Mükemmel kariyer, mükemmel anne, mükemmel eş… Tüm bunlar kadınların kaldırabileceğinden çok daha fazla sorumluluk üstlenmesine bunun sonucunda da hem kendisini hem aile bireylerini mutsuz edecek tutumlar sergilemesine yol açıyor. Memorial Bahçelievler Hastanesi Psikoloji Bölümü’nden Uz. Klinik Psikolog Gözdem Özdem, modern çağda kadının rolleri ve bu koşullarda yetişen çocukların sorunları hakkında bilgi verdi.
Modern çağda kadının rollerine adım adım bakmak gerekmektedir. Öncelikle her kadın bir aileye mensuptur ve o ailenin kıymetlisi yani evladıdır. Aslında her kadın bir çocuktur. Hayat, çocuk rolünü zamanla evrilterek iş rolünü, zamanla eş rolünü, ev hanımı rolünü ve son olarak annelik rolünü kadına sunmaktadır. Tüm bunlardan, çoğu zaman belki de sadece iş hayatı kadının kendi iradesiyle seçtiği roldür. Diğer her şey kendiliğinden gerçekleşen, döngünün bir parçası haline gelmiş hatta kadına dayatılmış roller olarak karşımıza çıkmaktadır. Çoğu zaman danışanlar psikoterapi seanslarında bu rollerin kendilerine dayatıldığını fark ederler. Oysa yetişkin olmak ile dayatma birbiri ile hiç anlaşamaz. Bir bireyi yetişkin yapan şey yani onu çocuk olmaktan ayıran nokta dayatmalar değil sorumluluklardır. Kadın, hem doğurmak hem de çalışmak ister. Kadının bu zorlanma ve kendisini zorlama döngüsü literatüre yeni bir tanımlama getirmektedir: “süper anne sendromu!”
Süper annelerin ortak özellikleri genellikle şöyledir:
30 yaş üstü eğitimli anneler
Mükemmeliyetçi kişiler
Tek çocuk sahibi olanlar
Geç ebeveynlik; çok beklenen çocuk
Sosyal medya dayatmasına yenik düşenler
Günlük dilde çokça -meli -malı kullanımı.
Süper anne sendromunun belirtileri fizyolojik ve psikolojik belirtiler olarak değerlendirilmektedir. Fizyolojik belirtileri;
Uykusuzluk,
Yorgunluk,
Dikkat dağınıklığı,
Sakarlık,
Yorgunluk,
Kas ağrılarına bağlı olarak dolaşım sisteminde bozukluk,
Fibromiyaljidir.
Psikolojik açıdan ise; büyük beklentiler ile güne başlayan anneler beklentileri karşılanmadığında öfke patlamaları yaşarlar. Çünkü bu beklentiler gerçekçi ve sağlıklı beklentiler değildir.
“Ben yaşayamadım, çocuğum yaşasın” düşüncesi bütün aileye zarar veriyor. Çocuğunun her istediğini yapan, “ben yaşayamadım çocuğum yaşasın” deyip özveriyi ve anlayışı elden bırakmayan ebeveynler, çocuklarının kendi hayatlarına adapte olmalarını farkında olmadan engellemektedir. Çocuk o kurstan çıkıp diğerine koştururken yaşadığı o boşluk hissini henüz tanıyamaz; yer yer gergin, yer yer suskun, yer yer öfkeli bir hale gelir. Buna karşılık bir süper anne şöyle düşünür: “Ben bu kadar verici oldum ama neye yaradı?” Böyle yetiştirilen çocukların kendi isteklerini dile getirmesi bile onlar için çok zorludur. Buna rağmen çocuk kendi isteklerini dile getirmeye başladığında anneleri tarafından yargılanır. Böylece çocuklar kendi isteklerini dile getirmemeyi öğrenir, tutuk bireyler haline dönüşür. Onları tutuk kılan ise hissettikleri korku duygusudur. Bir süper anne her şeye yetişmeye çalışırken öfke ve pozitif duygular arasında hızlı geçişler yaşar. Çocuğun korkusu annesinin nerede, ne zaman, nasıl davranacağını bilemeyişidir.
İyilik niyetiyle yapılan hatalar çocukta boşlanmışlık hissi yaratır. Bu his ile kendi hayatını inşa edemeyen bir bireyin yetişkin olması beklenemez. Bu kimseler daima hayatlarındaki zorluklar ile yüzleşmekte zorlanan, yetersiz, alıngan, kırılgan olacaktır, kısacası narsist çocuklar haline geleceklerdir. Aslında onlar elbette narsist ya da diğer ifade ile bencil çocuklar olmak istemeyeceklerdi. Ancak gelişen süreç onların farkında olmadan bencilliklerinin gelişmesine olanak tanımaktadır. Bu dayatmanın en kötü sonucu ise çocukların baş etme, mücadele etme becerilerinin ellerinden alınmasıdır. Her ihtiyacını her zaman karşılayan süper anneler onları farkında olmadan pasifize etmektedir. Yani aslında bir yerde süper anne varsa orada süper çocuk yani narsist çocuk vardır. Bir yerde narsist ya da bencil çocuk varsa o aile, ‘çocuk endeksli’ bir ailedir.
Kusur algısı bakış açısını değiştirir. Kusursuz olmasını istedikçe beklentiler yükselir. Süper annelerin ise gerek kendi kusur ve hatalarına gerekse çocuklarının kusur ve hatalarına tahammülleri yoktur. Annenin kusursuzluk ihtiyacı, beklentinin yükselmesine ve gereğinden fazla sorumluluk almaya sevk eder. Tüm bunlar ise annelerin kendilerine en sık sorduğu ‘ Ben iyi veya yeterli bir anne miyim?’ sorusuna yanıt bulmak içindir. Özetle; mükemmel anne diye bir şey yoktur; içgüdüleri olan, sezi ve deneyimlerini sentezleyen, analiz eden anne olması gerekir. Rolleri arasındaki dengede kendisini konumlandırmakta zorlanan annelerin uzman rehberliğinde kendi ihtiyaçlarını fark etmeyi öğrenmesi gerekir.