İSTANBUL (AA) - Şair ve yazar Nurullah Genç, şiir yazılan dilin iyi bilinmesi gerektiğine belirterek, "Şiir bir medeniyet, bir dil meselesidir. Hangi medeniyetin insanıysanız o medeniyeti iyi bileceksiniz. Şiirini yazdığınız dili iyi bilmek zorundasınız. Eğer dille ilgili hatalarınız varsa yazdığınız şiirde dilden kaynaklı hatalar yaparsınız. Bu da o şiirin değerini düşürür. O şiiri geleceğe kama noktasında zedeler." dedi.
Sancaktepe Belediyesi ve Sancaktepe İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü iş birliğiyle düzenlenen 8. Sancaktepe Kitap Fuarı'nda sevenleriyle buluşan Genç, konferans verdi.
"Gözlerine Yazılmamış Bir Destan" adlı şiirini okuyarak konuşmasına başlayan Genç, "Şiir sadece bir söz sanatı değil. Kelimelerle bir yere kadar oynayabilirsiniz ama kelimelerin arka planı boşsa ve ıstılahi manaya inemiyorsanız, şiirde derinlik dediğimiz hadiseyi yakalayamazsınız. Günübirlik, rastgele imgelerle yazılmış şiirin de geleceği olmaz." ifadelerini kullandı.
Genç, Bursalı Ahmet Paşa'nın "Canıma bir merhaba sundu ezelden çeşm-i yar/Öyle bir mest oldum ki gayrın merhabasın bilmedim" beyitini hatırlatarak, "Şiir bir medeniyet, bir dil meselesidir. Hangi medeniyetin insanıysanız o medeniyeti iyi bileceksiniz. Şiirini yazdığınız dili iyi bilmek zorundasınız. Eğer dille ilgili hatalarınız varsa yazdığınız şiirde dilden kaynaklı hatalar yaparsınız. Bu da o şiirin değerini düşürür. O şiiri geleceğe kama noktasında zedeler." diye konuştu.
Dilin bir semboller bütünü olduğunu ifade eden şair, insanın diğer canlılardan farklı olarak dili geliştirmek gibi bir rolü olduğunu söyledi.
Genç, şiir yazmaya ilişkin bir hatırasını şu sözlerle anlattı:
"1979 yılında elimde bir şiir var, sıkı sıkı tutmuş okuyacak adam arıyorum. Kimseler de dinlemek istemiyor. 19 yaşında bir delikanlı delirmiş gibi şiir yazıyor. Elleri bazen paslı, bazen unlu. Yeri geliyor inşaatlarda çalışıyor, yeri geliyor fırında. Dolaştım şiirimi okuyacak birilerini arıyorum ama şiirle kimseler ilgilenmiyor. Kendi kendime bir karar verdim, bu şiiri kimseye yarın dinletemezsem bırakacağım şiir yazmayı diye.
Ertesi gün heyecanlandım, akşama kadar kimseye okuyamazsam şiir bitecek benim için. Kapatacağım defteri yani. Akşama kadar bekledim tabii dinleyen kimse olmadı. Akşam namazına yarım saat kala bir çay evine gittim oturdum. Soğuk bir Erzurum akşamında hüzünlü bir şekilde camdan dışarı bakıyorum. On dakika sonra elinde kitapla bir genç girdi içeri, nasıl sevindim, anlatamam. Sobanın yanına gitti, elindeki kitabı okuyor. Hemen yanaşmaya başladım. Gittim yanına, 'şiirim var 15 gündür zihnimde dolanıyor, dinler misin' dedim. 'İyi, oku bakalım' dedi. Şiir bitince birkaç tenkitte bulundum. Sonra tanıştık tabii, ismimi duyunca özür dilemeye başladı. Meğer birbirinin şiirlerini bilen iki şairi buluşturmuş Allah. Rahmetli Nazir Akalın'dı o genç. O dönem Şeref Akbaba ile beraber çıkardığımız edebiyat dergisine şiir gönderirdi. Ben de onun şiirlerini tahlil ederdim. Onun vesile kılınmasıyla devam ettim şiire."
Şiir metninin, okuyan herkeste başka izler bıraktığını aktaran şair, şiirlerin ancak şairlerin iç dünyasında olgunlaşarak samimiyet kazanacağını dile getirdi.
Genç, konferansın ardından kitaplarını imzaladı.