Türkiye'de Siyasi Aktörlerin Toplumun Yaşam Tarzı ile İlgili 10 Düşündürücü Açıklaması

Türkiye siyasetinde gerek iktidar, gerek muhalefet sık sık toplumun yaşam tarzına müdahalede bulunmadığını söylese de durum gerçekten böyle mi? Değerlendirmeyi size bırakıyoruz.

derse başı açık girin, günah sizin değil

Eski Başbakan Turgut Özal 12 Ocak 1987’de kendisine başörtüsü hakkı için mektup vermek isteyen Cerrahpaşa Tıp Fakültesi öğrencilerden Nihat Kaya ile yaptığı kısa görüşmede, nişanlısının derse başı açık girmesi durumunda günahlarının devlet tarafından üstlenileceğini şöyle açıkladı:

Nişanlın başını inandığı için örtüyorsa devam etsin, ama derslere başı açık girsin. Böyle girerse bunun günahı onun değil, onu oraya öyle sokanlarındır. Bu kuralı koyanlarındır.

Reklam
Reklam

çıkarın siz de, hallolsun

Bağımsız Tunceli Milletvekili Kamer Genç 6 Şubat 2008’de TBMM’de yaptığı konuşmada ‘türban sorunu’nun çözümünü şu şekilde ortaya koydu:

Şimdi bu sorunu çözmenin bir yolu var. Abdullah Gül’ün karısı, Tayyip Erdoğan’ın karısı ve bakanların bütün karıları çıkacaklar başlarının örtüsünü. Başlarının örtülerini çıkaracaklar, diyecekler ki: ‘Ey üniversitede okuyan kızlarımız, vallahi de billahi de bu baş örtüsü İslam dininin bir gereği değildir; biz bunları çıkaralım ve siz de çıkarın, bu memlekette bu mesele hallolsun’ demeleri lazım. Bakın, ben o gün İstanbul’dan gelirken Katar’dan bir hanım gelmişti, kara çarşaflı hanım, Fransızca sordum: ‘Bu revizyon mu, tradisyon mu?’ Kadın dedi ki ‘Tradisyon, yani gelenekten kaynaklanan giyimdir bu’ Ben size doğrularını söylüyorum. Bunun çözümü odur. İşte, siz de iktidar mensubusunuz, iktidarın sorumluluğu budur, bu iş böyle çözülür.

bir balerinin neler ortaya koyduğu ortada

1994’ün Temmuz ayında bir televizyon programı için röportaj veren dönemin Refah Partili İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, konu baleye gelince ve muhabir, kızlarının bale yapması hakkında ne düşündüğünü sorunca “Kızlarımın hamdolsun o tür idealleri, düşünceleri söz konusu değil” der. “Ben bir balerin olarak buraya gelseydim, benim elimi sıkarken yine bir sıkıntı duyar mıydınız?” sorusunu ise şu şekilde yanıtlar:

Reklam
Reklam

Yok, benim size ilk tavsiyem, bence bu mesleği bırakın, demek olurdu. Çünkü bir balerinin neler yaptığı, neler ortaya koyduğu ve nereye hitap ettiği ortada. Bunu farklı bir yorum olarak değerlendirebilirsiniz. Yani bu benim kendi kanaatimdir. Dolayısıyla çok açık ve net söylüyorum, bu noktada duyarlılığını belden aşağı indirmeyeceği her şeyde varım. Ama indirecek olanın karşısındayım. Çünkü şu anda kültür emperyalizminin en önemli dallarından biri, insanı belden aşağısıyla meşgul etmek.

Erdoğan 8 Ocak 1995’te bir gazetecinin “Siz baleyi ahlak dışı bulduğunuzu açıklamıştınız. Sizce bale seyretmeye gidenler sırf ahlaksızlık için mi gidiyorlar?’’ sorusuna da şöyle yanıt verdi:

Reklam
Reklam

Onları kendilerine sormak lazım. Bana sordunuz ben kanaatimi öyle bildirdim. Bana öyle geliyor. … İlla baleyi oynamak ya da oynatmak mecburiyetinde değilim ve değilsiniz. Şu anda devraldığım belediyede hamdolsun böyle bir birim yok. Belediyede bale birimi olsaydı, kalkıp finansman ayırmam. Çünkü bana oy verenin tercihlerine saygı duymak zorundayım.

ahlak abileri

Samsun sahil yolunda devriye gezerek yanyana oturan sevgilileri ‘düzgün oturmaları’ için uyaran ‘motorize zabıta ekibi’nin uygulamaları 22 Eylül 2004’te medyaya yansımıştı. Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Kamil Şara’nın “Kamu ahlakına uygun olmayan, içki içen, insanları rahatsız edenleri zabıta görevlilerimiz sadece ikaz ediyor.” diye anlattığı durumu Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz ertesi gün şöyle yorumladı:

Reklam
Reklam

Zabıtanın böyle bir görevi yok. Onlara asla verilmemiştir ama bir ağabeylik duygusuyla burada görüntü olarak nahoş olabilecek, kendi ölçeklerinde, kendi değerlendirmelerine göre bir takım uyarılarda bulunmayı, buradaki ağabeylik ve buraların sahibi, buraları korumak ve kollamak psikolojisiyle yapılmış bir davranış olabilir.

bizimki masumane

Deniz Baykal 2008 yılında CHP’ye çarşaflı bir üyenin kabul edilmesiyle başlayan “çarşaf açılımı” tartışmalarıyla ilgili olarak 20 Kasım 2008’de Sabah gazetesine konuştu ve ‘iyi’ çarşaflıların ‘kötü’ çarşaflılardan nasıl ayrılması gerektiği konusunda kamuoyunu aydınlattı:

Türkiye’nin gerçeği bu insanlar. AKP’nin uygulamalarından, politikalarından rahatsızlar. Onlar “Bu kimliğimizle bizi kabul edin, bizi dışlamayın ne olur” diyor. Onlar, siyaseti dine alet eden çarşaflılar gibi, herkesi kendilerine benzetmeye çalışmıyorlar. Masumane şekilde örtünmüşler.

O insanların Türkiye Cumhuriyeti’nin ilkeleriyle, Atatürk’le, laiklikle ilgili bir sorunları yok. Onlar, kızlarını üniversitelerde okutmak istiyorlar, kızlarının iş sahibi olmasını istiyorlar. Onlar, diğer çarşaflıların aksine, kızlarını çarşafa sokmak istemiyor, bunun için zorlamıyorlar. … Onların üniversiteler için bir zorlaması yok. Hukuk varken, Anayasa varken bunu zorlamak doğru değil. Anlayışımız değişmedi. Üniversitede türban, çarşaf isteseler o zaman ‘orada dur’ deriz. Bunları istemiyorlar.

en fazla iki çocuk

Kenan Evren 12 Eylül sonrası yaşanan ekonomik sıkıntıların sebebini ve çözümünü 25 Temmuz 1981’de şu şekilde ortaya koydu:

Reklam
Reklam

Bizdeki işsizliğin bir sebebi de fazla nüfus artışı. Batı ülkeleri bunun acısını çok çekmiş. Onun için nüfusları artmıyor. Birisi ölüyorsa birisi doğuyor. Çünkü birisi işten ayrılırsa, onun yerine öteki giriyor. Sıkıntı yok. Ama bizde senede yüzde iki buçuğa varan nüfus artışını biraz azaltalım arkadaşlar. Çocuklarımızı okutamadıktan sonra ne yapayım ben o çocuğu? İşte bunu da düşününce, azami iki çocuk sahibi olmak yeter. Onun için vatandaşlarıma sesleniyorum, az olsun, öz olsun.

en az üç çocuk

Recep Tayyip Erdoğan üç çocuk talebini ilk kez 7 Mart 2008’de, Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle Uşak’ta düzenlenen bir etkinlikte şu sözlerle dile getirdi:

Reklam
Reklam

Batı devletleri genç nüfus transfer etmeye başladı. Türkiye’nin genç nüfusunu korumaya devam etmesi gerekir. Batı şu anda ağlıyor, sakın bu tuzaklara düşmeyin. Böyle giderse 2030 yılında Türkiye’nin nüfusunun çoğu da 60 yaşın üzerinde olacak. Sevgili hanım kardeşlerim, bir Başbakan olarak konuşmuyorum, bir dertli kardeşiniz olarak konuşuyorum. Bu tuzağa asla gelmeyiniz. Biz genç nüfusumuzu aynen korumalıyız. Bir ekonomide aslolan insandır. Bunlar ne yapmak istiyor? Bunlar Türk milletinin kökünü kazımak istiyorlar, yaptıkları şey bu. Eğer nüfusunuzun azalmasını istemiyorsanız, bir ailenin 3 tane çocuğu olmalı. Takdir sizindir, o ayrı bir mesele. Bunu yaşadım, inanarak söylüyorum. Çocuk berekettir.

haremimize girdiler

Recep Tayyip Erdoğan 16 Aralık 2006’da katıldığı bir ödül töreninde muhalefete şu şekilde seslendi:

Reklam
Reklam

Ellerinden saltanatı kaybedenler, yavuz hırsız evsahibini bastırırmış anlayışıyla bizi bastırmaya çalışıyorlar. Ülkeyi gerdik de biz ne yaptık Allah aşkına? Kimin tavuğuna ‘kış’ dedik. Biz birçok şeyi sinemize çektik. Hala çekmeye de çalışıyoruz. Her şeymize girdiler, haremimize varıncaya kadar girdiler. Haremimizin, eşlerimizin giyim kuşamına varıncaya kadar konuştular. Ama biz sabrediyoruz. Yine sabredeceğiz. Sadece ülkemizi düşünüyoruz. Ama biz kimsenin, eşiyle, giyimiyle kuşamıyla uğraşmıyoruz. Niye? Bu ülke gerilmesin.

Sen kendi haremine sahip çık. Bizi de bırak da kendi haremimizde demokrasi, düşünce özgürlüğü, inanç özgürlüğü gereği içerisinde bunu yapalım.

genel kasetler

Recep Tayyip Erdoğan 4 Mayıs 2011 Kastamonu Mitingi’nde, daha önce “İma yolu ile bile dile getirilmeyecek.” dediği ‘kaset skandalları’yla ilgili olarak şöyle konuştu:

Reklam
Reklam

Kendisinden önceki beline hakim olamadı, gitti. Genel başkanlıktan gitti. Ama şimdi yine milletvekili adayı.

Ama hala bu medya, bu siyasiler ne diyorlar biliyor musunuz? Böyle bir hareket için: ‘İnsanın özeline karışıyorlar’ diyorlar. Yahu kendi eşiyle mi bir şey oluyor da özeli oluyor? Kendi eşiyle değil ya, buna nasıl kendi özeli dersiniz! Bu özel değil, özel değil. Bu genel, genel! Bu genel bir ahlaksızlıktır, başka bir şey değil! Bu toplumu aldatmayın ya.

evlenme derdi olmayan tipler

Recep Tayyip Erdoğan 1 Eylül 2010’da, Kanaltürk’te katıldığı bir programda ‘3 çocuk’ konusuna değindi ve şu tespitlerde bulundu:

‘Yapabileceğin kadar değil, bakabileceğin kadar’ diyor. Böyle saçmalık olur mu? Şu anda benim dört çocuğum var. Zenginlere bakıyorum, çocuk sayısında ikiden fazlasını göremezsiniz. Çocukları kendileri için adeta yük kabul ediyorlar. Halbuki asıl zenginlik o, buna bakmak lazım. Bunu da teşvik etmemiz lazım.

Zaten ülkemizde öyle tipler var ki onlarda zaten evlenmek, şu-bu derdi zaten yok. Onlar ayrı bir şey. Biz kalkıp onların yaşamına karışamayız, o ayrı bir mesele. Temenni ederiz ki onlar da evlensin.