Tanışalım ben domuz gribi!

Virüsün henüz canavarlaşmadığı bu günden başlayarak kişisel sağlığımız yanında toplum sağlığını da düşünerek domuz gribi gerçeği ile tanışma zamanı geldi de geçiyor bile. İşte, domuz gribi virüsü ile ilgili doğru bildiğimiz yanlışlar..
Her yıl yeni bir grip virüsü yada bir salgın hastalıkla tanışıyor dünya. Bu yılın popüler ve bir o kadar da öldürücü olan salgını domuz gribi, Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre bugüne kadar 6 bin kişinin ölümüne neden oldu.
Domuz gribi virüsü hakkında diğer salgınlarda olduğu gibi tam bir karmaşa yaşanıyor. Karmaşanın nedeni ise hastalıkla ilgili pek çok bilinmeyenin olması daha doğrusu virüsün bulaşma yolları, belirtileri, teşhis ve tedavi yöntemlerinin salgının devam ettiği süreçte tespit edilmesi yanında yaşanan bilgi kirliliği.
Evet, domuz gribi virüsü her geçen gün hızla yayılarak can almaya devam ederken bu virüsün gerçek yüzüyle tanışma vakti geldi de geçiyor bile.
Konunu ile ilgili ilgisiz pek çok kişi bugüne kadar bu virüs ile ilgili pek çok açıklama yaptı ve toplum domuz gribi konusunda pek çoğu yanlış bilgilerle donatıldı.
Özellikle aşılama ve aşılanma konusu tam bir kaosa dönüştü. Sağlık bakanlığı önlem çerçevesinde 39 milyon doz aşı ile bu salgına dur demeyi planlarken aşıyı kimlerin olup olmayacağı, aşının güveninirliği, hatta aşı olmak gerekli midir gibi pek çok soru henüz cevap bulamadı.
Bakanlığın "aşı zorunludur" açıklamaları yanında, Sağlık eski bakanının ve bazı bilim adamlarının aşılama ilgili olumsuz düşünceleri akılları iyice bulandırdı.
Başbakan Erdoğan'ın bir konuşmasında Sağlık Bakanı'na kızıp " Ben aşı olmayacağım. Kime sormuşlarda bu kadar aşıyı almışlar" açıklaması bütün bu karmaşayı daha da arttırdı. Yine Avrupa ve ABD'de de uygulanan aşı ile Türkiye'de uygulanacak aşınının neden farklı olduğuda da henüz yanıtı alınmamış sorular arasında kaldı.
Bugün gelinen noktada akıllarda kalan pek çok soruya rağmen Sağlık Bakanlığı yarın itibari ile aşılama çalışmalarına başlıyor. Ve bakanlığın açıklamaları virüsün aralık ayından başlayarak tavan yapacağı yönünde.
Virüsün henüz canavarlaşmadığı şu günden başlayarak kişisel sağlımız yanında toplum sağlığını da düşünerek domuz gribi gerçeği ile tanışma zamanı geldi de geçiyor bile.
**İşte, domuz gribi virüsü ile ilgili doğru bildiğimiz yanlışlar:**

Domuz gribi orta şiddette seyreden gripten başka bir şey değildir. Ölüm oranı normal gripten daha düşüktür.

Reklam
Reklam

Bugüne dek dünyada 5.000 kişinin domuz gribinden öldüğü biliniyor. Fakat yalnızca ABDde her yıl kış aylarında ortalama 36.000 kişi gribe bağlı nedenlerle yaşamını yitiriyor. Bu rakamlar baz alındığında, pek çok insan domuz gribinin, normal mevsimsel gripten daha tehlikesiz olduğunu düşünüyor.

Bir kere bu rakamları karşılaştırmak yanlış. 36.000 rakamı epidemiyolojik çalışmalardan elde edilen bir veri. Washington DCdeki George Washington Üniversitesinden Lone Simonsen, grip salgınlarının zamanlamasının yıldan yıla farklılık gösterdiğine dikkat çekerek, herhangi bir ay içindeki normal ölümlerin, grip patlamasının yaşandığı dönemde aynı ay içindeki ölümler ile karşılaştırılması gerektiğini söylüyor. Bu tür çalışmalar, her yıl grip sezonu sırasında veya hemen sonrasındaki ölüm oranlarındaki artışları gösteriyor. Ölümlerin pek çoğunun kaynağı açıkça grip veya gripten sonra ortaya çıkan akciğer enfeksiyonlarıdır. Ne var ki bu ölümlerin yarısından fazlası grip ile ilgili olmayabilir, çünkü grip çoğunlukla kalp krizini veya inmeleri tetikleyerek dolaylı yollardan can alır.

Reklam
Reklam

Oysa domuz gribinin neden olduğu düşünülen ölümler doğrudan, virüs kaynaklı solunum yolları enfeksiyonuna bağlıdır. Dolaylı ölümler normal grip için hesaplanan 36.000 ölümün çoğunluğu- hesaba katılmamıştır. Sonuç olarak 2009 yılı içinde H1N1 gribinden ölenlerin sayısına ilişkin bir tahminde bulunmak olanaksız görünüyor. Belki de normalden daha az sayıda ölüm vakası olacaktır, çünkü kalp krizi gibi ikincil nedenlere bağlı olarak daha yüksek bir riske maruz kalan yaşlılar, virüse karşı bir tür bağışıklık kazanmış olabilir. Ne var ki toplam sayı, büyük bir olasılıkla daha yüksekmiş gibi görünecektir, çünkü virüs normalin üzerinde insanı etkileyecek ve çoğunlukla doğrudan ölümlere neden olacaktır.

Kaldı ki domuz gribi salgınının etkisi yalnızca ölü sayısı ile ölçülemez. Bu salgın, daha öncekiler gibi yaşlıları değil daha çok genç insanları öldürüyor (Bknz: Şekil 1). Ekim ayının ilk günlerinde yalnızca ABDde 76 çocuk ve ergen domuz gribinden öldü. Bu rakam normal kış rakamlarından oldukça yüksek. Kaldı ki kış daha yeni başladı.

Reklam
Reklam

Bir de şöyle düşünün. 2009 H1N1 gribi aslında iki hastalıktır.. Biri pek çok kişi için normal grip; diğeri az sayıda insan için öldürücü nitelikte bir akciğer hastalığıdır. Ağır vakaların pek çoğu bebeklerde görülürken, etkilenen yetişkinlerin yaşı 20 ile 50 arasındadır.


Nüfusun yaklaşık üçte birinin H1N1 gribine yakalanması bekleniyor, çünkü az sayıda insan virüse karşı etkili antikor proteinine sahip. Çok fazla insanın aynı anda hastalanması durumunda ikinci dalga hastanelerin dolup taşmasına ve kamu ve özel sektörde hizmetlerin aksamasına yol açacak. Dolayısıyla domuz gribine yakalanmasanız bile, bu hastalığın olumsuz etkilerinden nasibinizi alacaksınız.

Aslında endişenin esas kaynağı hastalığın ağır seyreden şeklidir. Bu da virüsün doğrudan akciğerlere saldırması şeklinde kendini gösterir. Bazı özel koşullar virüsün akciğerleri tutmasına zemin hazırlar. Örneğin akciğerleri hasarlı astım ve sigaraya bağlı kapasite düşüklüğü-, bağışıklığı baskılanmış hamileler-, enflamasyon yıkımına maruz kalmışobezite, diyabet, kalp/damar hastalıkları- kişiler risk grubunu oluşturur. Ne var ki hastalığın ağır seyrettiği vakaların pek çoğunda bu özel koşullar söz konusu değildir. O halde H1N1 virüsü niçin bazı kişilerde ölümcül akciğer tutulumuna yol açarken, bazılarında hafif grip belirtileri ile geçiştiriliyor?

Reklam
Reklam

Bu sorunun yanıtı, kısmen bazılarımızın bir miktar bağışıklık korunması altında olmamızdır. Vücut gribe karşı kendini iki koldan savunur. Biri, antikor denilen proteinlerin virüslere bağlanarak çoğalmalarını engellemesidir. Diğeri, bağışıklık hücrelerinin enfekte olmuş hücreleri avlaması ve yok etmesi şeklinde kendini gösterir. Antikorlardan farklı olarak hücre bazında faaliyet gösteren bağışıklık, sizin hasta olmanızı engellemez, ancak hastalığın ağırlaşmasını önler.

Eğer 50 yaşının üzerinde iseniz, büyük bir olasılıkla H1N1 gribine karşı etkili antikorlara sahipsinizdir. Çünkü vücudunuz H1N1 virüsünden çok da farklı olmayan virüslere daha önce maruz kalmıştır. İşte bu nedenle görece olarak daha az sayıda yaşlı insan, domuz gribinin ağır seyreden türüne yakalanır.


2009 H1N1 gribinin semptomları normal gribinkilere benzeyebilir, fakat genellikle farklılık gösterir. Hastada, genel grip semptomlarının yanı sıra mide bulantısı, mide krampları ve ishal görülebilir. Ve vakaların yarısında ateşin yükseldiği görülmez.

Reklam
Reklam

Bu şaşırtıcı gelmemeli. Geçen yıl yapılan bir araştırmaya göre deney amacıyla H1N1 ile enfekte edilen insanlarda ateşin yükseldiği görülmedi. 2009 gribinin ağır seyreden türlerinde dahi ateş söz konusu olmadı. Kanadadaki Manitoba Üniversitesinden Anand Kumar, Hastaneye yatırılan hastaların %10unda ateş tespit edilmedi diyor. İşin acıklı yönü bu mesajın doktorların tümüne ve sağlık hizmetlilerine ulaşmamış olması. Pek çok vakada resmi rapor şöyledir: Eğer ateşiniz yoksa gribe yakalanmamışsınız demektir.

Bu çok tehlikeli sonuçlara yol açabilir, çünkü domuz gribine yakalandığınızın farkında değilseniz, ağır seyreden türünün belirtilerini gözden kaçırabilirsiniz. Bu belirtiler soluk almakta zorlanma, göğüs ağrısı veya dudakların morarmasıdır. Kumar, bu belirtilerin iki günden daha uzun sürmesi durumunda Tamiflu gibi antiviral ilaçlara hemen başlanması gerektiğini söylüyor. Ve bu ilacın 5 gün boyunca kesintisiz alınması gerekiyor.


Sağlımızı korumak hafif seyreden grip vakalarında hastalığın daha da hafif atlatılmasını sağlar. Sigara içmemek, aşırı kilolardan kurtulmak, aşırı içki içmemek, salgının ağır geçirilme riskini azaltır.

Reklam
Reklam

Ancak organik gıdalara yönelmek ile gribin kolay atlatılması arasında herhangi bir ilişkinin bulunduğu yönünde bilimsel bir kanıt söz konusu değil. Son yapılan bir araştırma D vitamininin koruyucu olduğu iddiasının doğrulamadı. Bilimsel çalışmalar bol sıvı tüketilmesi önerisini de desteklemiyor. Kaldı ki aşırı sıvı almanın zatürreeye iyi gelmediği biliniyor.

Pek çok insan maskenin kendilerini koruduğuna inanıyor, ancak viral parçacıkların çoğuna karşı koruma sağlayan N95 maskelerini kullanan Kanadalı hemşirelerin, normal bez maske takanlarla aynı oranda gribe yakalanması, maskenin, nasıl olursa olsun, koruyucu etkisinin olmadığını gösteriyor. Şaşırtıcı olan el yıkamanın da yararlı olduğunu gösteren çok az sayıda kanıtın olması. Bu alışkanlık yalnızca çocuklarda yararlı.

Yetersiz uyku, bağışıklık sisteminin optimum çalışmasını engellediği için, hastalığa yakalanmamak için uykusuz kalmamaya dikkat etmek gerekir. Benzer şekilde rafine şeker ve bu şekerle yapılmış yiyeceklerden de uzak durmakta fayda var, çünkü şekerin fazlası da bağışıklık sistemini baskılayabiliyor. O zaman koruyucu olarak geriye tek bir yöntem kalıyor. O da aşılanmak.

Reklam
Reklam

H1N1 aşısının sizi ve aile üyelerini virüse karşı koruması gerekir. Ancak insanlar aşıya aylarca ulaşamayabilir. Belki de ulaşma şansları hiç olmayabilir. Aralarında ABD ve İngilterenin de bulunduğu bazı ülkeler herkesin aşılanmasına yetecek kadar aşı ısmarladılar. Ne var ki siparişler parti parti teslim ediliyor. Çünkü aşı virüsünün gelişmesi zaman alıyor ve aşı üreten fabrikaların sayısı az.

Yoksul ülkelerin çoğu, çok az sayıda aşıya sahip olacak; belki de hiç olamayacak. Zengin ülkelerde ise aşılanıncaya kadar çok sayıda insan yine hastalanacak; bazıları ölecek.

ABDdeki anababaların yaklaşık yarısı çocuklarını aşılatma konusunda kararsızlar. Bunun nedeni aşının yan etkileri ile ilgili ortada dolaşan, temelsiz dedikodular. Oysa çocuklar genel olarak aşılanması öncelikli risk grubunu oluşturuyor.

Şu anda piyasada hem salgın grip türüne karşı, hem de normal gribe karşı aşı bulunuyor. Şimdi insanlar hem normal grip aşısını, hem de domuz gribi aşısını olmak zorunda mı? Bu soruya kimse kesin bir yanıt veremiyor. Daha önceki salgınlarda, yeni virüs daha önceki, etrafta dolaşan virüsün yerine yerleşiyordu. 2009 gribinin istilası altında olduğumuz şu günlerde grip vakalarının yalnızca %1i eski virüs türünden kaynaklanıyor. Bazı uzmanlar eski H3N2 virüs tipinin kış mevsiminin sonlarına doğru yeniden güçleneceğinden korkuyor. Bu nedenle normal, mevsimsel grip aşısını olmamızı tavsiye ediyorlar.

Reklam
Reklam

Acele bir şekilde hazırlanan ve piyasaya sürülen bu aşıların güvenilirliği büyük tartışma yaratıyor. Özellikle bu aşıların yol açabileceği yan etkilerin domuz gribinden daha tehlikeli olabileceğine dair yorumlar yapılıyor. Bu kadar hafif seyreden bir grip için bu yan etkileri göze almak gereksiz!

Bu grip her zaman hafif geçmeyebiliyor; genç ve sağlıklı insanlar için ölümcül olabiliyor. Siz de bu şanssız insanlardan biri olabilirsiniz. Hatta siz gribi hafif atlatsanız bile, ailenizin bir üyesine veya arkadaşınıza bulaştırdığınız hastalık onlarda çok ağır bir seyir izleyebilir.

Aşıya gelince.. İnsanların aşı konusundaki hassasiyetleri geçmişteki talihsiz olaylardan kaynaklanıyor. 1976 yılında, 1918 salgınının vahim sonuçlarının tekrarlamasından korkulduğu için 48 milyon Amerikalı aşılandı. Bunların 532sinde, Guillain-Barre sendromu denilen ve bazı başıboş antikorların sinir hücrelerine saldırması sonucu ortaya çıkan felç durumu gelişti. Bunların çoğu iyileşti, yalnızca 25i ya öldü ya da sakat kaldı.

1976da yapılan aşının yan etkisi 1 milyonda 10 oranında görülürken, normal grip aşısında başka nedenlerle Guillain-Barre hastalığına yakalanma oranından bir vaka fazlası ortaya çıkıyor.

Bu tablo aşılanmamanın daha güvenliği olduğu anlamına mı geliyor? Kesinlikle gelmiyor. İlk başta domuz gribinin insanları öldürme riski var. İkincisi, çok az insanın bildiği bir gerçek var. O da gribin kendisinin Guillain-Barre sendromuna yol açma riskinin herhangi bir grip aşısından daha fazla olması. 2009 yılında yapılan bir araştırmaya göre gribe yakalanan her milyonda 40-70 kişide Guillain-Barre hastalığı görülüyor. Dolayısıyla Guillain-Barre hastalığına yakalanmamanın en uygun yolu grip aşısı olmak.

Aşılarla ilgili bir diğer kaygı nedeni de adjuvan denilen bağışıklığı uyarıcı kimyasallar. Bunlar bazı aşılara ilave ediliyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) salgın aşılarına adjuvan ilave edilmesini istiyor. Şu anda ABDde üretilen aşılarda adjuvan bulunmamakla birlikte Avrupada üretilenlerde var.

Pandemik aşılarının tümü kendi güvenlik testlerinden geçiriliyor ve hemen hemen hepsi mevsimsel grip aşılar baz alınarak üretiliyor. Çok nadir yan etkiler milyonlarca insan kullandığı zaman ortaya çıkabiliyor. Adjuvan içeren mevsimsel grip aşıları çoğunlukla yaşlı insanlara yapılıyor. Dolayısıyla bunların nadir görülen yan etkilerinin gençlerde ortaya çıkıp çıkmayacağını bilemiyoruz.

Aşı nedeniyle Guillain-Barre hastalığına yakalanma riski milyonda birden azdır. Bu hastalığa grip nedeniyle yakalanma riski ise milyonda 40tır. Domuz gribinin ABDde yaklaşık 800 kişinin ölümüne yol açtığı belirtiliyor. Bu da milyonda 2 kişi anlamına geliyor. Domuz gribinin ilk dalgasında ABDdeki yaşı 4 ve altında olan 20.000 çocuktan yalnızca biri hastanelik hale geldi. Bu durumda aşılanmamanın daha güvenli olduğunu hâlâ düşünüyor musunuz?


Yaygın bir görüşe göre patojenlerin etkisi her zaman türden türe atlarken azalır. Ancak bazı durumlarda mikropların güçlendiği de görülmüştür. H1N1 virüsü söz konusu olduğunda kimse virüsün ileride bu süreçten güçlenerek mi, yoksa zayıflayarak mı çıkacağını bilmiyor.

Bu aşamada söylenecek tek şey bugün virüsün domuz gribinin tek ilacı olduğu düşünülen Tamifluya karşı dirençli bir türe dönüşüp dönüşmeyeceği konusunda fikir beyan etmek. Bugüne de Tamifluya dirençli bir türüne rastlandı, ancak bu tür panik uyandıracak kadar yaygın değil.

Ayrıca domuz gribi geçiren insanların çoğu bağışıklık kazanıyor. Bu bağışıklığı yıkabilecek güçte olan yeni bir virüs türü halihazırdaki türün yerine geçebilir. Şimdi bu yeni çıkan tür daha mı güçlü, yoksa daha mı zayıf mı olacak?

Daha önceki salgınlarda ikinci dalga bazen ilkinden daha da kötü olmuştu. Bunun nedenleri konusunda kesin bir değerlendirme yapılamıyor. Bu, virüsteki genetik değişikliklerden kaynaklanabildiği gibi, hava koşulları gibi başka faktörlerden de kaynaklanmış olabilir. Amerikan Sağlık Enstitüsünden (NIH) Jeffery Taubenberger, 1918 gribinin bu kadar ölümcül olmasını, zayıflamış akciğerleri enfekte etmiş olan bakterilere karşı antibiyotiklerin olmamasına bağlıyor. Eğer haklı ise, 1918 gribinin kış aylarında ortaya çıkan ikinci dalgası daha ölümcüldü ve bunun nedeni viral evrim değil, bakteriyel enfeksiyonların kış aylarında daha yaygın olmasıydı.


Bundan bir sonraki salgın 2059 yılında da ortaya çıkabilir, gelecek yıl da. Grip salgınları belirli bir şablon izlemez. Bugüne dek tespit edilen salgınlar şu yıllarda ortaya çıktı: 1580, 1729, 1781, 1830, 1847, 1889, 1918, 1957, 1968 ve 2009. Ancak bu sonuncusunun ortaya çıkış şekline baktığımızda yeni salgının çok da uzakta olmadığı ortaya çıkar.

Yeni bir salgını olabildiğince geciktirmenin de yolları var. Griplerin yoğun çiftçilik faaliyetlerinin bir ürünü olduğu düşünüldüğünde, bu yollardan biri büyükbaş hayvanlardaki virüsleri yakından izlemek. Bunlar aşılanmış hayvanlar da olabilir. Çünkü bazı grip türleri aşılanmış hayvanlarda da evrilip yayılabilir.

Gelişmeler aslında umut verici. Bilim insanları rekor hızda aşı üretebiliyorlar. Ancak grip virüsü enfekte ettiği hastaların yarısını öldürürse başımız belada demektir. Şimdiki grip salgını, tüm grip virüslerine karşı etkili tek bir aşı üretilmedikçe, aşıları daha hızlı üretmemiz gerektiğini ortaya koyuyor.