"Türkiye'nin demografik yapısı bozuluyor" iddiası

ANKARA (İHA) - Maliye Hesap Uzmanları Vakfı'nca (HUV) yayınlanan raporda, Türkiye'nin 2010 yılında genç bir ülke olma özelliğini kaybedeceği ve doğurganlık hızının yüzde 2'lere kadar ineceği ileri sürüldü.

Raporda, önümüzdeki 30 yıl içerisinde yetiştin nüfus oranının yüzde 60 artarak, 35 milyondan 60 milyona yükseleceği kaydedildi. HUV tarafından, Oğuz Işık'ın yaptığı, "2020 Yılında Türkiye'nin Olası Demografik Yapısı" isimli araştırmasından derlenen raporda, Türkiye'nin demografik yapısındaki tehlikeli değişim değerlendirildi. Türkiye'nin son 20-25 yıldır fazla dikkat çekmeyen ancak uzun dönemli etkileri çok büyük olabilecek bir dönüşüm yaşadığını belirten raporda, "Tüm sosyal göstergeler arasında belki de en yavaş değişen demografik değişkenler, Türkiye'nin büyük çaplı bir dönüşüm geçirmekte olduğunu ortaya koymaktadır. Kamuoyunda ve meslek çevrelerinde yeterince tartışılmayan bu demografik dönüşüm, toplumsal yaşamdan ekonomiye ve siyasete kadar birçok alanda yeniden yapılanmayı gerekli kılacak boyutlardadır. Bu süreç tamamlandığında Türkiye'nin nüfusu sabitlenecek ve bugünkünden çok farklı bir nüfus yapısı ortaya çıkacaktır" denildi. Batılı ülkelerin 100 yılı aşkın bir sürede yaşadığı bu süreci Türkiye'nin 40-50 yılda yaşadığını ve bu sürecin önümüzdeki 20-30 yılda tamamlanacağını vurgulayan raporda, "Cumhuriyet kurulduğunda Türkiye'nin nüfusu 14 milyon kadardı. Bugün ise 66 milyon civarındadır. 2025 yılında 88 milyona ulaşacağı ve 21. yüzyılın ortalarında 95 milyon civarında sabitleneceği tahmin edilmektedir. Türkiye'de doğurganlık hızı son 25 yıldır hızla düşmüş ve yakında nüfusun ancak kendini yenileyebileceği düzeye inecektir. Türkiye'de 1945-50 yılları arasında 6.9 olan toplam doğurganlık oranı 1993 yılında 2.7'ye düşmüş olup, 2010 yılında 2'ye düşmesi beklenmektedir" ifadeleri dikkat çekti. Türkiye'nin artık hızlı nüfus artış dönemini geride bıraktığını ileri süren raporda, ayrıca şu iddialara yer verildi:

Reklam
Reklam

"Bugün yüzde 1.4'e düşmüş bulunan yıllık nüfus artış hızı 25 yıl içinde yüzde 0.8'e düşecektir. Esas olarak doğurganlığın düşmesi ile başlayan bu dönüşüm, sadece nüfus artış hızının yavaşlaması ile kendini göstermeyecek, nüfusun yapısında da büyük çaplı değişimler yaşanacaktır. 20 yaş altındaki nüfusun toplam içindeki payı sürekli olarak düşecektir. Daha açık bir anlatımla, Türkiye genç bir ülke olma özelliğini kaybedecektir. Buna karşılık 65 yaş üzerindeki nüfusun payı büyük bir hızda artacaktır. Bu grubun 1990 yılında toplam içinde yüzde 4.5 olan payı 2025'te iki katma çıkarak yaklaşık yüzde 9'a ulaşacaktır. Buna karşılık hane büyüklüğü de sürekli olarak azalacaktır. Genç nüfusun sayıca sabitlenmesi ve oran olarak azalması, başta eğitim olmak üzere bir dizi alanda büyük çaplı yeniden düzenlemeleri gerekli kılacak bir dönüşümdür. 1950'li yıllardan bugüne uzanan süreçte geniş aileden çekirdek aileye geçiş sürecini yaşayan Türkiye, bu kez de çekirdek ailenin parçalanışına tanık olacaktır. Batıda çok sayıda örneği görülen tek kişilik aileler ile tek bir ebeveyn ve çocuktan oluşan aileler giderek yaygınlaşacaktır. Ailenin toplumunun temel direği olduğu bir toplumda hekimliğin işlevi, ailenin küçüleceği. Öneminin azalacağı ve aile tarafından yüklenilen çok sayıda işlevin kaçınılmaz olarak aile dışına çıkacağı bir toplumdakinden farklı olmak durumundadır. Önümüzdeki 20-30 yıllık dönemde Türkiye'nin nüfus yapısında yaşanacak en ciddi değişim, üretken olarak adlandırılan 20-54 yaş arası grubun hem sayıca hem de oran önemli bir artış gösterecek olmasıdır. Bu yetişkin nüfus grubunun toplam hacmi, 2025 yılına kadar sürekli artacaktır. Önümüzdeki 30 yıl içinde, Türkiye nüfusunun toplam olarak yüzde 30 oranında artacağı tahmin edilmektedir. Oysa yetişkin nüfus grubu bu dönemde yüzde 60 oranında artarak 35 milyondan 60 milyona yükselecektir. Bu işgücü piyasasında karmaşık etkiler yaratacak bir gelişmedir. Bu bir yandan istihdam olanakları sağlanabildiği takdirde ekonominin performansının çok artabileceği anlamına gelmektedir. Öte yandan, ekonomide yeterli büyüme sağlanamadığı takdirde çok ciddi sorunlara ve gerçek ücret düşüşlerine yol açabilecektir. Şimdiye dek büyümenin yarattığı sorunlarla baş etmeye çalışan, diğer deyişle asıl uğraşı nicelik olan Türkiye, bu kez nitelik sorunları ile uğraşmak zorundadır. Bundan sonra sorun, kalite olmak zorundadır. Örneğin eğitim alanında artık yapılması gereken yeni okullar açmak, yeni üniversiteler kurmak değildir. Artık ilköğretim çağı nüfusun artışı neredeyse durmak üzere olduğu bir ortamda temel sorun, eğitimin kalitesini yükseltmektir".

Reklam
Reklam