Türkiye'nin Avrupa Birliği macerası

TRABZON (İHA) - Avrupa Birliği'ne (AB) girmek için tam 39 yıldır çaba harcayan Türkiye, 24-25 Ekim'de Brüksel'de ve 12-13 Aralık'ta da Kopenhag'da yapılacak olan AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirve Toplantıları'nı büyük bir heyecanla bekliyor.

AB'ye üye kabul edilecek ülkelerin tespitinde belirleyici olacak bu toplantılar, Türkiye'nin AB serüveninde "Tamam mı devam mı?" niteliği taşıyor.
Soğuk savaş ortamında stratejik konumu ağırlık kazanan ve Batı ittifakının parçası olmasına elverişli bir uluslararası konjonktürün içinde bulunan Türkiye, 20. yüzyılın ikinci yarısında, Avrupa Konseyi, NATO ve OECD gibi Avrupa merkezli Batı kurum ve kuruluşlara üye oldu. Türkiye, Avrupa Birliği üyeliğini de Batı ittifakının parçası olmasının doğal bir uzantısı ve mantıksal bir sonucu olarak gördü. Avrupa Ekonomik Topluluğu'nun (AET) 1958 yılında kurulmasından kısa bir süre sonra Türkiye, Temmuz 1959'da topluluğa tam üye olmak için başvuruda bulundu.

Reklam
Reklam

Cumhuriyetin kurulmasından bu yana, hatta daha öncesinden beri, batılılaşma ile modernleşmenin eş tutulması, özellikle 2. Dünya Savaşı'ndan sonra Türkiye'yi Avrupa kıtasında veya onu merkez alarak kurulan siyasi ve güvenlik oluşumlarının tümüne katılmaya yöneltti. Türkiye'nin tam üyelik başvurusuna o zamanki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu verdiği cevap, kalkınma düzeyinin tam üyeliğin gereklerini yerine getirmeye yeterli olmadığı ve tam üyelik koşulları gerçekleşinceye kadar geçerli olacak bir ortaklık anlaşması imzalanması oldu. Sözkonusu anlaşma Yunanistan'ın Topluluk'la yaptığı ortaklık anlaşmasından iki yıl sonra, 12 Eylül 1963'te imzalandı.
Türkiye ve Yunanistan'la imzalanan bu anlaşmalar, daha sonra yapılan ortaklık anlaşmalarından farklı olarak, iki ülkeye de tam üyelik hakkı tanıdı ve ortak üyeliği tam üyeliğe yönelik bir süreç olarak öngördü. Bu tutum, Soğuk Savaş döneminde iki ülkenin siyasi ve ekonomik istikrarına, stratejik ağırlıkları doğrultusunda verilen önemi göstermekteydi. İmzalanan Ankara Anlaşması'nın önsözünde Türk halkının yaşam standardının yükseltilmesi amacıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu'nun sağlayacağı desteğin ilerdeki bir tarihte Türkiye'nin Topluluğa katılmasına yardımcı olacağı belirtildi. 28. maddede ise, "Anlaşmanın işleyişi, Topluluğu kuran Antlaşmadan doğan yükümlülüklerin tümünün Türkiye tarafından üstlenebileceğini gösterdiğinde, Akit Taraflar, Türkiye'nin Topluluğa katılması olanağını incelerler" dendi. Hazırlık dönemi, geçiş dönemi ve nihai dönem olarak üç devre öngörülen anlaşmanın hazırlık aşaması nispeten sornusuz geçti. Türkiye geçiş aşamasını başlatmak için Mayıs 1967'de Topluluğa müracaat etti. Gümrük birliği ilişkisinin önem kazanmaya başladığı bu ikinci aşamaya esas teşkil eden Katma Protokol, Ortaklık Konseyi'nde, Temmuz 1970'te kabul edildi.

Reklam
Reklam

KATMA PROTOKOL'ÜN YÜRÜRLÜĞE GİRME VE UYGULANMA SÜRECİ Katma Protokol'ün yürürlüğe girme ve uygulanma süreçleri ise, Türkiye ile Avrupa Topluluğu ilişkilerinde sorunların arttığı bir döneme rastladı. Zira, soğuk savaşta 'yumuşama' dönemine geçilmesiyle birlikte, Avrupa'nın uluslararası olaylara bakışında güvenlik endişelerinden ziyade iktisadi konular ve demokratikleşme ağırlık kazanmaya başladı. 1970'li yıllarda Türkiye'yi etkileyen iç ve dış dinamikler, Türkiye'nin Avrupa Topluluğu'nun gelişimine uyum sağlamasını zorlaştırdı. Avrupa Topluluğu'nun demokratikleşme ve insan hakları alanlarındaki görüşleri, bu dönemde şekillenmeye başladı.

Topluluk, üyelik müracaatlarını da iktisadi kriterlerin ötesinde siyasi mülahazalar ışığında değerlendirme eğilimine girdi. Geçiş döneminin sonunda ise Gümrük Birliği'nin tamamlanması planlandı. Anlaşmada öngörülen hazırlık döneminin sona ermesiyle birlikte, 13 Kasım 1970 tarihinde imzalanan ve 1973 yılında yürürlüğe giren Katma Protokol'de geçiş döneminin hükümleri ve tarafların üstleneceği yükümlülükler belirlendi. Ancak gerek Ankara Anlaşması gerek Katma Protokol öngörüldüğü şekilde uygulanamadı. Türkiye, 1970'li yıllarda içinde bulunduğu ekonomik krizler ve bazı siyasi tercihlerle Katma Protokol'den kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmekten kaçındı. O tarihlerde yaygın olan kanaat, AET ile ilişkinin bir çeşit sömürü düzeni kurmakta olduğu, pazarımızı Topluluk ürünlerine açmanın sanayileşmemizi ve kalkınmamızı baltalayacağı, dolayısıyla koruma duvarlarının muhafaza edilmesi gerektiği yolundaydı. Başka bir deyişle AB ile ortaklık ilişkimizin ve gümrük birliğinin temsil ettiği kalkınma modeli dışarıya açık, bütünleşmeyi öngören bir model iken, 1970'li yılların tamamı boyunca bu modelin tam tersini sembolize eden içe doönük, ithalat ikamesine dayalı politikalar uygulandı.

Reklam
Reklam

Türkiye, Katma Protokol'de öngörülen Gümrük Birliği'ne geçiş sürecinin kısa olduğunu düşünerek, bu durumun sanayileşmesini ve ithal ikamesine dayalı kalkınma stratejisini olumsuz yönde etkileyeceğini değerlendirdi. Bunun sonucunda Türkiye, 1978 yılında AT'den gümrük birliği ilişkisinin gözden geçirilmesini talep etti ve beş yıllık ek bir süre istedi. Türkiye kendi yükümlülüklerini yerine getirmemeye ve Toplulukla ilişkilere soğuk bakmaya başlayınca, Topluluk da kendi yükümlülüklerini aksatmaya ve ortaklık ilişkisinin geliştirilmesi istikametinde çaba harcamaktan kaçınmaya başladı. Başlangıçta sadece ekonomik olan sorunlar, 12 Eylül döneminde ve Yunanistan'ın 1980'de Topluluğa tam üye olmasıyla siyasi boyut kazandı. Topluluk-Türkiye ilişkileri donduruldu ve mali işbirliğine son verildi. Katma Protokolün ise sadece ticari hükümleri işlemeye devam etti, diğer bütün hükümleri atıl kaldı.

TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİNDE CANLANMA 1980'li yıllarda, Türkiye-Avrupa Topluluğu ilişkilerinde demokrasi ve insan hakları konuları ön plana çıktı. Türkiye'de insan haklarının durumu hakkında raporlar hazırlanmaya başlandı. Bunun yanısıra 1983 yılında Türkiye'de darbe sonrası sivil idarenin yeniden kurulması ve 1984 yılından itibaren ithal ikamesi politikaların hızla terkedilerek dışa açılma sürecinin başlaması ilişkileri yeniden canlandırdı.

Reklam
Reklam

1984 yılı itibariyle Topluluk, demokrasi alanındaki hassasiyetinden taviz vermeksizin Ortaklık Anlaşması'nı canlandırma arayışına girdi. Ancak, Topluluğa 1981 yılında tam üye olan Yunanistan, ilişkilerin normalleşmesini engellemeye çalıştı. Türkiye'nin 14 Nisan 1987'de yaptığı tam üyelik başvurusu, Yunanistan faktörü ile Topluluğun reform çalışmalarının ağırlık kazandığı bir döneme rastladı.

AT Komisyonu, Türkiye'nin bu müracatına 1989 yılında verdiği cevapta, Türkiye'nin AT'ye tam üyelik konusundaki ehliyetini teslim etmekle birlikte, topluluğun derinleşme ve müteakip genişleme sürecinin tamamlanmasının beklenmesini, bu arada da gümrük birliğinin de tamamlanmasını önerdi. Bu öneri Türkiye tarafından da olumlu değerlendirildi. Gümrük Birliği'nin Katma Protokol'de öngörüldüğü şekilde 1995 yılında tamamlanması için gerekli hazırlıklara başlandı. Tüm bunların yanında 1989 yılında Berlin Duvarı'nın yıkılmasıyla birlikte, Avrupa köklü bir değişim sürecine girdi. 1990'lı yıllarda çok sayıda ülkenin AB'ye tam üyelik müracaatında bulunması, Birliği 'derinleşme' ve 'genişleme'yi birlikte gerçekleştirme çabasına sevketti.

Reklam
Reklam

Genişleme süreci çerçevesinde AB, 1993'te üyelik için gerekli gördüğü Kopenhag kriterlerini benimsedi. Haziran 1993'te kabul edilen Kopenhag kriterlerinde "Üyelik, aday ülkenin demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, insan hakları ile azınlıkların korunmasını ve saygı görmesini teminat altına alan kurumlarının istikrara kavuşturulmuş olmasını, işleyen bir piyasa ekonomisinin mevcudiyetini, AB içindeki rekabet ve piyasa güçleriyle başetme kapasitesini gerektirmektedir. Üyelik, adayın siyasi, ekonomik ve parasal birliğe katılım da dahil olmak üzere üyeliğin getirdiği yükümlülükleri üstlenebileceğini varsayar" denilerek AB'nin adaylarda aradığı özellikler ana hatları ile çizilmiş oldu.

TÜRKİYE GÜMRÜK BİRL'f0İĞİ'NDE Bunlar olurken, Türkiye'nin AB ile müzakereleri de devam etti. 2 yıl süren müzakereler sonunda 5 Mart 1995 tarihinde yapılan Ortaklık Konseyi toplantısında alınan karar uyarınca Türkiye ile AB arasındaki Gümrük Birliği 1 Ocak 1996 tarihinde yürürlüğe girdi. Gümrük Birliği'nin tamamlanmasıyla Türkiye, AB ülkeleriyle entegrasyon istikametinde çok önemli bir yol katetti. En azından, Türk ekonomisi ve sanayisi Gümrük Birliği'ni tamamlayarak altından kalkılamayacak bir yük üstlenmediğini ispatladı. Dolayısıyla tam üyeliğin gerektireceği yükümlülükleri de zaman içinde üstlenebileceğini gösterdi. Ancak AB Türkiye'ye, karşı üstlendiği bazı yükümlülükleri yerine getirmedi.

Reklam
Reklam

AB, Gümrük Birliği kararının kabul edildiği Ortaklık Konseyi toplantısında üstlendiği ve Türkiye'ye 4-5 yıllık bir dönem içinde 2.5 milyar Euro'ya varan mali yardım yapma yükümlülüğünü yerine getiremedi. Aynı şekilde kurumsal alanda entegrasyonu kolaylaştırmak amacıyla öngörülen bazı tedbirleri de alamadı. Bu iki faktörün yerine getirilememesinde Yunanistan'ın ve Avrupa Parlamentosu'nun muhalefeti önemli rol oynadı.

Türkiye'nin Gümrük Birliği'ne girmesinden bir ay önce Aralık 1995'te AB Madrid Zirvesi gerçekleştirildi. Bu zirvede "Üyelik, aday ülkenin AB'yle bütünleşmesi için idari yapılarında uyum yoluyla gerekli koşulları gerçekleştirmesini de zorunlu kılmaktadır. AB müktesebatının ulusal mevzuata uyarlanması önemli olmakla birlikte, esas itibariyle bu mevzuatın uygun idari ve yasal yapılar kanalıyla etkin bir şekilde uygulanması önem taşımaktadır. Bu husus, AB üyeliğinin gerektirdiği karşılıklı güvenin bir ön koşuludur" kararı alındı.

Madrid Zirvesi'nden 2 yıl sonra 1993 Kopenhag Zirve Toplantısı'nda alınan kararlar uyarınca eski Varşova Paktı ülkeleri olan Merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerini kapsayan bir genişleme süreci başlatan AB, genişleme ile ilgili olarak 16 Temmuz 1997 tarihinde 'Gündem 2000' başlıklı bir rapor açıkladı.
Raporda, Güney Kıbrıs Rum Kesimi'nin (GKRY) 2000'li yıllarda AB'ne tam üye olması öngörüldü. Kopenhag kriterleri denilen kriterlere (demokrasi, insan hakları, ekonomik gelişme, Topluluk müktesebatını benimseme) en fazla uyum gösterebilme yeteneğine sahip olduğu değerlendirilen, Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovenya ve Estonya'nın ilk dalgada, sözkonusu kriterlere göre daha geri bir durumda bulunan Slovak Cumhuriyeti, Litvanya, Letonya, Bulgaristan ve Romanya'nın ise ikinci dalgada birliğe katılacağı belirtildi. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi de daha önce alınan bir kararla sözkonusu genişlemenin içine dahil edildi.
Türkiye ise genişlemenin kapsamına alınmadı. Gündem 2000 raporunda, Türkiye ile ilgili olarak ayrıca Gümrük Birliği'nin tatminkar bir biçimde işlediği ve ilişkilerin geliştirilmesinde sağlam bir dayanak teşkil ettiği, ancak siyasi durumun, mali işbirliği ile siyasi diyaloğun 6 Mart 1995 tarihinde kararlaştırıldığı şekilde sürdürülmesine imkan vermediği ifade edildi. Gümrük Birliği'nin uygulamasının Türkiye'nin bir çok alanda AB'den elde edeceği hakları başarıyla üstlenebileceğini gösterdiğini, buna karşılık ekonominin makro ekonomik istikrarsızlık kıskacını kıramadığı ifade edildi. Siyasi konularda ise insan hakları ve Güney Doğu sorunu ile ilgili bilinen görüşler tekrar edilirken, bu soruna askeri değil, siyasi bir çözüm bulunması gerektiğine yer verildi.

Reklam
Reklam

Gündem 2000 raporunun açıklanmasını izleyen dönemde Türkiye AB üyesi ülkeler ve AB Komisyonu düzeyinde yoğun ikili temaslar gerçekleşti. Bu görüşmelerde Türkiye, Komisyonun kendisini AB'nin halihazır genişleme sürecinden dışlayan Gündem 2000'deki önerileri hakkında olumsuz görüşlerini ortaya koydu.

LÜKSEMBURG ZİRVESİ AB'nin bu tutumunun Türkiye-AB ilişkilerine zarar vereceğini belirten Türkiye, Lüksemburg Zirve Toplantısı öncesinde "Türkiye'nin AB'nin genişleme sürecine dahil olduğunun resmen ilanı, Türkiye'nin uygun bir katılma öncesi stratejisi ile desteklenmesi ve Türkiye'nin Avrupa Daimi Konferansına diğer adaylarla eşit statüde katılması" beklentilerini sıralayarak, AB'den isteklerde bulundu. Ancak Türkiye'nin bu isteklerine rağmen 12-13 Aralık 1997 tarihlerinde Lüksemburg'da yapılan Avrupa Birliği Zirvesi'nde Türkiye için umut verici sonuçlar çıkmadı. Lüksemburg Zirvesi sonrasında varılmış bulunan noktaya bakıldığında Türkiye açısından şu unsurlar göze çarptı:
"Türkiye'nin tam üyeliğe ehliyeti bir kez daha teyid edilmiştir. Avrupa Birliği, Türkiye'yi tam üyeliğe hazırlamak için bir strateji tesbitini kararlaştırmıştır. Bu stratejide, Ankara Anlaşması'nda öngörülmüş bulunan imkanların geliştirilmesi, Gümrük Birliği'nin güçlendirilmesi, mali işbirliği ve mevzuat uyumu gibi unsurlara yer verilmesi ve gelişmelerin düzenli olarak Ankara Anlaşması'nın 28. maddesi Kopenhag kriterleri ve AB'nin 29 Nisan 1997 tarihli deklarasyonu çerçevesinde gözden geçirilmesi öngörülmüştür. Bunlara karşılık, Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesinin aynı zamanda ülkemizdeki siyasi ve ekonomik reformların sürmesine, Yunanistan ile iyi ve istikrarlı ilişkilere sahip olunmasına ve Kıbrıs sorununa çözüm bulunması amacıyla BM gözetimindeki müzakerelerin desteklenmesine bağlı olduğu vurgulanmıştır."

Reklam
Reklam

57. Hükümet tarafından Lüksemburg Zirvesi'nin ertesi günü 14 Aralık 1997 tarihinde hemen bir açıklama yapıldı. Yapılan açıklamada, AB'nin Türkiye yönelik yanlı ve ayırımcı tutumu kınanırken, bununla birlikte tam üyelik hedefinin muhafaza edildiği ve AB ile var olan ortaklık ilişkilerinin sürdürüleceği bildirildi. Ancak ilişkilerin geliştirilmesinin AB'nin yükümlülüklerini yerine getirmesine bağlı olacağı, AB'nin mevcut zihniyet ve yaklaşımı değişmedikçe ilişkilerin ahdi çerçevesi dışındaki konuların AB ile ele alınmayacağı belirtildi. Müteakiben yapılan açıklamalarda, AB ile siyasi diyaloğun, ilişkilerin gelişmesine engel oldukları iddia edilen, Kıbrıs sorunu, Türk-Yunan ilişkileri ve insan hakları dahil olmak üzere Türkiye'nin iç meselelerini bundan böyle kapsamayacağı ifade edildi.

Ayrıca, ilk oturumunu 12 Mart 1998 tarihinde Londra'da yapan Avrupa Konferansı'na Türkiye'nin katılmayacağı, bu arada Gümrük Birliği'nin Ortaklık Anlaşmaları'nda öngörüldüğü şekilde sürdürüleceği, AB tarafının Lüksemburg Zirvesi'nin sonuç bildirisinde yapmayı üstlendiği, Gümrük Birliği'nin derinleştirilmesine ve Ankara Anlaşması'nın sağladığı imkanların kullanılmasına yönelik tekliflerin beklendiği kaydedildi.

CARDIFF VE VİYANA ZİRVELERİ Avrupa Birliği-Türkiye ilişkileri Lüksemburg Zirvesi'nden sonraki dönemde bu açıklamaların ışığında gelişti. Bu dönemde Komisyon Lüksemburg Zirvesi'nde kendisine verilen yönerge gereğince 4 Mart 1998 tarihinde Türkiye ile ilişkilerin geliştirilmesini konu alan bir strateji belgesini açıkladı. Sözkonusu raporda, bu stratejinin uygulanmasıyla Türkiye'nin AB'nin genişleme sürecinde yer alacağı bildirildi. Raporda, Türkiye tarafından eleştiri konusu yapılan, mali işbirliği alanındaki AB taahhütlerine de değinilirken, stratejide yer alan unsurların gerçekleşmesinin AB'nin Türkiye'ye taahhüt ettiği mali yardımların yürürlüğe konulması ile mümkün olabileceğine dikkat çekildi. Bu konuda yetkili bulunan Konseyin sözkonusu yardımları gecikmeksizin kullanılabilir hale getirecek düzenlemeyi yapması istendi.
15-16 Haziran 1998 tarihinde 'AB Cardiff Zirvesi' gerçekleşti. Bu zirve sonunda yayınlanan Başkanlık Sonuç Belgesi'nin genişleme ile ilgili bölümünde, Türkiye'nin Avrupa Birliği'nin genişleme sürecindeki konumunu nisbi şekilde iyileştiren bir usluba yer verildi. Belgede, bu kez Türkiye'nin 'üyelik için ehil' olduğu ifadesinden vazgeçilerek bunun yerine zımni bir şekilde 'üyelik adayı' tanımlanmasına yer verildi. Belgede ayrıca, Komisyon tarafından Türkiye'yi tam üyeliğe hazırlamak için sunulan 'Avrupa Stratejisi' onaylanırken, bu stratejinin Türkiye'nin önerileriyle de zenginleştirilebileceği vurgulanarak hayata geçirilmesi için Komisyon'dan, gerekli mali desteğin sağlanması amacıyla çözüm yolları bulunması istenildi.

Bu gelişmeler sonrasında 17 Haziran 1998 Türk Dışişleri Bakanlığı bir açıklama yaptı.
Açıklamada, 14 Aralık 1997 tarihli Hükümet Açıklaması'nda ortaya konulan parametrelerin halen geçerli olduğu bildirildi. AB Komisyonu, Cardiff kararları doğrultusunda, diğer aday ülkelerle birlikte Türkiye için de hazırladığı ilerleme raporunu 4 Kasım 1998 tarihinde Türkiye'ye gönderdi. Rapor bazı önyargılı ifade ve tesbitler içermekle birlikte, Komisyon tarafından Türkiye'nin aday ülke olarak algılandığının bir göstergesi olarak sayıldı. Ancak bu konuda 11-12 Aralık 1998 tarihlerinde yapılan Viyana Zirvesi'nde de önemli bir gelişme kaydedilmedi. Bununla birlikte, 3-4 Haziran 1999 tarihlerinde Köln'de yapılan AB Hükümet ve Devlet Başkanları Zirvesi'nde Almanya tarafından hazırlanan ve Türkiye'nin beklentilerini karşılayabilecek nitelikteki taslak metin, İngiltere ve Fransa'nın desteğine rağmen, Yunanistan'ın ve diğer bazı üye ülkelerin olumsuz tutumları neticesinde kabul edilmedi. Bu gelişme üzerine D7şişleri Bakanlığı tarafından 4 Haziran 1999 günü bir açıklama yapıldı. Yapılan açıklamada, Alman Dönem Başkanlığı'nın gayretlerinin memnuniyetle karşılandığı ancak AB'nin Türkiye'ye yönelik ayrımcı politikasında herhangi bir değişiklik meydana gelmemesi sebebiyle, Türkiye'nin de AB ile ilişkilerinde, Hükümet taraf7ndan 14 Aralık 1997 tarihinde yapılan açıklama ile belirlenen yaklaşımın değişmeyeceği bildirildi.

17 AĞUSTOS DEPREMİ'NİN TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİNE ETKİSİ Türkiye'de 17 Ağustos 1999 yılında yaşanan deprem felaketi Türkiye-AB ilişkilerinde sıcak bir hava estirdi. Depreminin ardından AB ülkelerinden ve AB Komisyonu aracılığıyla gelen yardımlar, ayr Cıca Yunanistan'ın davranışı, Türkiye-AB ilişkilerinin de yumuşamasına yol açtı. Fin Dışişleri Bakanı Halonen, Komiser Van der Broek ile 27 Ağustos 1999 tarihinde Ankara'ya gelerek, yardımlar bakımından somut bir gösteride bulundu.

4-5 Eylül 1999 tarihlerinde Finlandiya'nın Saariselka kasabasında yapılan Avrupa Birliği Dışişleri Bakanları Gayri Resmi toplantısında, deprem vesilesiyle tekrar gündeme gelen Türkiye ile mali işbirliği konusu ve ayrıca AB'nin genişlemesi bağlamında Türkiye'nin adaylığı ele alındı. Ancak bu konuda Saariselka'dan herhangi bir karar çıkmadı. Aynı toplantıda deprem felaketi nedeniyle verilmiş bulunan 4 milyon Euro tutarındaki acil yardıma ilaveten, Türkiye'ye insani yardım ve yeniden yapılanma için 30 milyon Euro ve Avrupa Yatırım Bankası'ndan 500-600 milyon Euro kredi sağlanması kararlaştırıldı.

AB Komisyonu'nun, Cardiff Zirvesi kararları uyarınca, aday ülkeler hakkında hazırladığı raporlardan ikincisi, 13 Ekim 1999 tarihinde Komisyon Başkanı Romano Prodi tarafından açıklandı. Türkiye, bu raporda, bu kez tam üyeliğe aday gösterilirken ve Lüksemburg Zirvesi'nde diğer ülkeler için yapılmış olduğu gibi, ülkemize de somut bir Katılma Ortaklığı Stratejisi önerildi. Bu öneriden kısa bir süre sonra Adalet ve içişleri konularının ele alındığı AB Devlet ve Hükümet Başkanlarının Özel Zirve Toplantısı 15-16 Ekim 1999 tarihlerinde Finlandiya'da Tampere kentinde yapıldı. Zirve'de ayrıca, genişleme ve bu kapsamda Türkiye'nin AB'ne adaylığı, konusu da gayriresmi olarak ele alındı.

HELSİNKİ ZİRVESİ Türkiye'nin 10-11 Aralık 1999 tarihlerinde Helsinki'de yapılan AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi'nde oybirliği ile Avrupa Birliği'ne aday ülke olarak kabul ve ilan edilmesi Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir dönüm noktası oldu. Ancak Helsinki Zirvesi Sonuç Bildirgesi'nde Türkiye'nin canını sıkan açıklamalara da yer verildi.
10-11 Aralık 1999 tarihlerinde düzenlenen Helsinki Zirvesi Sonuç Bildirgesi'nin genişlemeyle ilgili bölümünde yer alan Türkiye'ye ilişkin 12. paragraf ile bu paragrafta atıfta bulunulan genişlemeye dair 4. ve Kıbrıs hakkındaki 9. paragraflarda şu ifadelere yer verildi :

"- 12. Avrupa Birliği Konseyi, Komisyonu'nun İlerleme Raporu'nda işaret edildiği üzere, Türkiye'de son zamanlarda yaşanan olumlu gelişmeleri ve ayrıca Türkiye'nin Kopenhag kriterlerine uyum yönündeki reformlarını sürdürme niyetini memnuniyetle karşılar. Türkiye, diğer aday devletlere uygulananlarla aynı kriterler temelinde Birliğe katılmaya yönelmiş bir aday devlettir. Diğer aday devletler gibi Türkiye de, mevcut Avrupa Stratejisi'ne istinaden, reformlarını teşvik etmeye ve desteklemeye yönelik bir katılım öncesi stratejisinden istifade edecektir. Bu çerçevede, insan hakları ile 4 ve 9 (a) sayılı paragraflarda belirtilen konular başta olmak üzere, üyeliğin siyasi kriterlerini karşılama yönünde ilerleme kaydedilmesi üzerinde durularak, daha fazla siyasi diyalog sözkonusu olacaktır. Türkiye, Topluluk programları ile ajanslarına ve katılım süreci bağlamında aday devletler ile Birlik arasındaki toplantılara katılma imkanına da sahip olacaktır.

Müktesebatın benimsenmesi için bir Ulusal Program'la birlikte, siyasi ve ekonomik kriterler ve bir üye devletin yükümlülükleri ışığında üyelik hazırlıklarının yoğunlaşması gereken öncelikleri içeren bir Katılım Ortaklığı, önceki Konsey sonuçları temelinde oluşturulacaktır. Uygun izleme mekanizmaları kurulacaktır. Türkiye'nin mevzuatının ve uygulamasının müktesebatla uyumlaşmasını yoğunlaştırmak üzere, Komisyon, müktesebatın analitik tarzda incelenmesine yönelik bir süreç hazırlamaya davet edilir. Avrupa Birliği Konseyi, Komisyon'dan, katılım öncesi tüm AB mali yardım kaynaklarının koordinasyonu için tek bir çerçeve sunmasını talep eder.
- 4. Avrupa Birliği Konseyi, şimdi 13 aday devleti tek bir çerçevede içeren katılım sürecinin kapsayıcı mahiyetini yeniden teyid eder. Aday devletler, üyelik sürecine eşit bir temelde katılmaktadırlar. Avrupa Birliği'nin antlaşmalarda ifade edilen değerlerini ve amaçlarını paylaşmalıdırlar. Bu bakımdan, Avrupa Birliği Konseyi, anlaşmazlıkların BM Şartı'na uygun olarak barışçı yoldan çözümlenmesi ilkesini vurgular ve aday devletleri süregiden sınır anlaşmazlıklarını ve ilgili diğer meseleleri çözmek için her türlü gayreti göstermeye davet eder. Bunda başarılı olunamadığı takdirde, anlaşmazlığı makul bir süre içinde Uluslararası Adalet Divanı'na götürmelidirler.
Avrupa Birliği Konseyi, süregiden anlamazlıklara ilişkin durumu, özellikle üyelik süreci üzerindeki yansımalarıyla ilgili olarak ve en geç 2004 yılı sonuna kadar Uluslararası Adalet Divanı yoluyla çözüme bağlanmalarını teşvik etmek amacıyla gözden geçirecektir. Ayrıca, Avrupa Birliği Konseyi, Kopenhag'da belirlenmiş olan siyasi kriterlere uyumun üyelik müzakerelerinin açılması için ön şart olduğunu ve tüm Kopenhag kriterlerine uyumun AB'ye üye olarak katılımın temelini oluşturduğunu hatırlatır.

- 9.(a) Avrupa Birliği Konseyi, 3 Aralık 1999 tarihinde New York'ta Kıbrıs meselesinin kapsamlı çözümüne yönelik olarak başlatılan görüşmeleri memnunlukla karşılar ve BM Genel Sekreteri'nin bu süreci başarıyla sonuçlandırma yönündeki gayretlerine güçlü desteğini ifade eder. (b) Avrupa Birliği Konseyi, siyasi bir çözümün Kıbrıs'ın Avrupa Birliği'ne katılımını kolaylaştıracağının altını çizer. Üyelik müzakerelerinin tamamlanmasına kadar kapsamlı bir çözüme ulaşılamamış olursa, Konsey'in üyelik konusundaki kararı, yukarıdaki husus bir ön şart olmaksızın verilecektir. Bu konuda Konsey, tüm ilgili faktörleri dikkate alacaktır."

ECEVİT'TEN HELSİNKİ ZİRVESİ KARARLARINA TEPKİ Başbakan Bülent Ecevit, AB Helsinki Zirvesi'nde Türkiye'nin AB üyeliğine aday ilan edilmesinin ardından 10 Aralık 1999 tarihinde konuyla ilgili bir basın açıklaması yaparak tepkisini dile getirdi. Ecevit, basın açıklamasında, şu görüşlere yer verdi:
"Karar metninde Yunanistan'la aramızdaki Ege sorunlarının en geç 2004 yılında Uluslararası Adalet Divanı'na götürülmesi gerekeceği biçiminde yorumlanabilecek ifadelerdeki ima, bizim için kabul edilemez niteliktedir. Nitekim, Avrupa Birliği Konseyi Dönem Başkanı Finlandiya'nın Başbakanı Lipponen, 10 Aralık 1999 tarihli yazılı mesajında, bunun zorunluluk anlamı taşımadığını, sadece Avrupa (AB) Konseyi'nin ihtilaflar konusunu yeniden gözden geçireceği tarih anlam ına geldiğini ifade ederek, konuya açıklık getirmiştir. Lipponen'nin mesajı, bu husustaki Avrupa Birliği hukukunun bir parçasıdır. Hükümetimiz, Yunanistan'la sorunlarımızın barışçı yollardan 0 çözümü konusunda gerekli siyasi iradeyi taşımakta ve bu yönde elinden gelen çabayı göstermektedir. Ancak bu sorunların çözümünün Avrupa Birliği üyeliğine hazırlık müzakerelerimizin başlatılması için bir ön koşul olarak öne sürülmesini de kabul etmemiz sözkonusu değildir. Kıbrıs'la ilgili görüşmelerden bir sonuç alınamaması durumunda dahi, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin 'Kıbrıs' adı altında Avrupa Birliği'ne üyelik işleminin uygulanabileceği izleniminin verilmesi ise çok sakıncalıdır. Bu konudaki görüşümüz, herkes tarafından bilinmektedir. Bu tutumumuz değişmeyecektir. Kıbrıs'ta iki ayrı devlet bulunduğu gerçeği, hiçbir şekilde inkar edilemez. Türkiye ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti arasındaki özel ilişki ve bağlar, Avrupa Birliği'nin Kıbrıs konusunda izleyeceği tutuma paralel olarak gelişmeye devam edecektir."

AB'DEN 'TÜRKİYE İÇİN KATILIM ORTAKLIĞI 2000' BELGESİ AB Konseyi, 1997 tarihli Lüksemburg toplantısında, Katılım Ortaklığı'nın aday ülkelere yönelik tüm yardımları tek bir çerçeve altında yürüten, geliştirilmiş katılım öncesi stratejisinin kilit öğelerinden biri olmasını karara bağlamıştı. Bu çerçevede, Katılım Ortaklığı, AB tarafından bütün aday ülkeler için ve her ülkenin hükümetiyle istişare halinde hazırlanan, üyeliğe hazırlık için yerine getirilecek temel nitelikli kısa ve orta vadeli öncelikleri ortaya koyan bir metin hazırladı.
AB Komisyonu, 8 Kasım 2000 tarihinde, 'Türkiye İçin Katılım Ortaklığı 2000' başlığı ile bu belgeyi açıkladı. AB Konseyi, 4 Aralık 2000 tarihinde bu belgeye ilişkin siyasi mutabakatını bildirdi. Katılım Ortaklığı belgesi, 8 Mart 2001 tarihli AB Çevre Bakanları Konseyi'nde nitelikli oy çoğunluğuyla onaylanarak yürürlüğe girdi. AB Komisyonu, 26 Temmuz 2000 tarihinde de katılım öncesinde ve özellikle Katılım Ortaklığı'nın oluşturulmasına yönelik olarak, Türkiye'ye AB tarafından yapılacak yardımların tüm kaynaklarını koordine etmek için gerekli tek çerçeveyi oluşturmaya yönelik bir çerçeve tüzüğün hazırlanmasını önerdi. Sözkonusu Çerçeve Tüzük, 26 Şubat 2001 tarihinde yapılan AB Genel İşler Konseyi toplantısında oybirliğiyle onaylandı.
Öte yandan, Katılım Ortaklığı belgesinde yer alan önceliklerin hayata geçirilmesi konusunda Türkiye'nin hazırlayacağı program ve takvimi içeren Avrupa Birliği Müktesebatı'nın Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programı, 19 Mart 2001 tarihinde Hükümet tarafından onaylanarak 24 Mart 2001 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Program, Dışişleri Bakanı İsmail Cem, tarafından AB Komisyonu'nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Günter Verheugen'a 26 Mart 2001 tarihinde iletildi.

AB Komisyonu, 13 Kasım 2001 tarihinde, 2001 yılı İlerleme Raporları ile Genişleme Strateji Belgesi'ni açıkladı. Açıklanan 2001 yılı İlerleme Raporu'nda, Ulusal Program'ın siyasi ve ekonomik reformlar açısından kapsamlı bir program olduğu ve Katılım Ortaklığı belgesinin hemen ardından onaylandığı belirtildi. Ancak Program'ın Katılım Ortaklığı belgesiyle içerik ve takvim açısından tam olarak örtüişmediği, gerçekleştirilecek reformların finansmanına ve idari kapasitelerin güçlendirilmesi konusuna yeterince ağırlık verilmediği eleştirisi getirildi.

Genişleme Stratejisi Belgesi'nin Türkiye'ye ilişkin bölümünde ise, Türkiye'nin katılım kriterleri ve Katılım Ortaklığı belgesinde belirlenen öncelikler doğrultusunda başlatmış olduğu siyasi ve ekonomik reformları yoğunlaştırarak ve hızlandırarak sürdürmeye teşvik edilmesi ve Kıbrıs sorununa bir çözüm bulunmasında gayret göstermesi istendi.

AB TÜRKİYE İLİŞKİLERİNİN SON 1 YILI VE BRÜKSEL-KOPENHANG TOPLANTILARI ABD'de 11 Eylül 2001 tarihinde meydana gelen terörist saldırılar neticesinde Avrupa Birliği bünyesinde terörle mücadele alanında etkin araçlar oluşturulması yönünde çalışma başlatıldı. Komisyon tarafından hazırlanan "Terörle Mücadele Konusundaki Çerçeve Karar" ile "AB Tutuklama Yönergesine ilişkin Çerçeve Karar" tasarıları üzerindeki çalışmalar üzerine Türkiye her iki tasarıya da destek oldu. Türkiye ayrıca sözkonusu tasarılarda belirtilen husus ve önlemlerin sadece AB ülkelerine değil, üçüncü ülkelere ve özellikle aday ülkeleri de kapsaması isteğinde bulundu.

Ancak AB tarafından hazırlanacak terörist kişi ve kuruluşlar listesi ile bunların finans kaynaklarına ilişkin listeye Türkiye'ye tehdit teşkil eden örgütlerin de dahil edilmesi hususunda Türkiye'nin yapmış olduğu girişimler sonuç vermedi. Toplam 29 kişi ve 13 grup ve oluşuma yer verilen terör listesinde, Türkiye'nin AB'ye ilettiği, Türkiye'yi tehdit eden terör örgütlerinin isimlerine yer verilmedi. Türkiye'nin girişimlerini sürdürmesi sonucunda AB terörist örgütler listesiyle ilgili olarak 29 Nisan 2002 tarihinde yapılan COREPER toplantısında, PKK ve DHKP-C'nin, mal varlıkları dondurulması öngörülen terör örgütleri listesine dahil edilmesi kararlaştırıldı. Sözkonusu karar, 3 Mayıs 2002 tarihli AT Resmi Gazetesi'nde yayınlanarak yürürlüğe girdi. Karar, Türkiye tarafından olumlu olarak karşılanırken, PKK terör örgütü, karşı atağa geçerek 16 Nisan 2002 tarihinde ismini KADEK olarak değiştirerek listeyi deldi.

14-15 Aralık 2001 tarihlerinde düzenlenen AB Konseyi Laeken Zirvesi AB-Türkiye ilişkilerinde bir yumuşama yaşandı. Sonuç Bildirgesi'nde Türkiye'ye ve Kıbrıs'a ilişkin basit ancak umut veren ifadelere yer verildi.

Sonuç bildirgesinin Türkiye'ye ilişkin paragrafında "Türkiye, özellikle Anayasasında yaptığı değişikliklerle, üyelik için belirlenen siyasi kıstaslara uyma yolunda mesafe katetmiştir. Bu durum, Türkiye'yle üyelik müzakerelerini açma perspektifini daha yakınlaştırmıştır. Türkiye, başta insan hakları bağlamında olmak üzere, siyasi ve ekonomik ölçütlere uyum yolundaki ilerlemesini sürdürmeye teşvik edilmiştir. Türkiye için katılım öncesi stratejisi, bu ülkenin Topluluk müktesebatına uyum hazırlıklarının incelenmesinde yeni bir safhaya işaret etmelidir" denildi.

Kıbrıs'la ilgili paragrafında ise "AB Konseyi, Kıbrıs Rum ve Türk toplumlarının liderleri arasında kısa süre önce gerçekleştirilen toplantılardan memnunluk duymakta ve onları görüşmelerini Kıbrıs sorununa Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin ilgili kararlarıyla tutarlı olacak şekilde Birleşmiş Milletler himayesinde kapsamlı bir çözüme kavuşturma yönünde sürdürmeye teşvik etmektedir" ifadelerine yer verildi.

Tüm bu gelişmelerden sonra önümüzdeki 24-25 Ekim'de Brüksel'de ve 12-13 Aralık'ta da Kopenhag'da düzenlenecek AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirve toplantıları, AB'ye üye kabul edilecek ülkelerin tespitinde belirleyici olacak. Aday ülkelere ilişkin İlerleme Raporları ile Genişleme Stratejisi Belgesi, Komisyon tarafından bu yıl 16 Ekim 2002 tarihinde yayınlanacak.

24-25 Ekim tarihlerinde olağanüstü çerçevede toplanacak Brüksel Zirvesi'nde, 12-13 Aralık'ta düzenlenecek Kopenhag Zirvesi'nde genişleme süreci bağlamında alınacak kararlar üzerinde mutabakat sağlanmaya çalışılacak. Brüksel'de, genişlemenin AB bütçesine getireceği mali yükün nasıl hafifletileceği, Kopenhag'da ise katılım müzakerelerini tamamlaması öngörülen azami 10 aday ülkenin üyeliği karara bağlanacak.