Öncelikle, John Wick karakterinin, aynı Batman veya Süperman gibi, bir tür “süper kahraman” olduğunu bilerek seriye başlamak önemli. John, aslında insanüstü/doğa üstü “süper” güçleri olmayan ama çok yetenekli bir kiralık katil ve yaşadığı New York şehri de, bizim bildiğimiz New York değil, aynı Batman filmlerinde olduğu gibi, alternatif bir dünyanın New York’u…
Bu alternatif dünyada, polis teşkilatı ve devlet mekanizması, bizim bildiğimiz gibi işlemiyor. Tüm dünya dev bir mafya örgütünün kontrolünde bulunuyor ve dünyayı paylaşmış olan bu mafya örgütü için çalışan John Wick ise çok ünlü, çok korkulan, çok etkili bir tetikçi olarak biliniyor. Polis ve güvenlik güçleri ise “sıradan vatandaşları” sırada tutmak için görev yapan, etkisiz bir kurum olarak dikkat çekiyor.
Seriyi izlemeye başlarken bu bilgiyi aklımızın bir köşesinde tutmamız gerekiyor aksi halde, bu kadar çatışma yaşanırken, sokaklar kan gölüne dönerken, polis neden gelmiyor sorusu keyfimizi kaçırabilir.
Filmlerin senaryosu ise Keanu Reeves’in daha önceki filmlerinden alıştığımız, derin felsefi diyalogların ve düşünsel çatışmaların ağırlıkta olduğu bir senaryo değil. Aksine, John Wick filmleri, bir dans gösterisini andıran uzun ve bitmez silahlı çatışma ve yakın dövüş sahneleriyle geçiyor. Bu sahnelerin çekimi için oyuncuların kareograflar eşliğinde uzun çalışmalar yaptığını hatırlamak gerekiyor. Hatta bir John Wick filmi için, “aksiyon temalı dans filmi” ifadesini kullanmak da yanlış olmayacaktır.
Öte yandan John Wick filmleri, kendi içinde sistemi eleştiren, mafyanın, elitlerin, zenginlerin dünyaya hakim olduğu ve hiçbir kural tanımadıkları bir düzenin aslında günümüz dünyasının perde arkasında gerçek olduğunu vurgulamak isteyen cılız bir mesaj da veriyor ancak bunu gözümüze sokmak yerine, aksiyon filmi sevenleri yormadan yapmaya çalışıyor.
Seriyi yeni izlemeye başlayacaklar için, öncelikle ilk iki filmi izlemelerini şiddetle tavsiye ederiz çünkü aynı Star Wars filmleri gibi, John Wick serisi de belli bir öykünün üzerinde ilerliyor.