BERLİN (İHA) - Almanya'da yayınlanan Frankfurter Allgemeine Zeitung gazetesinin bugünkü sayısında, Rainer Hermann imzasıyla yayımlanan yazıda, Türkiye'nin yeni bir Avrupa Birliği politikası arayışında olduğu ifade edildi.
Türkiye'nin dışarıya karşı soğukkanlı bir tavır sergilediği, fakat içeride tıpkı halk gibi hükümetin de ülkenin Avrupa Birliği (AB) perspektifinin değiştiğini idrak etmiş durumda olduğu kaydedilen yazıda, "Çünkü Türkiye, Almanya'daki siyasi deprem ve Fransa'daki AB Anayasası referandumu yüzünden iki önemli teşvikçisini, yani Başbakan Schröder ile Cumhurbaşkanı Chirac'ı kaybedebileceğini, hatta belki de şimdiden kaybettiğini giderek kavrıyor. Her iki politikacı da Türkiye'nin üyeliğini desteklemişti. Bayan Merkel ve Fransa'nın yeni güçlü adamı Sarkozy ise, Türkiye'yi AB'ye ayrıcalıklı ortaklıkla bağlamak istiyor" denildi.
Erdoğan hükümetinin hala katılım müzakerelerinin 3 Ekim'de başlayacağını düşündüğü belirtilen yazıda, "Hükümetin bakış açısına göre, ortada AB kararının değişmesini gerektirecek bir durum yok. Türkiye'nin son koşulu da yerine getirerek Kıbrıs protokolünü imzalamak suretiyle Kıbrıs Cumhuriyeti'ni dolaylı olarak tanıması halinde, AB de katılım müzakerelerinin başlatılmasını geciktiremez. AB Komisyonu şu sıralar Kıbrıs protokolünü formüle ediyor" denildi.
Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül'ün, Türkiye'nin 16 Haziran'daki AB zirvesi öncesinde protokolü imzalayacağını söylediği, Türk hükümetinin, Kırmızı-Yeşiller hükümetinin Kuzey-Ren Vestfalya'daki seçim yenilgisinin ardından AB ile üyelik görüşmelerini yürütecek başmüzakereciye ilişkin spekülasyonlara hızla son verip, Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan'ı bu göreve atadığında da her şey normalmiş gibi bir görünüm sergilediği kaydedilen yazıda, "Türkiye'yi teselli eden, sadece değişmeyen karar durumu değil. 1 Temmuz'da AB Dönem Başkanlığı'nı İngiltere'nin üstlenecek olması da hükümete güven veriyor. Dışişleri Bakanı Straw, AB Anayasası'na ilişkin Fransa ve Hollanda'daki referandumların ardından mevkidaşı Gül'e telefon ederek, katılım müzakerelerinin her halükarda 3 Ekim'de başlayacağı güvencesi verdi. Bu koşullar altında Londra, müzakerelere dayanak oluşturan kararların değiştirilmesi için baskı yapmayacaktır. Avrupa politikasında sadece bir randevudan diğerine odaklanan Erdoğan hükümeti, şimdilik yalnızca 3 Ekim'i göz önünde bulunduruyor. Ancak, bu tarihten sonraki dönemin belirsizleştiği görüşü giderek daha çok zemin kazanıyor. Türkler, anayasa referandumlarının AB genişlemesindeki coşkuyu yok ettiğini düşünüyor. Böylece AB içinde Türkiye'ye yönelik anlayış da azalıyor. Türkiye'nin bu gelişmeye daha büyük reform coşkusuyla karşı koyacağı yönünde bir belirti ise şimdilik görülmüyor. Daha ziyade, AB içindeki dinlenme sinyaliyle birlikte Türkiye'de reformların devam etmesi için gereken en önemli cazibenin de ortadan kalktığına ilişkin işaretler artıyor" denildi.
"ERDOĞAN, HALKINI DİKKATE ALMAK İÇİN REFORM HIZINI YAVAŞLATTI" Rainer Hermann imzalı yazı, şu şekilde devam etti:
"AB, daha geçtiğimiz sonbaharda iç politikayı belirleyen bir unsurdu. O dönemde Meclis, zinanın ceza hukukuna dahil edilmemesine karar verdi. Bugün olsa, Avrupalılar'ın hukuk anlayışı artık dikkate alınmazdı. Özellikle 2 yıl içinde yeni cumhurbaşkanının seçileceği göz önünde bulundurularak, daha ziyade eski iç siyasi refleksler yeniden canlanıyor. Erdoğan, daha Fransa'daki referandum sonrasında, Türkiye'nin reform şevkinin azalmayacağını duyurmuştu. Ancak, Türkiye'nin AB ufku bulanıklaştıkça ve ülke, karşısında giderek Türkiye'yi açıkça daha çok reddeden bir AB gördükçe, Başbakan'ın Avrupa yanlısı çizgisiyle ilgili ve iktidardaki AK Parti ile ilgili tereddütler de o denli artıyor. Halbuki Erdoğan, kendi kariyerini AB katılım sürecine bağlamıştı; fakat reformlar duraksadı. Erdoğan, katılım müzakerelerinin vaad edilmesinden sonra, halkını dikkate almak için reform hızını yavaşlattı. Şimdi ise, AB'ye yakınlaşmaya karşı olan önde gelen AK Parti'li politikacıların sesi yükseliyor. Hükümet Mayıs sonunda, Ermeniler'e yönelik soykırımın resmi inkarını onaylamayan Türk tarihçilerin kamuoyuna kapalı bir konferansını iptal ettirdi. Adalet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek, tarihçileri, ihanet ve Türk halkını arkadan hançerlemekle suçladı".
Almanya'daki Hıristiyan Birlik Partileri ile Fransa İçişleri Bakanı Sarkozy'nin kabul ettirmeye çalıştığı türde bir "ayrıcalıklı ortaklığın" Türkiye'de artık tasavvur edilemez görülmediği kaydedilen yazıda, "Gerçi resmen dile getirilen çizgi hala, Türkiye'nin, rotasında söz hakkına sahip olmayacağı bir kayığa binmemesi gerektiği ve hedefin ayrıcalıklı ortaklık olmadığı yönünde. Güçlü sanayiciler derneği TÜSİAD'ın temsilcilerinden Bahadır Kaleağası, bu yüzden Fransa'daki referandumun ardından, 'Avrupa savunma sisteminin bir parçası olmak hala Türkiye'nin çıkarınadır' diye yazarak, Türkiye'yi ikinci sınıf bir şark ülkesi olarak damgalamayı amaçlayan tahriklere kapılınmaması gerektiğini belirtti" denildi.