Şehir ve Kültür Araştırmaları Derneği, küresel salgının yol açtığı yenidünya düzeni, uluslar arası ilişkiler, üretim ekonomisi, ithalat ve ihracat dengeleri doğrultusunda Türkiye’nin tarım politikaları hakkında araştırma ve önerilerde bulunacak bir çalışma grubu oluşturdu.
Şehirder Tarım Çalışma Grubu’nun başkanlığını yapan Kadir Yaşar. yaptığı açıklamada araştırmalardan çıkan sonuçların özetini kamuoyuyla paylaşmak istediklerini ifade etti.
Kadir Yaşar, Şehirder tarım çalışma grubu raporunu şöyle açıkladı;
‘’Türkiye’de 1847’de çıkarılan Ziraat Talimnamesi ile başlayan modern tarıma geçiş çabaları günümüzde hâlâ sürmektedir. Anadolu’da bu kadar uzun süredir modern tarıma geçilememesinin birçok nedeni vardır. Bunların başlıcaları 19. ve 20. yüzyılda bu topraklarda eksik olmayan savaşlar, işgaller, göçler, yanlış tarım politikaları, kırsalda gelenekselleşmiş sosyal hayat Ecdadımız son iki asırda harpler gördü, seferberlik gördü, salgınlar gördü, açlık ve kıtlık gördü. Savaşların ve tüm bu sıkıntıların terbiye ettiği ruha sahip ecdadımız bir cankurtaran olarak evvela toprağa sarıldı.
Sultan II. Abdülhamit döneminde 1888’de Ziraat Bankası kuruldu. Üç kıtada katıldığı savaşlarda yorgun düşen Türk milletinin yeniden doğuş destanı olan Cumhuriyet’in kurulduktan hemen sonra yine aynı kaygılarla 1925’te Ameli Ziraat Mektepleri, Tohum Islah istasyonları, Atatürk Orman Çiftliği kuruldu ve Mustafa Kemal Atatürk “Köylü şehirlinin efendisidir.” sözünü bu tarihlerde söyledi. 1929’da Toprak reformu yasası ile köylüye toprak verilme girişimi, toprak ağalarının tutumu nedeniyle başarılı olamadı. 1935’te vakıf toprakları tasfiye edildi ve ancak 1945’te çıkarılan yasa ile vakıf arazileri kamulaştırılarak çiftçi topraklandırıldı.
1930’da pirinç ziraatını düzenlemek için yurt dışından altı çeşit pirinç tohumu getirildi. Çiftçinin fazla mahsulünü alıp depolamak için Toprak Mahsulleri Ofisi kuruldu ve çiftçinin ürünlerini değerlendirmek için Tarım Kredi Kooperatifleri kuruldu. 1953’te pancar kooperatifleri Şekerbank’ı kurdu.
II. Cihan Harbi’nden sonra tüm Avrupa ülkelerini olduğu gibi Türkiye’yi de etkisi altına alan ABD, Türkiye’deki tarımın, üretimin gidişatını da kendi çıkarları doğrultusunda şekillenmesini dayattı. 1960’tan sonra gelen hükümetlerin de yanlış politikalarıyla Türkiye’deki tarımsal kapasitesini verimli kullanamamıştır.
Bugün gelinen noktada devletimizin tarım ve hayvancılıkla uğraşan çiftçilerimizi her konuda çok ciddi desteklemesine rağmen Türkiye su, toprak ve iklim şartları itibariyle mevcut üretime göre çok daha fazla üretim yapabilecek potansiyele sahip. Araştırmalarımız sonucunda tarımda “seferberlik ruhuyla” kısa vadede aşağıdaki çalışmaların yapılması öne çıkmıştır:
Ülkenin tarım toprağı rezervi güncellenmeli. Ekilmeyen ve sahipsiz arazi kalmamalı. Arazi toplulaştırmasına hız verilmeli.
Organik (ekolojik) tarıma ve yerli tohuma yönelik ciddi projeler hazırlanmalı, daha çok desteklenmeli.
Doğuda senede tek mahsul alındığı için nadas alanları daraltılmalı yahut kaldırılmalı.
Salgın döneminde ve sonrasındaki birkaç yıl özellikle arpa, yağlık ayçiçeği, çeltik, buğday, hayvansal yem bitkileri, şeker pancarı üretimine ağırlık verilmeli.
Türkiye kâğıt üzerinde 940 tarımsal havzaya bölünmüştür. Bu havzaların her birinde desteklenen ürün çeşidi farklıdır. Toprağın yapısına göre ürün destekleniyor; ama pratikte daha etkin uygulanmalı ve geliştirilmeli.
Tarım ürünlerinde kalite ıslahına gidilmeli. Evsel atıklar, atık su arındırma tesislerinin atıkları toprak ıslahında kullanılabilir. Tarımsal kalitenin artması için toprak ıslahı gibi acilen su ıslahı da gerekli. Toprak sulamada kullandığımız su yaban otlarla karışık ve tuzlu. Köylerde ve ilçelerde sanayi atıkları, evlerdeki deterjan, kimyasal temizlik ürünlerinin atıkları sulama suyuna karışmaktadır. Tedbir alınmalıdır. Çin, coğrafyasına ve nüfusuna göre küçük tarım alanlarıyla yüksek verim alıyor ve büyük bir nüfusu doyuruyor.
Mera alanlarının işlenmesine asla müsaade edilmemeli. Mera alanlarına yem bitkileri bile ekilmemeli. Meralarda bir metrekare alanda onlarca bitki ve böcek çeşidi var. Yerleşik flora ve faunayı kaybetmememiz gerekiyor. Meralarda doğal ot varlığının korunması gerekmektedir.
Her bölgenin toprağı, suyu, arazi yapısı, ekosistemi farklı olduğu için bölgesel veriler üzerinde çalışacak eski köy enstitülerine benzer “bölgesel tarım üniversiteleri” ve “tarım meslek liseleri” kurulmalıdır.
Tarıma dayalı organize sanayi bölgeleri kurulmalı; tarımsal ürünlerin paketleme, pazarlama, ulaşım gibi sorunları bir bütün olarak halledilmeli.
Yerli çoban bulmakta güçlük çeken çiftçiler yasal hüviyet kazandırılmasıyla Afgan göçmenlerden yararlanabilmeli.
Bölge müdürleri ve il müdürleri görev yaptıkları bölgenin ve ilin toprağının, suyunun ve arazisinin uzmanı olmalı. Bu konuda çok özel eğitimler almalıdır. Bu noktada sadece Erzurum’un değil tüm bölgenin toprağına, bitki örtüsüne ve hayvancılığına vakıf ve sürekli sahada olan Erzurum Tarım İl Müdürü Sayın Osman Akar’ı örnek gösterebiliriz.
Kanunla Türkiye’de 241 ova “büyükova” (Erzurum’da Erzurum ovası ve Pasin ovası bu kapsamda) ilan edildi. Buralar aynı zamanda tarımsal sit alanı ilan edilmeli ve hiçbir şekilde imara açılmamalı.’’
Anadolu Ajansı ve İHA tarafından yayınlanan yurt haberleri Mynet.com editörlerinin hiçbir müdahalesi olmadan, sözkonusu ajansların yayınladığı şekliyle mynet sayfalarında yer almaktadır. Yazım hatası, hatalı bilgi ve örtülü reklam yer alan haberlerin hukuki muhatabı, haberi servis eden ajanslardır. Haberle ilgili şikayetleriniz için bize ulaşabilirsiniz