerlerin ve sol görüşlülerin birlikte kuracağı Movimento das Forças Armadas, MFA (Silahlı Kuvvetler Hareketi)'nin kurulmasını sağladı. Artık halk, bu rejimin sadece silahlı ayaklanmayla ortadan kalkacağını düşünüyor ve bu fikre destek veriyordu.
Tüm bu yaşanan gerginliklerin ardından Silahlı Kuvvetler Hareketi kısa zamanda gizliden gizliye büyük destek sağladı. 24 Nisan 1974'de Eurovizyon şarkı yarışmasında Portekiz' temsil eden Paulo de Carvalho’nun “E depoi do adeus” (Ve sonra güle güle) şarkısını söyledikten sonra Portekiz'de devrim başladı.
25 Nisan 1974'de Silahlı Kuvvetler Hareketi ülkedeki stratejik bölgeleri kısa zamanda ele geçirdi. Olay karşısında şok yaşayan hükümet bir anda sokağa çıkma yasağı ilan etti. Ancak bu darbe girişimi sadece hareket ordusunun değil halkın da isteğiydi. Bu yüzden sokağa çıkma yasağına aldırış etmeyen halk sokaklara düklerek darbeye destek oldu.
Darbedeki en önemli stratejik noktalardan biri olan Lizbon Çiçek Pazarına yerleşen darbe ordusu kimsenin kılına zarar vermek istemediğini belirtti. Hatta halk silahların ve tankların namlularının içine karanfil koyarak bu durumu daha etkili ve barışçıl bir hale dönüştürdü. Bu yüzden darbeye 'Karanfil Devrimi' adı verildi.
Darbeden sonra hızlı bir şekilde dönemin tek partisi olan DGS ve onun getirdiği rejim yönetimi kalkarak Ulusal Kurtuluş Cuntası (Junta de Salvação Nacional) kuruldu. Öncelikle iç sorunları halletmeye çalışan yeni yönetim sansürü kaldırıp tutukluları serbest bıraktı. Yeni bir seçim için hazırlıklara başlandı ve vatandaşlara özgür şekilde oy hakkı tanındı. Bununla birlikte sömürgelerle olan savaşlara son verildi ve Gine-Bissau sömürgeden kurtulup bağımsızlığını ilan etti. Sömürgelerle barış olmasında en önemli etken askeri yaptırımların geri çekilip siyasi anlaşmaların sağlanması oldu.
Her yıl 25 Nisan'da yaşanan bu Karanfil Devrimi Portekiz'de 'Özgürlük Günü' olarak kutlanıyor.