Bu imamlar alışık olduğumuz tarzdan değiller... Kimisi dört dilde vaaz veriyor, kimisi akademik seviyede hutbe. Doktora yapanı da var, ressam olanı da. Onlar, Türkiye ve dünyanın her yerine yayılan yeni nesil imamlar. Aksiyon Dergisi o imamlardan bir bölümünü bu hafta kapağına taşıdı...
Diyanet İşleri Başkanlığı, din görevlilerinin kullandığı kıyafetlerle ilgili önemli bir adım attı. Cübbe ve fesler artık standart hâle geliyor. Cübbelerde siyah renkten vazgeçilirken, krem rengine dönülüyor. Kıyafetleri ise bir süredir devlet büyüklerinin eşlerini giydiren Ankara Olgunlaşma Enstitüsü hazırlıyor...
Diyanet'in bu küçük adımı bazı basın yayın organlarında 'devrim' olarak nitelendirildi. Aslında bu yaklaşım, medyanın bilinçaltındaki 'imam-müftü imajı'nı ele veriyor. Üstelik aynı elin kendi ideolojik bakışıyla oluşturduğu bir imaj. Türk sinemasında yıllar boyu çizilen 'kara cübbeli, kirli sakallı, dar görüşlü imam profili' kafalara kazınmak istendi. Keçisi çalınan müftünün durumu basında, 'Müftü keçi çaldı' diye aktarıldı. Elbette gerçek böyle değildi. Ama bu yayınlar kamuoyunda etkili oldu. Cami cemaati arkasında saf tuttuğu kişiyi tanısa da, sokaktaki insan imamlara hep mesafeli durdu...
"Ölümü, ölüyü, cenazeyi değil, insanlar beni görünce hayatı hatırlamalı. Bana ölüme bakar gibi değil, hayata bakar gibi bakmalı..." Sitem kokan bu sözler de, sokaktan nasıl görüldüğünü bilen bir imama ait. Türkiye'nin en büyük camilerinden Kocatepe Camii'nin imam hatibi Kadir Temel'e. Belli ki, Kadir Hoca ölüm ve cenaze gibi işler dışında pek hatırlanmamaktan yakınıyor. İkinci cümlesi çok önemli; çünkü içinde hayat geçiyor. Yani Kadir Hoca diyor ki, "Biz aslında hayatın tam içindeyiz. Siz ne kadar içindeyseniz o kadar içinde." Hatta bir adım daha atalım; tahmin edemediğimiz kadar hayatın içinde olan imamlarımız var. İşte bu dosya, son cümlenin ne anlama geldiğini anlatıyor.
Karapürçek'in doktoralı imamı
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın son yıllarda en fazla üzerinde durduğu husus din görevlilerinin eğitim durumu. Nihai hedef, imamların tamamını üniversiteli yapmak. 1980-1990 yılları arasında camilerin yüzde 80'inde imam hatip lisesi mezunları görev yapıyordu. 2007 istatistiklerine göre, vazife başında olan imam sayısı 60 bin. Bunun 4 bin 248'i yükseköğretim (Yüksek İslam Enstitüsü, İlahiyat ve İslami İlimler Fakültesi) mezunu, 774'ü lisansüstü eğitim almış. 176 din görevlisi de doktorasına devam ediyor.
Doktora yapan imamlardan biri Ankara'nın Karapürçek ilçesindeki Hz. Yakup Camii İmam Hatibi Fethullah Yılmaz. 2002'de ilk olarak Nallıhan Alan Köyü Camii'nde göreve başlamış. 2,5 yıldır da Hz. Yakup Camii'nde görevli. Cemaatinin 3-5 kişiyi geçmediğini belirtiyor. Cuma namazlarında ise 10'u buluyormuş. Cemaat doktora yaptığını biliyormuş, hatta bazısı "Doktor mu olacaksın? Hastalara mı bakacaksın?" diye soruyormuş. 9 Eylül İlahiyat Fakültesi mezunu Yılmaz, doktorasını Ankara İlahiyat'ta sürdürüyor, konusu ise "İslam Hukuku'nda Araçlar ve Amaçlar". Bu yıl bitirme sınavları sonunda doktoralı imamlarımız arasında yer alacak. Peki doktora yapan bir imam neden 3-5 kişilik cemaati olan bir camide görevli? Diyanet'e göre bu durum, 'tayinlerin suiistimal edilmemesi ilkesi'nden kaynaklanıyor. Yani doktoralı imamın 'köylüsü', 'şehirlisi' yok. Toplumsal geçişkenliğin sağlanması gerekiyor. Ancak yine de bu seviyede imamlar için ulaşım kolaylığı, teşvik ödülleri gibi şartların hazırlanması gerekiyor.
Yılmaz gibi yüksek lisans ve doktora yapan imam sayısı oldukça fazla. Örneğin yüksek lisans yapmış 634, doktorasını tamamlamış 117 imam var. Hâlen 526 imam yüksek lisans, 176 imam da doktora yapıyor.
Tokyo'dan Brüksel'e 1377 küresel imam
Diyanet İşleri Başkanlığı Türk vatandaşlarının yoğun olduğu birçok ülkeye de din görevlisi gönderiyor. Yurtdışındaki vatandaşlarımızın dinî konulardaki ihtiyacını karşılamak üzere 1377 görevli hizmet veriyor. Tıpkı üç yıl önce Japonya'ya gönderilen Ensari Yentürk gibi. Dünyanın en kalabalık şehirlerinden 35 milyon nüfuslu Tokyo'da görev yapan Yentürk, dört dilde hutbe veren tek imam hatip. Japonca, Arapça, İngilizce ve Türkçe okuduğu hutbelerle örnek gösteriliyor.
Ensari Hoca'nın hayat hikâyesi de oldukça ilginç. Eskişehir İmam Hatip Lisesi mezunu. Lise yıllarında Arapça öğretmeni olmaya karar verir. 9 Eylül İlahiyat'ta okurken din görevlisi olarak çalışmaya başlar. Bir taraftan da yüksek lisansa hazırlık amacıyla İngilizce kurslarına katılır. Arapça ve İngilizceyi kurslarda öğrenir. Altı yıl boyunca İzmir'in çeşitli camilerinde imam hatiplik yapar. Yurtdışı sınavını kazanınca Tokyo Camii İmam Hatibi olarak gönderilir. Japonya'ya gider gitmez, bir dil kursuna kayıt yaptırır. Haftada 20 saat Japonca çalışır. 1,5 yıl sonunda konuşma seviyesine gelir. Yurtdışından sorumlu Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Mehmet Görmez'den de teşvik görür: "Japonca hutbe okuyacağımı hiç tahmin etmiyordum; ama Mehmet Hoca her aradığında 'Ne zaman okuyacaksın?' diye soruyordu." Kendisini hazır hissettiği bir gün karar verir Japonca hutbe okumaya. O gün bugündür Tokyo Camii'nde Japonca hutbe okunuyor. Camiye gelen misafirlere hem İslamiyet anlatılıyor hem de Türkiye hakkında bilgi veriliyor.
Her ay üç Japon müslüman oluyor
600 kişilik Tokyo Camii'ne cumaları, (20 kadarı Japon) 400 kişi geliyor. Ensari Hoca, her ay ortalama üç Japon'un Müslüman olduğunu müjdeliyor. Bu konuda kadınlar erkeklerden öndeymiş. Japonların merak ettikleri konuların başında ise 'İslam ve terör' ile Türklerin içki içmemesi ve domuz eti yememesi geliyor. Yentürk'ün vurguladığı bir başka konu din görevlilerine Türkiye'de olduğundan daha fazla hürmet gösterilmesi: "İmamlar 'bir karış sakallı, cübbe ve sarıkla gezen, yaşını başını almış insanlar' olarak algılanıyor. Beni görünce şaşırıyorlar. Böyle bir imaj oluşsa da din adamlarına oldukça saygılılar."
3,5 yıldır bulunduğu Tokyo'da Yentürk'ü en çok duygulandıran olay 2 ay önce yaşanmış. Japon bir bayan Müslüman olduktan kısa süre sonra anne ve babasını Ensari Hoca'nın yanına getirmiş. Anlatılanlardan etkilenen aile birkaç gün sonra Müslüman olmuş. Ancak bir ay sonra kızın annesi kanserden vefat etmiş: "Özellikle cuma günü bu camiden cenazesinin kalkması ve 300 kişilik bir cemaatin cenaze namazını kılması en fazla etkilendiğim olaydı."
Beylerbeyi'nde sinema mezunu bir imam
Yeni nesil imamlardan biri de İstanbul'un 230 yıllık Beylerbeyi Camii'nde görevli Ramazan Kutlu. Hamid-i Evvel diye de bilinen cami Boğaz'ın Anadolu yakasında. Ramazan Hoca'yla caminin Boğaz'a nazır bahçesinde konuşuyoruz. Oldukça renkli bir kişilik, birçok işte çalışmış. Parkecilik, kuyumculuk, mimarlık, dekoratörlük bunlardan bazıları... Hem hukuk, hem de radyo TV-sinema bölümünü bitirmiş. Üstelik mesleğe başladığı yıllarda imam hatipliği ve Marmara Güzel Sanatlar Bölümü'ndeki eğitimini birlikte sürdürmüş. İstanbul Hukuk Fakültesi'ni tercih edecekken yanlışlıkla Adalet Meslek Yüksek Okulu'nu işaretlemiş. İki yıl bu bölümü okuduktan sonra imam hatiplik sınavına girmiş ve kazanmış.
İlk görev yeri Kartal Gümüşpınar Yenievler Camii. İmamlık görevini sürdürürken güzel sanatlara olan merakı da artar. 2500 kişinin girdiği sınavda ilk 250'ye kalarak güzel sanatlar bölümüne kaydolur. Hem okulu hem imamlığı bir arada sürdürür: "Öğleni kıldırıp okula gidiyordum. Sonra ikindiyi kıldırmak için geri gelip yine okula dönüyordum." Kutlu, okulda kısa film de çeker, figüranlık da yapar. Ancak kendisine uymayan sahnelerde oynamaz. Sadece bölüm başkanı bilir imam olduğunu. Ona da cuma namazı kıldırmak için anlatmıştır. Cemaat tarafından takdirle karşılanır. Kimi zaman okula gidecek yol parasını bile cemaat verir borç olarak.
Yaşar Kemal'i şaşırtan olay
16 yıl Kartal'da görev yapan Kutlu, Beylerbeyi Camii'ne gelmek için imtihandan geçer ve başarılı olur. Yedi yıldır hem Beylerbeyi esnafıyla hem de burada yaşayan ünlülerle iç içe. Sadece mihrabın adamı değil, esnafın da 'Ramazan abisi.' Camiye gelenler arasında Başbakan Erdoğan, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Kurtlar Vadisi dizisinin oyuncuları, Koç, Demirel ve Sabancı ailesi mensupları da var. Ramazan Bey'in Beylerbeyi'nde yaşadığı en ilginç hatıra yazar Yaşar Kemal'le ilgili.
Bir gün caminin yakınındaki lokantada otururken görür Kemal'i. Yanına giderek romanlarını okuduğu isimle tanışır. Caminin imamı olduğunu, sadece tanışmak istediğini söyleyip kalkar. Yaşar Kemal şaşkınlıkla etrafındakilere "Bir imam geldi, benimle tanışıp gitti." der. Başka bir gün ikili yine karşılaşır. Bu kez Kemal Ramazan Hoca'nın yanına gelir ve "Ya hocaefendi sen beni şaşırtıyorsun. Manken gibi adamsın. Bizim alıştığımız sarıklı cübbeli imam nerede?!" diye sorar. Ramazan Bey'in cevabı manidardır: "O sadece filmlerde olur."
Ne imamlıktan vazgeçerim ne ressamlıktan
Ankara Keçiören'deki Gülbaba Camii'nde de alışık olmadığımız bir imam var. Caminin alt katı bir resim atölyesi. İlginç portre ve yağlı boya tablolarla dolu. Tabloların sahibi cami imamı Recai Özsoy. 20 yıldır resme gönül vermiş bir din görevlisi o. Şimdiye kadar binin üzerinde çalışma yapmış. Recai Hoca, tuvalin önüne geçiyor, fırçasını eline alıyor, resmini çiziyor. Namaz vakti gelince abdestini alıp ezanı okuyor, namazı kıldırıyor. Sonra caminin alt katındaki atölyesine dönüyor. Resmine kaldığı yerden devam ediyor. Minber ve tual; aynı gönülde kesişiyor....