Yeni kitabınız “Öbürküler” okuyucuyla buluştu. Öbürküler denince hem şu halk arasında adı anılmayan, üç harfliler gibi isimlerle anılan şeyler geliyor akla hem de ötekiler, yani belki de dışlanmışlar, ötekileştirilenler diye adlandırabiliriz. Peki, sizin kitabınız bunlardan hangisinin hikâyesi?
Aslında ikisinin de. Özellikle ad olarak “ötekiler” yerine “öbürküler” sözcüğünü seçmiş olmamın sebebi de biraz bu denebilir. Öte yandan hikâyenin bir tarafında Anadolu’dan İstanbul’a göçen bir aile, diğer tarafında kendi zenginliklerinden mahrum kalmaya başlamış, Anadolu’dan gelenleri de yadırgayan bir İstanbul mahallesi var. Herkesin birbirine “öbürkü” gözüyle baktığı bir dünya özetle.
Kitabınızda göze çarpan bir özellik var, M.K. Perker’in öyküye büyük bir uyumla eşlik eden çizimleri. Bu proje nasıl ortaya çıktı? Karakarga Yayınları ile yolunuz nasıl kesişti? Biraz kitabın ortaya çıkış sürecini anlatır mısınız?
Bu, Perker’in ilkini Livaneli ile yaptığı (Elia İle Yolculuk) bir serinin ikinci kitabı olarak hazırlandı. Fikir Kutlukhan Perker’in fikri olduğu için onun bu projesine, onun yayınevine konuk yazar olduk. Sanırım devamı da gelecek. Daha önce birlikte çalıştığımız işler oldu Perker’le, benden bir hikâye kaleme almamı rica ettiğinde de zaten aklımda olan Öbürküler’in hikâyesi yazıya dökülmüş oldu böylece.
Kitabın ilk yarısı Refik Halid Karay’a, diğer yarısı Hüseyin Rahmi Gürpınar’a ithaf edilmiş. Kitabın sürprizini çok da kaçırmadan soralım, bunun sebebi nedir?
Bunda hem günümüz edebiyatında onların üslubunu arama, yoksunluğunu duyma hem de onlara bir saygı duruşu niyeti var elbette. Her ikisi de Türkçeye ve edebiyata muhteşem eserler bırakmış, bunların seyri üstünde büyük etkileri olmuş büyük ve bereketli edebiyatçılar. Onlara minnetimiz büyüktür.
Öbürküler, dil bakımından da anlattığı hikaye bakımından da biraz daha klasik, hatta nostaljik diyebileceğimiz bir noktada duruyor. Bu öykülerinizdeki dilden de oldukça farklı aslında. Neden/nasıl böyle bir değişim yaşadınız?
Buna bir değişim değil deneme demek daha doğru olur sanırım. Çünkü bu yalnızca Öbürküler’e has olarak kurulmuş bir dil. Her kitabın dünyaya yeni bir şey söylemek için yazıldığına inanıyorum ve her kitabımda bir öncekinin üstüne bir şey koymaya, üzerime yapışmasından korktuğum bir üsluptan kaçınmaya çalışıyorum. Kaldı ki görüp tanık olmadığım bir zamana ait olarak bir dil kurmaya çalışmanın da yazma faaliyeti açısından zorlayıcı ve geliştirici olduğuna inanıyorum.
Sizin edebiyatla ilişkiniz yalnızca yazarlık düzeyinde değil, çevirmenlik de yapıyorsunuz. Kendinizi yenilemekten, kullandığınız dili ya da ürün verdiğiniz alanı çeşitlendirmekten çekinmiyorsunuz. Günümüzde, ne yazık ki, yazarlar kendilerine belirledikleri alanın dışına çıkmadan çalışmalarını sürdürüyor. Siz çağdaşlarınızdan nasıl ayrıldığınızı düşünüyorsunuz bu bakımdan?
Kendimi bu konuda çağdaşlarımla değil kendimle yarış halinde görüyorum diyebilirim. Bunu başarabiliyor muyum, bilmem. Çünkü hala “Romanı boş ver, bize o öykülerden yaz,” tepkisi alıyorum her kitabımdan sonra. “Öykü yaz!” dendikçe öyküden daha da uzaklaşıyorum. Yine de okurun ilgisinin değil kendime koyduğum şahsi hedeflerin belirleyici olduğunu söyleyebilirim. Asıl motivasyonum her kitabımda bir öncekine kıyasla bir başka alan açmak, yeni bir şeyi kıvırmayı başarabilmek ve geriye dönüp baktığımda içime sinmiş kitaplar görebilmek.
Bundan sonraki kitaplarınızda da yine böyle çizimler görecek miyiz? Yeni projeler, yeni çalışmalar var mı?
Elbette var, yeni romanlar yazıyorum. Artık öykü yazmayacağım. Çünkü üzerime yapışan nostaljik, çocukluğa ya da çocukluktan bakan, kederli öyküler yazan adam etiketinden artık rahatsız oluyorum. Önümüzdeki yıl bir romanım daha tamamlanmış olacak. Belki yine çizimli işler, hatta grafik romanlar bile olabilir önümüzdeki günlerde.