Türkiye'de çocuğun cinsel istismarı neden önlenemiyor?

Çocuğun cinsel istismarı suçlamasıyla açılan davaların sayısı, 2019 verilerine göre 7 yılda yüzde 29 arttı. Bildirilmeyen çok sayıda vaka olduğu da düşünülüyor. Peki sayılar neden azalmıyor? Devletin hangi adımları atması gerekiyor? İlgili bakanlıklara ve uzmanlara sorduk. Ece Göksedef'in haberi.

Adalet Bakanlığı'nın yayımladığı 2019 yılına ait adli istatistiklere göre geçen yıl Türkiye'de "cinsel dokunulmazlığa karşı suç" kapsamında 49 bin 57 dava açıldı.

Bunların 22 bin 689'u, yani yarıya yakını çocuklara yönelik cinsel istismar suçlarıydı.

Peki çocuklara yönelik cinsel istismar suçları nasıl kayıt altına alınıyor, sayılar neden azalmıyor ve bakanlıklar bununla mücadele için hangi önlemleri alıyor?

2012-2019 arasında yüzde 29 oranında artış

Adalet Bakanlığı'nın açıkladığı istatistikler, 2012-2019 arasında Ceza Mahkemeleri'nde çocukların cinsel istismarı suç ve karar sayılarını veriyor.

Reklam
Reklam

Buna göre 2012'de çocuğun cinsel istismarı davalarındaki suç sayısı 17 bin 589'du. 2019'da bu sayı 22 bin 689'a çıktı.

Bir başka deyişle, çocuğun cinsel istismarı davalarında yaklaşık yüzde 29 oranında artış var. Bu artış, sadece açılan dava sayısındaki artış oranını veriyor. Nüfusa dayalı artış oranı ya da adli makamlara bildirilen tüm vakaları kapsamıyor.

2012'de bu konuda açılan davalarda 10 bin 891 adet, yani yüzde 52 oranında mahkumiyet kararı verildi.

2019'da ise oran yüzde 55'e yükselmişti, 15 bin 651 mahkumiyet kararı çıktı.

Bu istatistikler, mahkum olan kişi sayısını vermiyor. Bir kişi birden fazla ceza aldığında, mahkumiyet sayısı da artıyor.

Bu suçların 2012'de Türk Ceza Kanunu (TCK) uyarınca açılan davalardaki suçlar içindeki oranı yüzde 0.7'ydi. 2019'da bu oran yüzde 0.8'e yükseldi.

Çocuğun cinsel istismarı suçlarının, yine adli makamlara yansıdığı kadarıyla, en fazla Marmara Bölgesi'nde; en az sayıda da Doğu Anadolu'da görüldüğü de Bakanlık verilerinde görülüyor.

Ayrıca mahkumiyet kararı yüzde 60'la en fazla Ege Bölgesi'nde, yüzde 47'yle en düşük Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde verildi. En fazla beraat kararı verilen bölge de yüzde 27,2 ile Doğu Anadolu Bölgesi oldu.

Reklam
Reklam

Bu sayıların ve bölgesel faktörlerin ne anlama geldiğini ve çocuğun cinsel istismarının önlenmesi için neler yapılması gerektiğini uzmanlarla ve ilgili bakanlıklarla konuştuk.

Çocuğun cinsel istismarının önüne geçmek için ne yapılıyor?

Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'ndan BBC Türkçe'ye konuşan bir yetkili, "hem istismarı engellemek, hem farkındalık geliştirmek, hem de çocukları rehabilite etmek için çok şey yapıldığını" söylüyor.

Ailelerin bu tip vakalarda inkâr yoluna gitmesinin tüm dünyada görülen bir durum olduğunu belirten yetkili, "Türkiye'deki değişime bakmak gerektiğini, 2016 sonrası bakanlığın Milli Eğitim Bakanlığı'yla birlikte yaptığı farkındalığı artırma çalışmaları sebebiyle daha fazla vakanın bildirildiğini" söyledi.

Yetkili, sayıların neden azalmadığına yönelik sorumuzu ise "hem yerel düzeyde hem bireysel vaka bazında tespitlerin yapıldığını, incelemeler yapılıp ona göre önlemler alındığını ancak bunu açıklama merci olmadıklarını" söyleyerek yanıtladı.

Yetkili, bazı bölgelerde vakalarda hızlı artış yaşandığında nasıl önlem alınabileceğini araştırıp raporların bakanlığa sunulduğu bilgisini verdi.

Reklam
Reklam

'**Müfredatta hâlâ 'bedenime dokunma' kavramı tartışılmıyor**'

Diyarbakır Barosu'ndan çocuk hakları üzerine çalışan avukat Gazal Bayram Koluman da, daha fazla vakanın bildirildiğini söylüyor. BBC Türkçe'ye konuyla ilgili bilgi veren Koluman, Diyarbakır'da 2016'dan 2019'a çalışma yaptıklarını ve bildirilen vakaların katlanarak arttığını belirtiyor:

"Geçmişte de vakalar çok fazlaydı ancak yansımıyordu diye düşünüyoruz. İnsanlar bilinçlendikçe adli mercilerde daha görünür hale geldi bu sorun. Ancak hâlâ yetersiz. Sivil Toplum Kuruluşları, barolar çalışmalar yaptı, özel okullar talepkâr oldu.

"Ancak Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) bu konuda ülke geneline yayılan çok ciddi bir çalışma yapmadı. Hâlâ MEB müfredatında cinsel eğitim ya da 'bedenime dokunma' kavramının tartışıldığını görmüyoruz."

Çocuğun cinsel istismarının önlenmesi için hangi çalışmaların yapıldığını Milli Eğitim Bakanlığı'na sorduk.

Bakanlık, sorumuza yazılı bir yanıt vererek konunun "ders kitaplarına alınması için çalışıldığını" açıkladı ancak çalışmaların içerik ya da zamanına dair hiçbir detay vermedi:

Reklam
Reklam

"Çocuk ihmal ve istismarını önleme ve çocuk haklarına dönük doğrudan ve dolaylı şekilde ünite/tema/konu/kazanımların eğitim/öğretim programlarına eklenerek ders kitaplarında yer almasına yönelik çalışmalar yürütülmektedir."

'**İstismara olanak sağlayan mekanizmalar incelenmeli**'

Sorularımızı yanıtlayan sosyal hizmet uzmanı Emrah Kırımsoy, cinsel istismar süreçlerini her bir vaka özelinde incelemek gerektiğini, model uygulamalar oluştururken bunu mümkün olduğunca çeşitlendirmek gerektiğini söylüyor:

"Kapsamlı araştırmalara ihtiyaç var. Sayısaldan çıkıp hikayelerin derinlemesine inmeye ihtiyaç var. Artışın nedeni çok farklı şeyler olabilir. Farkındalık arttı, öfke var, adalet arayışı var, bildirimler bu yüzden artıyor.

"Ancak samimi bir şekilde, olayların tekrarlanmaması için 'Durumu görmek istiyoruz' diyerek kollar sıvanmıyor. Bir vakayı alıp nasıl oldu diye düşünürsek sorunu çözeriz."

Kırımsoy, yeterli önlem alınmadığını söylediği bir olayı da örnek veriyor:

"Karaman'da 45 çocuk 4 yıl boyunca cinsel istismara maruz kaldı. Burası yatılı bir eğitim kurumu, bir adam bunu 4 yıl boyunca yapabildiyse denetimsizlik var demektir. Denetlenmemesi, çocukların 4 yıl boyunca sesini duyurabilecekleri bir mekanizma olmaması sorun."

Reklam
Reklam

Kırımsoy'a göre, suçu işleyen kişi tek günah keçisi ilan ediliyor ve istisnaymış gibi davranılıyor ancak buna olanak sağlayan mekanizmalar incelenmiyor. Bu mekanizmaların başında da, çocuğun sesini duyurabileceği güvenilir araçlar geliyor:

"Sorumluluk zincirini oluşturmamız gerekiyor. Bunlardan sorumlu bakanlıklar, kurumlar var."

'**Çocukların seslerini duyurmasını kolaylaştıracak imkan sunulmalı**'

Çocukların cinsel istismar vakaları, büyük oranda okuldaki rehber öğretmenler tarafından fark ediliyor. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı yetkilisi, bu sebeple her okula "zimmetli" bir pedagog bulunduğunu, rehber öğretmenlerin şüphelendikleri durumları bu pedagoglara bildirdiğini, sürecin devamında bakanlığın şüpheyi polise ihbar ettiğini söyledi.

Milli Eğitim Bakanlığı'nın konuyla ilgili sorumuza yazılı cevabında da "Bakanlığımıza bağlı okul ve kurumlarda görev yapan 34.311 rehber öğretmen/psikolojik danışmanın koordinasyonunda öğrencilerimizi riskli yaşam olaylarına karşı güçlendirmek amacı ile… ihmal ve istismardan korunma, kişisel sınırlarını koruma… gibi konularda çalışmalar rehberlik hizmetleri plan ve programlarında yer almaktadır." ifadeleri vardı. Çalışmaların ne olduğuna dair detay paylaşılmadı.

Reklam
Reklam

Sosyal hizmet uzmanı Kırımsoy ise bazı okullarda 600 öğrenciye 1 rehber öğretmen düştüğünü, sağlıklı ve düzenli bir iletişim kurulamadığını söylüyor:

"Sadece sorun çıktığında iletişim kurulacak bir yer yaratıyorlar. Oysa çocukların seslerini duyurmasını kolaylaştıracak, güven ilişkisi kurabileceği bir imkan sunulmalı. Yetişkinler polise, psikoloğa kendi imkanlarıyla gidip daha rahat hareket edebiliyor. Çocukların aynı imkanlara sahip olduğunu düşünmek haksızlık. Sosyal hizmet uzmanları oluşturulmalı."

Kırımsoy, Türkiye'de pedagog yetiştiren bir üniversite olmadığını, bunun devletin verdiği bir "kadro unvanı" olmaktan öteye gidemediğini de anlatıyor:

"Pedagogları farklı branşlardan atıyorlar. Sosyal çalışma görevlisi kadrosu açtılar örneğin, ona da sosyolog, psikolog, öğretmen, infaz koruma memurlarını atayabiliyorlar."

Koluman da, rehberlik öğretmenlerinin çoğunlukla adli mercilere olayı yansıtma kanalı olarak kaldığını, öğretmenlere daha fazla eğitim verilmesi gerektiğini ve çocukların bu şekilde güveninin sağlanması gerektiğini söylüyor.

Reklam
Reklam

'**Çocuk aslında susmuyor, onu dinlemeyen yetişkinler**'

Türkiye'de bildirilen vakalarda mağdur kız çocukları, erkek çocuklarına göre çok daha fazla. Ancak uzmanlar ve çocuk dernekleri, erkek çocuklarının da istismara maruz kaldığını söylüyor.

Emrah Kırımsoy, erkek çocuklarla ilgili tabuların daha güçlü olduğunu ve adli süreçlere yansımadığını söylüyor:

"Yetişkinlerin çocukları üzerinde sorumlulukları; devletin de yükümlülükleri vardır. Fail çoğunlukla çocukların en yakınındaki, en güvendiği kişilerden oluyor. Çocuk ifade etmeye çalıştığında 'Yalandır' gibi tepkilerle kendimizi kandırıyoruz. Çocuk aslında çoğu olayda susmuyor, onları dinlemeyenler yetişkinler.

"Bir de cinsel istismara maruz kaldığında hayatı söner, gibi bir yaklaşım var. Bu da aileleri durduran bir yaklaşım."

Avukat Gazal Bayram Koluman da, çocuğun bu vakaları uzun süre gizlemesinde kendisine inanılmayacağı inancı, özellikle fail babaysa annenin kendisinden nefret edeceği düşüncesi olduğunu söylüyor:

"Çocuğa bu güvenin verilmesi gerekiyor. Ancak çocuk söyledikten sonra da, töre cinayetleri ya da aile kopuşları olacağı için özellikle kalabalık ailelerde adli mercilere yansımıyor. Çalışmayan bir kadın bağlamında baktığınıza ek özgürlük olmayışı, uzun süre sessiz kalmayı doğuruyor."

Reklam
Reklam

Şehirlerde nüfusun daha az olduğu ve kalabalık aile hayatının çoğunlukta olduğu Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu ve Karadeniz Bölgeleri'nde mahkemeye yansıyan vaka sayısının diğer bölgelere göre çok daha az olmasının sebebinin bu olabileceği değerlendiriliyor.

Diyarbakır'da 2015'te başlayan dava 2019'da sonuçlandı

Koluman, bir erkek çocuğun birden fazla erkek çocuk tarafından cinsel istismara maruz kaldığı bir davayı örnek veriyor:

"Diyarbakır'ın bir ilçesinde, 2015'te bir vaka yansıdı adli mercilere. Anne, çocukta problem olduğunu fark edip rehber öğretmene gidiyor, rehber öğretmen devlet hastanesi psikoloğuna yönlendiriyor.

"Devlet hastanesi psikoloğu, 'Boşanmış ailenin tek çocuğu, sorunlar ondan kaynaklı' diyor. 3 ay tedavi böyle gidiyor. 3.ayın sonunda çocuk durumu psikoloğa anlattığında olay adli mercilere yansıyor.

"Çocuk, kendi ifadesine göre 17 erkeğin cinsel istismarına uğradı. Dava boyunca mağdur çocuk, adli tıpta hem fiziki hem psikolojik olarak aynı aşamalardan iki defa geçti. Dava 2019'un kasım ayında sonuçlandı.

"Eylemi yapanların hepsi de 14-17 yaş arası çocuklardı. Ceza yasasında indirimden faydalandılar. Bu, çok bilinen bir siyasetçinin ilçesi. Bu sebeple hiçbir avukat bu ilçede davanın tarafı olmak istemedi. Baroda biz ceza alması gereken devamlı bir suç olduğunu düşünüp, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kriterlerini baz alarak taraf olduk."

Dava sürecinde çocuğu korumak için hangi önlemler alınıyor?

Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı yetkilisi, fail aile içindeyse ve çocuğun korunamayacağını düşünüyorsa, koruyucu aile yanına verilmesinin uygun olup olmadığının değerlendirildiğini; eğer uygun değilse bu çocuklar için özel kurumlar olduğunu söylüyor.

Dava sürecinde de artık çocuklardan tek bir kez ifade alınması uygulamasının başladığı bilgisini veriyor:

"Artık çocuk tek bir kez ifade veriyor, bu da kameralı kayda alınıyor. Böylece defalarca aynı şeyleri yaşamasının önüne geçiliyor. Bu süreçlerde problem yoktur demek mümkün değil, ancak azami ölçüde problemlerin azalması için çalışıyoruz."

Yetkili, tüm bu vakalarda bakanlığın da taraf olduğu bilgisini verdi:

"81 ildeki yerel ya da ulusal medyaya konu olmuş ya da sosyal medyada paylaşılmış her vakayı takip ediyoruz.Yerelde herhangi bir vakanın gözden kaçmasına engel olmak için bunu yapıyoruz.

"Caydırıcılığı artırmak anlamında davaya müdahil oluyoruz. Ceza düşükse istinafa götürüyoruz hukuk çerçevesinde en ağır cezanın verilmesi için, biz itirazcı oluyoruz. Misyonu aileye ya da yakınına bırakmamaya çalışıyoruz çünkü aile suçlu değilse zaten onlar da travma yaşamış oluyor."

Sosyal hizmet uzmanı Kırımsoy ise, bunun devletin yükümlülüğü olduğunu söylüyor:

"Davalara müdahil olmak bakanlığın yükümlülüğü zaten. Son dönemde bu vakalar çok infial yarattığı için öncelik vermeye başladılar. Bunu yapma şeklinin şeffaf ve hesap sorulabilir duruma gelmesi gerekiyor."

Toplumun '**çocuk**' algısı yasalarla değiştirilebilir mi?

Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı yetkilisi, çocuğun cinsel istismarının önlenmesi için "toplumsal rehabilitasyon" gerektiğini söylüyor.

Emrah Kırımsoy da aynı görüşte:

"Cinsel istismarın yollarını döşeyen taşlar var. Biri çocuk algısı. Çocuğu nesneleştiren, mal olarak gören bir çocuk algısı var. Bu algı da bütün uygulamalara, yasalara önayak oluyor. Boşanma sürecinde, çocukların ebeveynlerini görme sürecinde icra memurları görev alıyor. İcra memurları mal için görev yapar. Düzeltmeye çalışılıyor bu ama yasalar hâlâ çocuğu birey değil ailenin parçası, toplumun şekillendirilebileceği bir nokta olarak görüyor.

"Yavaş yavaş da onun üzerine inşa edilen bir süreç var. Çocuğun varlığına müdahale edilmemesi gerektiği, çocuğun onay vermesi kavramı, kültürel dokumuzda olmayan şeyler.

"Bazı davalarda 'çocuğun rızası' kavramı var ki; çıldırtıcı bir nokta. 15 yaşındaysa çocuk 'Sevmiştir' diyorlar. Bu konuda net olmak lazım. 18 yaşına kadar herkes çocuktur, isteyip istememesi önemli değildir. Sınırı çizmesi gereken yetişkindir.

"Bir de gebeyse olağanüstü durum olarak değerlendiriliyor evliliğin yolunu açmak için. Halbuki çocuğun gebe kaldığı durumlarda iki kere düğmeye basmak lazım. Onun yerine çocuğu kendi koruma alanından da çıkarıp, evlendirip yetişkin statüsüne koyuyor bu tarz kararlar."

Koronavirüs salgını sırasında vakaların arttığı sanılıyor

Dünya Sağlık Örgütü (WHO), 19 Haziran'da yaptığı bir açıklamada dünya genelinde bir milyar çocuğun, yani çocuk nüfusunun yaklaşık yarısının fiziksel, cinsel ve psikolojik şiddetle karşılaştığını ve bu durumun koronavirüs salgını yüzünden getirilen kısıtlamalarla daha da kötüleştiğini açıkladı.

Mayıs ayında da Türkiye'de İstanbul, İzmir, Diyarbakır ve Gaziantep Baroları, çocuğa yönelik cinsel istismarla ilgili çeşitli raporlar hazırladı. Bu raporlara göre çocuğun cinsel istismarı için görevlendirilen avukat sayısı salgın döneminde büyük oranda düştü. Bunun sebebinin ise çocukların koruyucu mekanizmalara erişememesi olduğu belirtildi.

İstanbul Barosu Çocuk Hakları Merkezi'nin hazırladığı raporda 10 Mart - 20 Nisan tarihleri arasında 178 çocuk için avukat görevlendirilmesi yapıldığını belirtiliyor. Bu sayı, salgın öncesi döneme göre bir hayli düşük.

1 Şubat - 10 Mart arası, yani ilk koronavirüs vakasının ilanından önceki aynı sürede, 464 avukat, cinsel istismar mağduru çocukların davalarında görevlendirilmişti.

10 Mart - 20 Nisan arası 2019'da 508, 2018'de de 375 avukat çocuğun cinsel istismarı davalarında görevlendirilmişti.

Benzer sayılar diğer illerde de var. İzmir'de 10 Mart - 7 Mayıs arası dönemde 99; Gaziantep'te 10 Mart- 20 Nisan arası 53; Diyarbakır'da da 10 Mart - 29 Nisan arası 50 avukat mağdur çocuklar için görevlendirildi.

Ancak salgın dönemine ilişkin ülke çapında veriler henüz kamuoyuyla paylaşılmadı. Adalet Bakanlığı'nın 2020'ye ait verileri gelecek sene yayımlaması planlanıyor.

Türkiye, 2011'de çocuğa yönelik cinsel istismar ve sömürünün engellenmesi için Lanzarote Sözleşmesi'ne taraf olmuştu. Buna göre Türkiye'nin "Anne-babaları, çocuğa bakmakla yükümlü kişileri ve bu yolla çocukları bilgilendirip çocuğun güven içinde bir hayat sürmesini sağlanması; yerel yönetimlerin Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması Anlaşma imzalayarak çocuk cinsel istismar ve sömürüsü konusunda önleme ve koruma çalışmalarını desteklemeleri, başta TCK olmak üzere tüm yasal mevzuatın Lanzarote Sözleşmesi hükümleri esas alınarak gözden geçirilmesini ve çocukları etkili yasal korumasını sağlayacak şekilde güçlendirilmesi" yükümlülüğü var.

Yani devlet sadece faile ceza uygulamakla değil; istismarı önlemekle de yükümlü.