Savaşın gidişatını tersine çeviren kadınlar

Dünya kamuoyu savaşta kadınların cinsel istismar ve mağduriyet hikayelerini duymaya alışmışken 20. yüzyılın ortalarında Fransa'nın işgaline karşı Cezayir kadınları, Filistinli intifada anneleri ve Anadolu'daki Milli Mücadele Dönemi kadınlarının ise savaşın gidişatını değiştirdikleri, güçlü kimlikleri ile dünya tarihine isimlerini yazdırdıkları biliniyor - Hollywood'daki cinsel taciz olaylarına karşı çıkmak için Amerika'da başlayarak tüm dünyaya yayılan "MeToo" (Ben de) hareketi ile 2018 Nobel Barış Ödülü'nün bu yıl cinsel istismara uğrayan Nadia Murad'a ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nde cinsel şiddet mağdurlarını tedavi eden kadın doğum uzmanı olan Denis Mukwege'e verilmesi, kadınlara yönelik istismarı ve cinsel şiddetin bir savaş silahı olarak kullanılmasını dünya gündemine taşıdı - Kadınlara karşı şiddet, özellikle cinsel saldırı olayları, son yüzyıldaki savaşlarda bir savaş taktiği olarak kullanıldı. Bosna-Hersek'ten Peru'ya Ruanda'ya uzanan çatışmalarda kadınlar tecavüz, hapis, işkence ve infaz için seçildi. Psikologlar tarafından travmatik olayların en tahrip edici şekli olarak tanımlanan cinsel saldırı, bu suçların işlendiği Bangladeş, Kamboçya, Haiti, Liberya, Somali ve Uganda gibi birçok çatışma bölgesinde belgelendi

İSTANBUL (AA) - ELİF SELİN ÇALIK - Dünya kamuoyu savaşta kadınların cinsel istismar ve mağduriyet hikayelerini duymaya alışmışken 20. yüzyılın ortalarında Fransa'nın işgaline karşı Cezayir kadınları, Filistinli intifada anneleri ve Anadolu'da Milli Mücadele Dönemi kadınları ile beraber, kadınların savaştaki rolleri farklı bir yapıya büründü. Özellikle kadınların cinsel istismar ve kurban kimliklerinin dışında güçlü ve savaşların gidişatını etkileyen yönleri ön plana çıktı.

Hollywood'daki cinsel taciz olaylarına karşı çıkmak için Amerika'da başlayarak tüm dünyaya yayılan "MeToo" (Ben de) hareketi ile 2018 Nobel Barış Ödülü'nün bu yıl cinsel istismara uğrayan Nadia Murad'a ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti'nde cinsel şiddet mağdurlarını tedavi eden kadın doğum uzmanı olan Denis Mukwege'e verilmesi, kadınlara yönelik istismarı ve cinsel şiddetin bir savaş silahı olarak kullanılmasını dünya gündemine taşıdı.

Reklam
Reklam

2018 Nobel Barış Ödülünün sahibi olan 23 yaşındaki Nadia Murad, "Last Girl" isimli kitabında, terör örgütü DEAŞ üyeleri tarafından 6 kardeşinin öldürülmesi ve kaçırılmasının ardından yaşadığı zorlukları anlatıyor. Murad, İngiltere'deki The Guardian gazetesi için kaleme aldığı yazısında hikayesinin terörizme karşı en etkili silah olduğunu belirtiyor.

Duke Üniversitesi Arap Dünyası Uzmanı Prof. Dr. Miriam Cooke, geçen hafta İstanbul Sebahattin Zaim Üniversitesi'nde katıldığı "Savaş ve Kadın Yazarlar" konulu panelde, Murad'ın kitabının isminin "Last Girl" (Son Kız) olmasının manidar olduğunu belirtti. Prof. Dr. Cooke'a göre Nadia Murad, kitabının başlığını bir temenni olarak seçti. Prof. Cooke, Murad'ın yaşadığı süreci başka hiç kimsenin yaşamamasını ve onun son kişi olmasını dilediğini söyledi.

- Savaş silahı olarak cinsel istismar

Kadınlara karşı şiddet, özellikle cinsel saldırı olayları, son yüzyıldaki savaşlarda bir savaş taktiği olarak kullanıldı. Bosna-Hersek'ten Peru'ya Ruanda'ya uzanan çatışmalarda kadınlar tecavüz, hapis, işkence ve infaz için seçildi. Psikologlar tarafından travmatik olayların en tahrip edici şekli olarak tanımlanan cinsel saldırı, bu suçların işlendiği Bangladeş, Kamboçya, Haiti, Liberya, Somali ve Uganda gibi birçok çatışma bölgesinde belgelendi.

Reklam
Reklam

Savaş ve iç çatışmaların kadınlara ve kız çocuklarına olan etkilerini kabul eden, çatışmanın çözümü ve çatışma sonrası iyileşme süreçlerine kadınların katılımını ve temsilini onaylayan BM Güvenlik Konseyi'nin 1325 sayılı kararı ile kadınların barışın inşası ve çatışma çözümüne daha etkin bir şekilde dahil edilmelerinin yolları ile ilgili çalışmalar tüm üye ülkelerin sürece katılımıyla sağlanmaya çalışılıyor.

Emine Erdoğan da BM 73. Genel Kurul açılış etkinleri kapsamında, "Afrika'da Kadınların ve Kızların Güçlendirilmesi" temalı toplantıdaki konuşmasında Afrika'daki kadınların yaşadığı sorunlara dikkati çekmişti. Emine Erdoğan, Mandela'nın "Kadınlar yoksulluğa mahkum olduğu ve küçük görüldüğü sürece insan hakları özüne kavuşamayacaktır." sözüne değinerek, kadınların güçlü toplumsal gücün inşasındaki önemini vurgulamıştı. Erdoğan bu konuşmasında, Afrika'daki kadınların üçte birinin hayatlarının bir döneminde aile içi fiziksel ve cinsel şiddete maruz kaldığına da dikkati çekerek, Türkiye'nin Nijer'de Anne Çocuk Sağlığı ve Rehabilitasyon Merkezi, Kamerun'da 5 Kadın Sığınma Evi, Madagaskar'da Kadın Mesleki Eğitim Merkezi kurarak, bu coğrafyadaki kadınlara destek olduğunu anlatmıştı.

Reklam
Reklam

-Filistin direnişinde de kadınlar ön plana çıkıyor

Filistin kadınları da ülkelerinin direniş tarihi boyunca mücadelede önemli bir yer aldı. Dünya, intifadaların farkına vardığında Filistinli kadınlar silahsız olarak İsrail'in işgaline karşı en büyük direnişi sergiliyordu. Leyla Halid ile Şadiye Ebu Gazale bu direnişin sembol isimleri olarak tarihteki yerlerini aldı. Filistinli akademisyen ve yazar Sahar Khalifeh, Filistin direnişinin güçlü kadın figürlerini ele aldığı "Miras" kitabında bu direnişi ele aldı. Filistinli yazar Mahmut Derviş'ten sonra kitapları en çok tercüme edilen yazar olarak bilinen Khalifeh, kitabında gelecek için umut olmayan nesli, hiçbir gücün sokaklara dökemeyeceğine değiniyor.

Araştırmalar Filistinli kadınların özgürlük mücadelelerinin intifada öncesine dayandığını gösteriyor. Tarihsel kanıtlar, kırsal ve köylü Filistinli kadınların 1882-1903 yılları arasında Yahudi yerleşimcilerin ilk dalgasına karşı da erkeklerle birlikte mücadele ettiklerine işaret ediyor.

Kanada Manitoba Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Tami Amanda Jacoby'nin Filistinli kadınların devletleşme sürecindeki rollerini ele aldığı çalışmasında, Filistin'de ilk kadın ait örgütlerinin, 1918 ile 1948 yılları arasında İngiliz mandası döneminde sömürgeciliği önleme gücü olarak kurulduğu belirtiliyor. Doç. Dr. Jacoby, çalışmasında bu dönemde iki önemli gelişmenin yaşandığına değiniyor. İlki, 1921'de Arap Filistinli Kadınlar Birliği'nin Kudüs'te kurulması ikincisi ise 1929'da hayata geçirilen Arap Kadınları Filistin Kongresi. Doç Dr. Jacoby'ye göre tarihteki bu kadın komitelerinin kökleri ve işlevsel karakterleri, Aralık 1987'deki ilk intifadan başlayarak Batı Şeria ve Gazze Şeridi'ndeki Filistinlilerin mücadelesine ivme kazandırdı.

Reklam
Reklam

Filistinli kadınların bu direnişlerinin o coğrafyada yaşayan Müslüman olmayan kadınları da etkilediği görülüyor. Filistinlilerin başlattığı ilk intifada (1987-1993) sembollerinden olan sarı ayakkabılı kadın Michelle Awwad, işgalci İsrail güçlerine attığı taşla halen hafızalardaki yerini koruyor.

- Cezayirli kadınların kurtuluş mücadelesi

Cezayir, 1954-1962'de Fransa ile girdiği savaştan sonra 1 milyondan fazla verdiği sivil kayıpla bağımsızlığına kavuştu. Cezayir'in Fransa'ya karşı verdiği bağımsızlık savaşında kadınlar da pek çok önemli rol üstlendi. Savaşın kadınlar üzerindeki etkisi hakkında araştırmalar yapan Rutgers Üniversitesi Profesörü Dr. Meredeth Turshen, "Cezayirli Kadınlar: Kurtuluş Mücadelesi ve İç Savaş" isimli çalışmasında Cezayir'in bağımsızlığında kadın payının çok yüksek olduğunu vurguluyor. Turshen, araştırmasında 94-95 yılları arasında ortaokula giden çocukların yüzde 50'sinin kız çocuğu olduğunu, ülkedeki doktor ve üniversiteden mezun kadın sayısının erkeklere eş değerde bulunduğunu belirterek, Cezayir'deki savaşın kadınlarda entelektüel tahribata yol açmadığını, böylelikle eğitimli anneler sayesinde eğitimli nesillerin de yetiştirilmeye devam ettiğinin altını çiziyor.

Reklam
Reklam

Duke Üniversitesi Arap Dünyası Uzmanı Prof. Dr. Miriam Cooke ise "Kadınların Cezayir Devrimine Etkisi" adlı araştırmasında Fransız Simon de Beauvoir, Tunuslu Giselle Halim, meşhur Fransız psikiyatrist Frantz Fanon gibi pek çok entelektüelin savaş bitmeden Cezayir kadınlarının haklı mücadelesini yerinde izlemeye gittiklerini vurguluyor. Prof. Dr. Cooke, yönetmen Gillo Pontecorvo'nun 1966 yapımı "Cezayir Muharebesi" adlı filminin, Fransızların Cezayir'e karşı gerçekleştirdiği toplu etnik kırım esnasında Cezayir kadının en çetin ve özgürlükçü yönünü gösterdiğine işaret ediyor.

- Milli Mücadele'nin kahraman kadınları

Türk milletinin var olma savaşı olan Milli Mücadele'de ise kahramanlıklarıyla kendini gösteren Anadolu kadınları da zorlu şartlar altında mücadele verdi. Anadolu'nun işgal edilmeye başlamasıyla, kadınlar Kurtuluş Savaşı'na destek vermek amacıyla gerek cephe arkasında gerekse cephede büyük başarılar sergiledi. Kadınların bu dönemdeki en önemli hareketi Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti olarak öne çıktı.

Reklam
Reklam

Milli Mücadele'de Anadolu kadınları ile ilgili çeşitli çalışmalarda bulunan Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılapları Enstitüsünde görev yapan Dr. Gülay Sarıçoban, "Milli Mücadele'de Anadolu kadını" isimli makalesinde Anadolu kadınının doğu, batı ve güney cephelerinde ve cephe arkasında düşmanla mücadele ettiğini belirtiyor. Dr. Sarıçoban, çalışmasında Milli Mücadele'nin bilinen, bilinmeyen pek çok kadın kahramanının mitingler düzenleyerek, cemiyetler kurarak vatanın bütünlüğünü korumaya çalıştıklarını ele alıyor.

Milli Mücadele'nin kadın sembollerinden Halide Edip Edıvar da İstanbul başta olmak üzere ülkenin çeşitli şehirlerinde mitinglerde yaptığı konuşmalarla halka vatan bilincini aşılamaya çalıştı.

Atatürk ise söylevlerinde kadınların bu dönemdeki önemini şu sözleriyle ifade ediyor:

"Erkeklerimiz memleketi istila eden düşmana karşı süngüleriyle düşmanın süngülerine göğüs gererek mücadele ettiler. Fakat erkeklerimizin teşkil ettiği ordunun hayat membalarını kadınlarımız işletmiştir. Çift süren, tarlayı eken, aile ocaklarının dumanını tüttüren bütün bunlarla beraber kağnısıyla kucağındaki yavrusuyla yağmur, kış demeyip cephenin harp malzemesini taşıyan Anadolu kadınları olmuştur."

Reklam
Reklam