Peki başkanlık sistemi ve parlamenter sistem arasındaki fark nedir?
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 12 Eylül'de yapılan referandumdan sonra sonuçlar hakkında yaptığı konuşmada, önümüzdeki dönemde daha kapsamlı bir anayasa değişikliğine gidileceğinin işaretini verdi.
Başbakan Erdoğan’ın yeni bir anayasa hazırlığı sürecine start verildiğini söylemesi, Türkiye’de sistem tartışmalarının da yeniden alevlenmesine neden oldu. Hürriyet'in haberine göre, kamuoyunda yeni anayasayla birlikte, parlamenter sistemin yerini başkanlık sisteminin alacağı yönünde bir kanı oluşmaya başladı.
Türkiye’de halihazırda geçerli olan parlamenter sistemde, seçilmiş bir yürütme organı yoktur. Yürütme yetkisini elinde tutan hükümet, belirli aralıklarla yapılan seçimlerde vatandaşların oy verdiği milletvekillerinden oluşan yasama organı meclisin içinden çıkar. Dolayısıyla çoğu zaman yasamayla yürütme arasında bir uyumdan söz edilir. Hatta bu uyumun yokluğu sistemin işleyişine sekte vurabilir.
PARTİ-DEVLET BİRLEŞMESİ
Öte yandan bu iki organ arasındaki uyumun gerekenden fazla olması yürütmenin yasama üzerinde kontrol sağlamasına, hatta iktidar partisinin her iki organı da denetimi altına almasına neden olabilir. Örneğin Sovyetler Birliği’nde Lenin döneminde Komünist Parti’nin yasama ve yürütme organı üzerindeki mutlak kontrolü, partiyle devlet arasındaki ayrımın ortadan kalmasına neden olmuştur. 1940’lı yılların Türkiye’sinde de bir benzeri görülen bu yapıya “parti-devlet birleşmesi” denir.
Parlamenter sistemde hükümet kurma yetkisi, devletin ve yürütme organının başı cumhurbaşkanı tarafından, tercihen ve çoğunlukla en fazla milletvekili sayısına ulaşan partinin liderine verilir.
Bu sistemde hükümet meclise hesap vermek ve meclisin güvenoyunu almak zorundadır. Bu güvenoyunun kaybı halinde hükümet devrilir. Öte yandan hükümet meclisi dağıtma yetkisine de sahiptir. Anayasa’da belirlenen kanunlar çerçevesinde hükümet seçime gidebilir, bu da meclisin geçerliliğinin sona ermesi anlamına gelir.
MERKEZİNDE GÜÇLER AYRILIĞI YATIYOR
Başkanlık sisteminde ise hem yasama organını hem de yürütme organı olan devlet başkanını halk seçer. Ancak başkanlık sistemi içindeki en önemli nokta, güçler ayrılığı ilkesinin en katı biçimde uygulanmasıdır. Bunun amacı da yasama organı olan meclis ya da senatonun (ya da her ikisinin) başkandan tamamıyla bağımsız olmasını sağlamaktır.
Bağımsız yargının da katkısıyla üçlü bir “kontrol ve denge” mekanizması oluşturulur. Bu sistemde her organ, diğer iki organ üzerinde denetleme ve yetkilerini sınırlama hakkına sahiptir.
PARLAMENTER SİSTEMDE HÜKÜMET MODELLERİ
Parlamenter sistemde cumhurbaşkanının hükümet kurma yetkisini verdiği partinin mecliste yeterli sayıda sandalyesi varsa, şu an Türkiye’de olduğu gibi tek parti hükümeti kurulur.
Tek bir partinin gerekli çoğunluğa ulaşamaması durumunda ise birden fazla parti bir araya gelerek, koalisyon hükümeti kurar. Bu durumda hükümet kurma yetkisini elinde tutan parti lideri diğer partilere giderek destek ister. Türkiye için 1990’lı yıllar koalisyon hükümetleri dönemi olmuştur. Örneğin Süleyman Demirel’in DYP’siyle Erdal İnönü’nün SHP’si ya da Necmettin Erbakan’ın RP’siyle Tansu Çiller’in DYP’sinin kurduğu hükümetler gibi.
Parlamenter sistemlerde bir de “azınlık hükümeti” dediğimiz model vardır. Burada ise meclisin çoğunluğunu oluşturan partilerin tek başına ya da koalisyon halinde hükümet kuramaması ve sistemin bir açmaza girmesi sonucu, azınlıkta kalan partiler bir araya gelerek bir hükümet oluşturur. Bağımsızların da desteğiyle 1997 yılında ANAP, DSP ve DTP tarafından kurulan ve Anasol-D olarak da hatırlanan hükümet bunun en güzel örneğidir
Başkanlık sisteminin en klasik ve ilk akla gelen örneği olan ABD’de Kongre, başkan ve Yüksek Mahkeme birbirinden tamamen bağımsızdır. Bir kurumun bünyesinde bulunan bir şahsın aynı anda bir başka kurumun daha bünyesinde bulunması söz konusu olamaz.
Kongre bir yasayı kabul ettiğinde, başkanın veto yetkisi bulunur. Ancak söz konusu yasayla ilgili hem Temsilciler Meclisi’nde hem de Senato’da üçte iki çoğunluğa ulaşılırsa, veto geçersiz sayılır. Öte yandan başkan Yüksek Mahkeme yargıçlarının atanmasında söz sahibidir ancak bu atamaların Senato’nun onayından geçmesi gerekir.
BİREY HAK VE ÖZGÜRLÜKLERİ KORUNUYOR
Başkanlık sisteminin en önemli getirisi, yasama yetkisini yürütme yetkisinden ayırarak, birey hak ve özgürlüklerinin korunması için alan açmasıdır. Yine ABD’de yürütmenin halk üzerinde baskı kurmasını önlemek için Kongre’ye bir dizi yetki verilmiştir. Savaş açmak ve vergileri artırmak Kongre’nin yetki alanındadır. Yapılan uluslararası antlaşmalar ve başkanlık atamaları Senato’nun onayından geçmedikçe yürürlüğe girmez, Senato ve Temsilciler Meclisi bir araya gelerek başkanı azledebilir.
Ancak sistemin beraberinde getirdiği bazı olumsuzluklar da söz konusudur. Başkanlık sistemi yasama ve yürütme arasında sürekli bir mücadeleye davetiye çıkardığı için hantal ve ağır işleyen bir sistem olarak görülür. Amerikan sistemini eleştirenler başkanın teklif, Kongre’nin ise geri çevirme yetkisinin hükümeti açmaza götüreceğini ifade eder.
Özellikle başkan ve Kongre’deki çoğunluk farklı partilerden olduğunda sistemin kilitlenme ihtimali artar. Örneğin bu yıl Kasım ayında ABD’de yapılacak seçimlerde, eğer beklendiği gibi Cumhuriyetçiler Kongre’de çoğunluğu elde ederse, Demokrat Başkan Barack Obama’yla işbirliği içinde çalışmaları zorlaşabilir ve sistemde tıkanmalar yaşanabilir.
YARI BAŞKANLIK SİSTEMİ
Bu iki modelin dışında bir de melez olarak nitelendirebileceğimiz ve en belirgin örneğini Fransa’da gördüğümüz yarı başkanlık sistemi bulunur. Bu sistemde hem cumhurbaşkanı (şu an için Nicolas Sarkozy) hem de millet meclisi üyeleri halk tarafından seçilir. Başbakanın (şu an için François Fillon) kurduğu hükümet millet meclisine hesap vermekle sorumludur. “İkili yürütme” denen bu sistemde cumhurbaşkanının ve başbakanın yetki alanları belirlidir, bu yüzden kesişme ya da çakışma söz konusu değildir.