Son Kapaklıkayalar Dolmenler

Daha çok Trakya’dan bilinen dolmenlerin Behramkale’de bulunması son yılların önemli keşiflerinden. Bulunduklarından bir süre sonra, definecilerin saldırısına uğramaları ve büyük ölçüde tahrip edilmeleri dehşet verici.

Yazı: Necmi Karul / Fotoğraflar: Bünyad Dinç

Çanakkale Behramkale’de, Demir Çağı’nın megalitik mezar anıtları dolmenler bulundu. Batıda, Trakya ile sınırlı bir coğrafyadan bilinen dolmenlerin, Marmara’nın güneyinde bulunması son yılların önemli keşifleri arasında. Henüz çok azı bilinen ve tahrip edilen bu anıtların acilen koruma altına alınması gerekiyor. Dolmenlerin bulunduktan hemen sonra definecilerin talanına uğraması, Magma tarafından görüntülendi.

![](https://imgrosetta.mynet.com.tr/file/12532955/640xauto.jpg)

Yakın zamana kadar Trakya’daki dolmenlerin Istranca Dağları ile sınırlı bir bölgede olduğu biliniyor ve bu nedenle de Istranca Dolmenleri olarak adlandırılıyordu, ancak geçtiğimiz günlerde Magma Dergisi fotoğrafçılarından Bünyad Dinç, Çanakkale’nin Ayvacık ilçesine bağlı Behramkale ve Büyükhusun Köyleri arasında dolmenleri fotoğrafladı.

Reklam
Reklam
![](https://imgrosetta.mynet.com.tr/file/12532958/640xauto.jpg)

Kısa süre önce Çanakkale Müzesi’nin envanter çalışmalarında ortaya çıkan dolmenler, bilim dünyasında henüz yeterince yankı bulmamışken Bünyad Dinç dolmenlerin tahrip edildiğini görüntüledi. Öyle ki definecilerin kazı aletleri, araç gereçleri yağmalanmış, yıkılmış anıtların yanı başındaydı.

Durum acilen Çanakkale Müzesi’ne bildirildi. Bu arada bölgede yaşayanlardan, Anadolu arkeolojisi açısından büyük bir keşif olan dolmenlerin çok daha fazla olduğunu, ancak günümüze çok azının korunageldiğini öğreniyoruz. Şimdiyse kalanların akıbetinin ne olacağı merak konusu.

Öteki dünyanın kapıları

İnsan için gizemini her zaman koruyan ölüm, farklı din ve inançların üzerinde durduğu ortak olguların başında gelir; birçoğu ölümü bir son olarak görmese de her inanç, ölülerini farklı ritüellerle uğurlar. Ölümün herkesçe kabul edilen ortak noktası bedenin artık yaşamıyor olmasından öte bir şey değildir aslında.

Reklam
Reklam

Bununla birlikte ölümün anlamı da ölenin arkasından yaşananlar da farklıdır. Kimi insan yaşadığı dünyayı sessiz sedasız terk ederken kimileri için törenler düzenlenip anıtlar inşa edilir. Güç sahibi olanların yaşarken sahip olduğu statüyü ölümden sonra da sürdürme arzusu çoğu ritüellerin de kaynağı olur. Yok oluşu hafifletmeye, ölümden sonra da kalıcı olmaya dair arayışlarsa neredeyse insanlık tarihi kadar eskiye dayanır.

Tarih öncesinden günümüze, ölümün farklı yansımalarıyla karşılaşılır. Ev tabanlarının altlarına cenin pozisyonunda gömülen bedenler ve ölü hediyeleri, ölümle yaşam arasındaki sınırı zorlarken kayalara oyulan mezarlar, gömüt üzerine metrelerce toprak yığılarak oluşturulan tümülüsler ve piramitler, âdeta ölüme meydan okur.

![](https://imgrosetta.mynet.com.tr/file/12532967/640xauto.jpg)

Mısır’da olduğu gibi hükümdarlar, hizmetkârları ve hayvanlarıyla ya da ilk Çin İmparatoru Qin Shi Huang gibi öteki dünyayı yönetirken ona eşlik edecek binlerce terakota askerle birlikte gömülür.

Reklam
Reklam

Anıt mezarlar arasında yer alan megalitik mezar ya da dolmenler, Avrupa’ya özgü bir gelenek olarak tanınmakta, özellikle İngiltere’deki Stonehenge gibi Kuzey ve Batı Avrupa’da kazısı yapılmış birçok örneği bulunmaktadır. Megalitik anıtların MÖ 3. bin yılın başlarına kadar inen Avrupa’daki örnekleri dışında Kafkaslar, Doğu Akdeniz, Kuzey Afrika ve Batı Akdeniz’deki adalarda keşfedilenler; bu geleneğin Kırım’dan Japonya’ya kadar geniş bir coğrafyaya yayıldığını gösterir.

Türkiye’de, 20. yüzyılın başlarından itibaren Trakya’da Istranca Dağları’ndan tanınan megalitik anıtlar sonraki yıllarda kuzeydoğu Anadolu’da, Adıyaman ve Kahramanmaraş’ta da bulundu. Ancak sayısal olarak en yoğun olduğu ve araştırıldığı yer Trakya. Kırklareli ve Edirne illerinin yanı sıra Trakya’nın Yunanistan ve Bulgaristan kesimlerinde yoğun olarak bulunan bu mezar anıtlarının ülkemizde 120 kadarı belgelenmiş durumda.

![](https://imgrosetta.mynet.com.tr/file/12532973/640xauto.jpg)

Yörede iki tür megalit anıtla karşılaşılır. Bunların ilki dikilitaş şeklinde ve menhir adıyla bilinir, genelde aynı alanda çok sayıda bulunur. Diğeri kapaklıkaya olarak da anılan dolmenlerdir. Dolmenlere daha çok bölgenin dağlık kesimlerinde, yapımı için gerekli olan yassı büyük taş blokların olduğu yerlerde rastlanır. Bulundukları arazinin, çevreye hâkim bir noktasına inşa edilen bu yapılar, yerel adından da anlaşılacağı gibi dörtgen bir mekân oluşturacak şekilde yerleştirilen 2 - 3 metre boyutlarındaki taşların üzerine konan bir kapak taşından oluşur.

Reklam
Reklam

Bir ya da iki odalı olan örneklerin önünde bir de sundurma bulunur. Odaların sundurmaya açılan ön yüzündeki taşta büyükçe bir delik vardır ve bunun ruhların giriş çıkışı için bırakılan bir açıklık olduğuna inanılır. Ancak bu açıklıklar olasılıkla farklı zamanlarda yeni gömütlerin yapılabilmesi için kapı olarak kullanılmıştır.

İlk bakışta, yalnızca mezar odalarını oluşturan taş bloklardan ibaret gözükse de dolmenler, dairesel bir duvarla çevrelenir ve bazen merkezinde yer alan odaya doğru konikleşen toprak ve taştan bir yığma tepenin içinde kalacak şekilde gömülür. Bu tür mezar anıtlarından biri olan Lalapaşa Dolmeni, Edirne Müzesi adına Murat Akman’ın yürüttüğü çalışmalarla açığa çıkarılan, ülkemizdeki kazısı yapılmış tek örnektir.

Dolmenlerin içerisinde bulunan kaplardan yola çıkarak Son Tunç Çağı ve İlk Demir Çağı’nda yapıldıkları; bazılarının Helenistik dönemde de kullanılmaya devam ettiği anlaşılıyor. MÖ 12. yüzyıl ile MÖ 5. yüzyıl arasına tarihlenen mezar anıtlarının Trak dönemiyle birlikte işlevini yitirdiği sanılıyor.

Reklam
Reklam