İSTANBUL (AA) - DİLEK DALLIAĞ - Türk sanat musikisinin usta isimlerinden Mustafa Sağyaşar, "Karam", "Unutamam Seni", "Sabret Gönül", "Yıldızlı Semalar", "Zeytin Gözlüm" gibi şarkıların da yer aldığı 80-90 şarkıyı kendisinin meşhur ettiğini söyleyerek, "Sahnede de olsa şarkıların özünü bozmadım. Sahnede okuduğum şarkıları radyoda yayınlayın, aynı formatta okurum. Halk böyle istiyor diye yanlış limana sığınmam. Çünkü halkı çok iyi tanıyorum." dedi.
TRT Harbiye İstanbul Radyosu’nda AA muhabirine açıklamada bulunan 87 yaşındaki usta isim, sanatla geçen 68 yılını ve müziğin kendisi için önemini değerlendirdi.
Müziğe profesyonel olarak 1951'de Ankara Radyosu'nda başlayan Sağyaşar, 125 adet 45'lik, 10 taş plak ve 10 uzun çalara imza attı. Sanatçı, 1998'de Kültür ve Turizm Bakanlığınca verilen Devlet Sanatçısı unvanına layık görüldü.
SORU: "TRT Nağme’de 2 yıldır 'Mustafa Sağyaşar Sizlerle' programını yapıyorsunuz. Biraz bahsedebilir misiniz?"
Besteci, yorumcu ve koro şefi Mustafa Sağyaşar: "Evet, 2 yıldır sürdürüyorum. Yapımcılığını oğlum Cemil (Sağyaşar) yapıyor. Eskiden Cemil de sunuyordu. Şimdi spiker arkadaşımız Dilek Hanım sunuyor. TRT Nağme, 4 yıldır TRT'nin en güzel kanalı. Özelliği 24 saat Türk müziği dinleme imkanı buluyorsunuz."
SORU: "Asıl önemli olan, bir dönem birlikte çalıştığınız besteci, yorumcu ve sanatçı arkadaşlarınızın programınızda yer alması. Ansiklopedik bir değer de taşıyor, değil mi?"
Mustafa Sağyaşar: "Bir yerde belgesel bir program oluyor neredeyse. Çünkü kendi branşlarında profesörler, ehil sanatçılar konuklarımız. Seçiyoruz onları. Konuk da alarak yapıyoruz ve arada besteci programları da yapıyoruz. Bugün de Alaaddin Yavaşça'yı anlattık. Allah selamet ve şifa versin, Alaaddin ağabeyimiz rahatsız biliyorsunuz, yoksa burada olmasından gurur duyardık. Ama mümkün değil. Hiç olmazsa gıyaben böyle bir programda anlatmak istiyoruz. Vefa duygusu ile yaptık."
SORU: "Müzik hayatınızda 68. yılınızdasınız. Nasıl geçti?"
Mustafa Sağyaşar: "67 bitti evet. 1951’den beri. Ben Ankara Radyosu'nda başladım. 22 sene oradaydım. Sonra İstanbul Radyosu’na geldim, devam ediyoruz. Emekli olduktan sonra 5 yıl akitli olarak aynı görevlerde çalıştım. Kurumun bütün görevlerinde yer aldım. 35 sene jüri üyeliği yaptım. Çeşitli radyolara yapılan imtihanlarda bulundum. İstanbul da hakeza. Amatör imtihanlar, sanatçılar, dışarıdan alınan enstrümanlar dahil jüri üyesi olarak bulundum. 23 sene koro şefliği yaptım. 17 sene Alaaddin Yavaşça başkanlığında Repertuvar Kurulu üyeliği, 14 sene aralıklarla icra denetim kurulu üyeliği yaptım. Bütün bunlardan sonra da sanatçılığım devam ediyor hala."
- "80-90 şarkı benimle meşhur oldu"
SORU: "Bu arada 125 adet 45’lik plaklarınız, taş plaklarınız, uzun çalar ve albümleriniz var. Bu konuda neler söylersiniz?
Mustafa Sağyaşar: "Bu rakamdan daha da fazla. Belki 160 tane oldu. Ben sanat hayatımda radyo, gazino ve plak üçgenini çok iyi kullandım. 45’lik plakları kastediyorum. Çünkü onlar bu devrin en iyi kayıt şekliydi. Sanat hayatımda en az 80-90 şarkı benimle meşhur olmuştur. Şimdiki genç arkadaşlarımız hiç böyle bir gayret içerisinde değil. Kütüphane kurdum. Arkadaşlarım bana ayaklı kütüphane derdi. Bestecilik yönümü kısıtlı hale getirdim. Bestelenen eserlerin güzellerini, halka, müzikseverlere tanıtmakla uğraştım. Bir 'Karam', bir 'Unutamam Seni', 'Sabret Gönül', 'Yıldızlı Semalar'. Bakın 67-68 sene."
SORU - "Mesela 'Zeytin Gözlüm' de var?"
Mustafa Sağyaşar: "Tabii. Ömrümce adım adım. Genç nesil sayılırsınız ama hepsini biliyorsunuz siz. Konserlerimde hep genç nesil bunları okuyor. Demek ki bunları tanıtmanın bir zamanı vardı, ben bunları yaptım. Onun için kendimi görevini yapmış bir sanatçı olarak kabul ediyorum. Klasiklerden ya da günlük şarkılardan olsun, Yusuf Nalkesen, Avni Anıl, Şekip Ayhan Özışık, Teoman Alpay, Sadettin Öktenay ve Erol Sayan gibi birçok sanatçının eserleri benimle meşhur olmuştur. İftihar ederim."
SORU: "Bu anlamda Türk Müziğinin neferlerinden biri misiniz?"
Mustafa Sağyaşar: "Neferiyim evet. Devam ediyorum neferi olmaya."
SORU: "Günümüz ve tüketilen müzik anlayışına boyun eğmediniz bildiğimiz kadarıyla değil mi?"
Mustafa Sağyaşar: "Hiç boyun eğmedim. Sahnede de olsa şarkıların özünü bozmadım. Sahnede okuduğum şarkıları radyoda yayınlayın, aynı formatta okurum. Halk böyle istiyor diye yanlış limana sığınmam. Çünkü halkı çok iyi tanıyorum. Konserlerimde 'Hadi şu şarkıyı hep beraber söyleyelim.' dediğimde onlar eksiksiz söylüyor. Ama buna karşılık bazı genç arkadaşlarımız yorum hakkını yanlış kullanıyor. Her solistin yorum hakkı vardır ama şarkının üzerine bir öz kazandırabilmektir önemli olan. Onun özelliğini bozarak okumak, yorum ve hizmet değildir. O yanlıştır. Besteciye ve besteye de saygısızlıktır. Şarkıların özünde bu değişikliği yapmamanız lazım. Aslını esas alıp üzerine çok ilavelerle yorum hakkı katıp şarkıyı güzelleştirmek şeklini sunmak lazım. Benim koro şefliğim 1983'te başladı ve beraber solo şarkılarda düet okumayı ben başlattım."
SORU: "Kiminle başladı?"
Mustafa Sağyaşar: "Şimdi hatırlayamam ama ikili okutmayı ben başlattım. Bu halkın çok sevdiği bir şeydir. Sahnedeki sanatçının, konuklar arasındaki bir sanatçıyı sahneye davet etmesi halkı heyecanlandırır. Yani iki sanatçıyı bir arada görmek dinleyiciyi duygulandırır. Radyolarda da ikili okumayı ben başlattım, 37 yıl oldu."
- "Nefes almak yaşamak değildir"
SORU: "Müzik piyasasını dünden bugüne değerlendirdiğinizde kadirşinas mı sizce?"
Mustafa Sağyaşar: "Kadirşinas demek de dememek de doğru değil. Kitlelerin zevkine göre. Çünkü günümüzde Türk sanat müziği deyince, klasik, neoklasik form ve günlük şarkılar vardır. Üçe ayrılır. Klasik Türk müziği seven kitlenin karşısında günlük şarkıları söylerseniz hata yapmış olursunuz. Tersi de böyle. Buna bir de arabesk eklenir. Bunlara hitap edebilmek gerekir. Yani o grubu tanıyıp o konsantrasyonu sağlamak sanatçının görevidir. Sahnedeki sanatçının konsantrasyonu, bazen hiç olmadık yerde ayrı müzik zevki olanları bile birleştirir."
SORU: "İstanbul Radyosunda 1960'lı yıllarda sanatçılarla ilgili, 'Solo okuyamaz, koroda yer alabilir' kararı getirilmiş. Nedenini öğrenebilir miyiz?"
Mustafa Sağyaşar: "Solist ve korist vasfı olanlar vardır. Solo almak için özel bir jüri değerlendirir. Koristlik, ikinci planda olmasına rağmen solistlikten daha zor yükümlülükleri vardır. Solist yanlış öğrenmişse yanlış söyler. Ama koroda, koro şefinin istediği, o topluluğu hep aynı şeyi söyletmekle yükümlüdür. Korist olmak solist olmaktan daha zordur ve daha mesuliyetlidir."
SORU: "Soyadınız ne kadar güzel, Sağyaşar. Bunun hikayesini öğrenebilir miyiz?"
Mustafa Sağyaşar: "Sağyaşar evet. Ben Adana'da doğdum. Babam Vanlı. Adana’ya gelmiş. Annem Adanalı. İkisi de rahmetli oldu. Soyadı kanunu çıktığı zaman babam yaşamakla ilgili bir soyadı istemiş. 'Sağ olsun.' demiş. Görevli 'Alındı efendim.' demiş. O zaman bir şehirde bir soyadı bir kişiye veriliyor. 'Yaşar olsun.' demiş. 'O da alındı.' demiş. Sonra 'Cemil Bey, gel ikisini birleştirelim. İsterseniz 'Sağyaşar olsun.' demiş. Babam da 'Hadi senin dediğin olsun. Sağyaşar olsun.' demiş. İnsan ölü yaşar mı denir. Ama nefes almak yaşamak değildir. Yaşamak, yaşamak bilincinde olmaktır. Sağyaşar'ı öyle değerlendiriyorum ben."
- "Haftanın 7 günü çalışırdım"
SORU: "İstanbul Radyosu'nun 70. kutlaması sırasında sizinle bir belgesel çekildi. Bu belgesel sizin müzik hayatınıza başlamanız ve TRT Radyosu'nun kurulması ile aynı döneme denk geldiği için önemli tabii, değil mi?"
Mustafa Sağyaşar: "Aşağı yukarı evet ama ben Ankara Radyosu'nda başladım. Orayı es geçemem. Bütün heyecanım orada başladı. 1951 yılında. Taa ki birinci sınıf sanatçı olana kadar."
SORU: "Radyolar çok önemliydi değil mi?"
Mustafa Sağyaşar: "Çok önemli. Çok eğitici yönü var. En güzel iletişim aracı. Sizi tanımıyor, görmüyor ama sizi hayalinde canlandırıyor. Öyle mektuplar alırdık ki. Mesela rahmetli Sevim Tanürek benim devre arkadaşımdı. 1,50 boyunda, 45-50 kiloydu. Beni işte görüyorsunuz. (Dinleyici) Sesimin tonuyla hayal ediyordu. Sesimin tonuyla, 1.90 boyunda, 80 kilo diye hayal ediyor. Sesimizi radyolardan dinleyenler kendine göre düşünüyor, hayal kuruyor. Televizyon çıkınca görsellik başladı. Radyo dinlerken her şey yapılabilir ama televizyonda o hayal dünyası dezavantaja dönebiliyor. Televizyona bakmak zorundasınız. Bu anlamda radyo hayal dünyamızı devam ettiriyor."
SORU: "1970'lerde önce otellerin içinde yapılan programlar başladı. Sonra gazinolar, fuarlar ve sonrasında da bunların yerini tavernalar aldı. Siz hangi dönemlerde, nerelerde çalıştınız?"
Mustafa Sağyaşar: "Ben gazinolar döneminde 30 yıl çalıştım. Türkiye'de çalışmadığım gazino, fuar ve turne dahil hiçbir yer kalmadı. Gazinoculuğun son döneminde tavernacılık başladı. Tavernacılık da Japonların icat ettiği orglarla ve en son ritm ilavesiyle başladı. Orkestralar tek bir enstrümana dönüştü ve orada müzik bitti bence. Bir gazino devri ve kültürü vardı. 1968 yılında Beşiktaş stadının üzerinde bir gazino vardı, orada başladım. Şimdi yerinde bir otel var. Sonraki yıllarda Maksim, Çakıl, Gar, Lunapark gibi gazinolarda solist ve solist altı olarak çalıştım. Haftanın 7 günü çalışırdım. Şimdi düşünün böyle bir çalışma var mı?"
SORU: "Gazinoda çalışmak nasıl bir duygu? Belli bir raconu var mıydı?"
Mustafa Sağyaşar: "Türk musikisini sevmeyen, alenen Türk müziğiyle iştigal etmeyip batı müziğiyle iştigal eden bir grup vardı. 'Müziği rakıya meze yapıyorsunuz.' derlerdi. Ben şahsen bu kadar sene çalıştım, hiç öyle bir şey görmedim. Oraya müzik dinlemeye gelirlerdi. Eğer sadece içki içmeye gelse, birinci sınıf lokantaya gider, yüzde otuz daha az öder, bu isteği giderirlerdi. Programlı yere, programı dinlemek için geliyorlardı. Ben bunu gördüm. Bir de bunun yanında sanatçının dinleyiciyi konsantre edebilmesi önemliydi. Onu yapan sanatçı, kendini kabul ettirmiştir. Konserlerde de öyledir. Halkı kendi haline bırakırsanız başarılı olamazsınız. Tabiri caizse onları avucunuzun içine alacaksınız. Güldürecek, düşündürecek, ağlatacak, duygulandıracaksınız. Ama tavernalar şimdi oynatmakla deşarj ettiriyor. Kızmasınlar bana ama şimdiki pop, taverna müziğinden de düşük hale geldi. 1980'lerde pop sözleri çok değerliydi. Şimdikiler de acayip, birbirini tutmayan, sakil sözler ve hep oyun havasına dayanıyor."
SORU: "Şimdiki popçularda ruh yok mu diyorsunuz?"
Mustafa Sağyaşar: "Pop müziğinde ruh olamaz ki zaten. Ruh dediğimiz şey müzik yapısında sözlerin özelliğidir. Orada şiirsellik, edebiyat vardır. Kişiye bir şey anlatıyor. 4 mısralık şarkı kişiye bir şey anlatıyor.
'Nasıl geçti habersiz o güzelim yıllarım/Bazen göz yaşı oldu bazen içli bir şarkı/Her anını eksiksiz dün gibi hatırlarım/Dudaklarımda tuzu içimde durur aşkın.' Bakın bir hikaye anlattı. Bu herkesi ilgilendiren bir durumdur.
'Ömrümce hep adım adım her yerde seni aradım/Ben kalbimden başka yerde inan seni bulamadım' Bunlar kişilere özel yazılmış şiirler. Bu besteler tabii ki insanı duygulandırır. Orada hemen söz öne çıkıyor. Bundan duygulanmamak elde mi?"
SORU: "İmkansız..."
Mustafa Sağyaşar: "Makamlar da renktir. Nasıl ki sizin gözünüze hoş gelen renkler vardır. Mesela yeşil tonu gözünüzün önünden geçerken aniden kırmızı gelince gözünüz kamaşır. Makamlarda da renklerdeki gibi ters geçiş olursa, aynı gözdeki his kulakta olur. Sahnedeki sanatçının bunu düşünmesi lazım. Ben çıktım Hicaz şarkı okudum, ardından Uşşak, Kürdili-Hicazkar, Muhayyer, Rast okudum. Darmadağın olur. Onu üslubuyla, ahengiyle vereceksiniz. Sazlar kulağı alıştırmak için taksim yapar."
- "Eşim bütün şarkılarımı severdi"
SORU: "Böyle derin şarkıları duygularınızla söylediğinizi, yaşadığınızı düşününce, sizi üzmek istemeyiz ama uzun yıllar evli kaldığınız eşinizi geçen sene kaybettiniz. Allah rahmet eylesin. Büyük bir aşktı değil mi? Özel bir şarkınız var mıydı kendisine söylediğiniz?"
Mustafa Sağyaşar: "Nurlar içinde yatsın. Benim bütün şarkılarımı severdi. Çünkü 'Ben en iyisini dinliyorum.' derdi. Onun için başka yere gidip müzik dinlemek istemezdi."
SORU: "86 yaşındasınız. Ama maşallah dinç görünüyorsunuz. Neye borçlusunuz bunu? Spor yapıyor musunuz hiç?"
Mustafa Sağyaşar: "Evet 86 yaşındayım ve müzik benim en büyük iksirim. Çok yürürdüm. Ama Müzeyyen (Senar) Hanım'ın öldüğü gün bir kaza geçirdim. Kaydım, düştüm, kalçam kırıldı ve ameliyat oldum. Sol tarafa yüklendim. Çünkü korolar çalıştırıyorum, MÜYORBİR'de (Müzik Yorumcuları Meslek Birliği) görevlerim var. Burada programlarım var. Ama sol ayağımdan çekiyorum şimdi. Zorlama oldu, haliyle. Sıvı enjekte edildi. Biraz aksama yapıyorum. Buna da şükür. Yoksa çok yürürdüm. Gıdama iyi bakarım, uykumu derin uyurum. İşimi çok seviyorum. Onu öğretmeyi çok seviyorum. Kurumuma hep severek hizmet veriyorum."