Vatanındaki, toprağındaki savaşlardan kaçan ve sığınmacı olarak başka ülkelere giden halka dikkat edin. Hepsinin çocukları hemen hemen çıkan savaşlarla ya aynı dönemde doğmuş ya da o sıralar kadınlar hamile kalmışlardır.
Dünyanın adaletsiz şartlarında kimi insanlar yiyecek yemek, içecek su, hastalandıklarında ilaç, barınacak ev, giyecek kıyafet bulamazken hemen hemen hepsinin bu şartları gözardı ederek çocuk sahipleri olduklarını görürüz. Onlara kızar, sinirlenir ve sorgularız; "o çocuğa nasıl bakacaksın; neden doğurdun?"
Bilinçaltı kodlarımız insana "hayatta kal ve bir sonraki nesli oluştur, çoğal, üre" talimatı verir. İnsan özellikle zor şartlar altında bunu içgüdüsel olarak yapar.
Özellikle ölüme yakın insanlar ne kadar çok ürerler ise ölmeyeceklerini düşünürler. Bu düşünce elbette ki bilinçli değildir. Bilinçaltımız içgüdülerimizi harekete geçirir ve bizleri sevişmeye, üremeye ikna eder.
Ingmar Bergman'ın Skammen (Utanç) adlı 1960 yapımı, savaşın siviller üzerindeki psikolojik etkilerini bir hayli başarılı anlatıyor. Hatta filmi izlerken Ahmet Kaya'nın "şehirlere bombalar yağardı her gece biz durmadan sevişirdik" sözlerini anımsayacağınızı garanti ediyoruz... Biz demesek de hatırlardınız herhalde :)