Sel raporu korkuttu

Küresel Isınmayla Mücadele Derneği Başkanı Faruk Çebi, sel felaketlerinin terörden sonra Türkiye’nin en önemli sorunu olduğunu belirtti.

Küresel Isınmayla Mücadele Derneği Başkanı Faruk Çebi, sel felaketlerinin terörden sonra Türkiye'nin en önemli sorunu olduğunu belirterek, "Özellikle son yıllarda ülkemizin gerçekleri ile bağdaşmayan orman yasası ile yapılmaya zorlanan orman kadastro çalışmaları, geçmişte ekonomik ve yaşam şartlarının etkisi ile sonradan oluşan ormanların da hızlı bir şekilde tahrip edilmesine yol açmıştır.

Ülkemiz insani yıllardan beri uygulanan devletçi ağırlıklı ormancılık politikalarından o kadar ürkmüştür ki heyelana maruz kalmış arazisindeki ağaçları bile devlet arazisine el koyar korkusuyla çoğu zaman kesmek zorunda kalmıştır” dedi.

Reklam
Reklam

Hürriyet


Çebi, kalıcı ve radikal tedbirler alınmadıkça bu felaketlerin önüne geçilebilmesinin de asla mümkün olmadığını belirterek, "Kalıcı tedbirler alınmazsa, küresel ısınmamın etkisi ile ülkemizdeki yaşam riski zamanla daha da artacak, bu gün ki felaketlerden çok daha büyük toplu ölümlere ve topoğrafik değişimlere yol açabilecek kitlesel toprak kaymaları ile tsunamiye benzer büyük su baskınları kaçınılmaz olacaktır.

Sel ve su baskını felaketlerinin önüne geçilmesinin tek ve en etkili yolu ormanlık alanların artmasına da önemli katkı sağlayacak Kırsal Dönüşüm Projesi'dır.


Kürem-Der Genel Başkanı Faruk Çebi, depremden yangınlara, kasırgadan sel ve su baskınlarına kadar yaşanmış felaketlerin çoğunun unutulmayacak büyük acılara neden olduğunu belirterek, Türkiye'yi bekleyen felaketlerle ilgili hazırladıkları raporu ilk kez Hürriyet Dünyası'yla paylaştı.

İşte o rapordan öne çıkanlar;


HERKES TEHDİT ALTINDA

Özellikle son yıllarda küresel ısınmanında etkisiyle başta Endonezya, Malezya, Çin, Amerika ve Japonya olmak üzere birçok ülkede yaşanan sel ve su baskını felaketleri karşısında büyük ölçüde çaresiz kalınmıştır.

Reklam
Reklam

Japonya'daki devasa deniz dalgaları, Çin'deki kitlesel toprak kaymaları ve Amerika'daki bir yerleşim yerini denize çeviren yağmur sularının yarattığı olağanüstü facialar insanlığın hafızasına kazınmış, söz konusu faciaların neden olduğu can kayıpları da vicdanları acıtmıştır.

Dünya'nın birçok yerindeki felaketleri televizyonlarda ya da gazetelerde izleyenlerin birçoğu benzer felaketlerin tehdidi altında yaşadıklarından çoğu zaman bihaber kalmışlardır. Ülkemizde de olduğu gibi yaşamı tehdit eden doğal felaketlerin varlığı ne yazıktır ki yaşamları yok eden büyük facialardan sonra fark edilebilmiştir.


BOZULAN DOĞAL DENGE

Tıpkı tüm Dünya'da olduğu gibi başta Doğu Karadeniz Bölgesi olmak üzere ülkemizin değişik bölgelerinde can ve mal kayıplarına neden olan sel ve su baskını felaketleri son yıllarda hem çok daha sık hem de çok daha şiddetli yaşanır olmuştur.

2010 yılında Rize-Gündoğdu'da olduğu gibi bu güne kadar yaşanmış ve muhtemelen gelecekte de yaşanabilecek olan bu nevi felaketlere başta özel mülkiyete ait ormanlar olmak üzere doğal kaynakların hoyratça tahrip edilmesi sonucunda bozulan doğal dengenin neden olduğu tartışılmaz bir gerçektir.

Reklam
Reklam

ORMAN YASASI GERÇEKLERLE TERS

Ülkemizdeki doğal özel ormanların yok olmasında ülkemiz gerçekleriyle uyum sağlamayan "orman yasasının” etkisi göz ardı edilemeyecek kadar çok büyük olmuştur. Ormanların tamamını devlete ait olduğunu şart koşan yürürlükteki "6831 sayılı orman yasası” ülkemiz gerçekleriyle büyük ölçüde ters düşmüştür.

Sadece ağaç ve ormandan dolayı tapulu olup olmamasına bakılmaksızın özel mülkiyet hakkı uzun süreden beri devlet adına gasp edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından verilen tapu belgeleri yürürlükteki orman kanunuyla yok hükmünde sayılarak binlerce dönüm büyüklüğündeki vatandaşa ait arazi devletleştirilmiştir.


ATEŞLİ HASIMLIK

Bu durum, ormanla vatandaş arasında yıllardır süregelen uyumlu bir hısımlığı ne yazıktır ki ateşli bir hasımlığa, söz konusu hasımlık ta özel mülkiyete ait ormanları tarım arazisine dönüştürmüştür. Söz konusu dönüşümden dolayı bitki durumu, arazi yapısı ve iklim şartları itibarıyla diğer bölgelerden farklılıklar gösteren "Doğu Karadeniz Bölgesi” çok daha fazla zarar görmüştür.

Reklam
Reklam

Yıllardan beri yaşanan bu dönüşümden dolayı tabiatın doğal dengesi olağanüstü bozularak sel ve su baskını felaketine açıktan davetiye çıkarılmıştır.


RANTA DAYALI HAFRİYAT

Başta Doğu Karadeniz Bölgesi olmak üzere özellikle kırsal alandaki yerleşim yerleri genellikle dağınık ve geniş alanlara yayılmıştır. Arazının yüksek eğiminden dolayı özellikle köy ve orman yolu inşaatının hafriyatıyla bir taraftan doğal bitki örtüsü büyük ölçüde yok edilmiş diğer taraftan da arazı bütünlüğü derin yarlarla parçalanmış, dere yataklarının doldurulmasıyla da suyun doğal akış mecrası olabildiğince daraltılmıştır.

Derin vadilerin kesişme noktalarındaki yol güzergâhını oluşturan hafriyat bentleri, aşırı yağmurların oluşturacağı yapay göletlere uygun bir zemin hazırlamıştır. Tıpkı Karadeniz Otoyol'unda olduğu gibi deniz kenar çizgisine paralel yapılan otoyollar da yüzeysel suların dere yatakları ve menfezler dışında denize akışını tamamen engellemiştir. Ayrıca dere yataklarındaki yapılaşmalar ile başta İstanbul olmak üzere birçok ilimizdeki ranta dayalı hafriyat dökümleri de sel ve su baskınlarının en büyük nedeni olmuştur.

Reklam
Reklam

SELE ZEMİN HAZIRLANDI

Yıllardan beri uygulanan ormancılık politikalarıyla başta Doğu Karadeniz Bölgesi olmak üzere ülkemizin değişik yerlerindeki sahipli ormanlar büyük ölçüde yok edilirken ulaşım politikalarıyla da doğal yapı olağanüstü tahrip edilmiştir.

Kaçak yapılaşma ve hafriyat dökümü gibi ranta dayalı projeler de yaşanan olumsuzluğu daha da artırmıştır. Bu durum, sel ve su baskınlarının oluşmasına uygun bir zemin hazırlamıştır. Bundan dolayıdır ki ülkemizin birçok bölgesi havza bazında sel ve su baskını felaketi karşısında ciddi boyutta tehdit altındadır. Bu sorun terör sorunundan sonra ülkemizin en önemli sorunudur ve yaşam adına ivedilikle çözümü kaçınılmazdır. Söz konusu sorunun kalıcı tek çözümü de "Kırsal Dönüşüm Projesi”dir.


BÜYÜK TEZAT

31.12.1981 tarihine kadar tarım arazisine dönüştürülen devlete ait ormanlık alanların orman sayılmaması amacıyla yürürlükteki orman yasasının birçok maddesi sıkça değiştirilmiş olmasına rağmen, özel mülkiyet adına tapulu olup orman olarak korunan araziler ile işlenmediğinden dolayı ormana dönüşen eski tarım arazilerinin tamamını devlet adına orman olarak tescil edilmesini zorunlu kılan yasakçı maddelerine de bu güne kadar hiç dokunulmamıştır.

Reklam
Reklam

Ne yazıktır ki yıllardan beri özellikle arazi rantının yüksek olduğu şehirlerde kaçak binalarla işgal edilmiş hazine ve orman arazilerine işgal eden adına tapu dağıtılırken, ağaç ve ormanın işgal ettiği sahipli tarım arazilerine de tapulu olsa bile devlet adına el konulmuştur. Ormanını koruyanın cezalandırıldığı, tahrip edenin de mükâfatlandırıldığı algısına neden olan ormancılık politikaları sahipli ormanların tahribine kamuoyu vicdanında da karşılık bulmasına neden olmuştur.


TEK ÇARE KIRSAL DÖNÜŞÜM PROJESİ

Nasıl ki depremle mücadelenin kesin ve kalıcı çözümü kentsel dönüşüm projesi ise sel ve su baskınlarıyla mücadelenin de kesin ve kalıcı çözümü de kırsal dönüşüm projesi olacaktır.

Sel ve Su Baskını Felaketine maruz kalmış havzaların başta orman varlığı olmak üzere tahrip edilmiş tüm doğal değerlerinin tekrar havzaya kazandırılması amacıyla yapılan çalışmaların karşılığı olan Kırsal Dönüşüm Projesinin derh


Bu amaçla başta orman yasası olmak üzere diğer birçok yasada radikal değişikliğe gidilmelidir. Yeni yasalarla devlet adına gasp edilmiş bütün tapulu araziler ön koşulsuz, tapusuz sahipli araziler de orman yetiştirme koşuluyla sahibine ya da verasetlerine iade edilmelidir. Heyelan riskine maruz kalmış havzalardaki ormandan dönüşme tarım arazileri derhal vatandaş adına tesis edilecek ağaçlandırma projeleriyle ormanlaştırılmalıdır.

Reklam
Reklam