Ayça Abakan
BBC Türkçe
Cherbourg Şemsiyeleri... Gündüz Güzeli... Tristana... Hindiçin... 8 Kadın...
100'den fazla filmde oynamış, Fransa'nın simgesi Marianne'a modellik etmiş olan ünlü Fransız oyuncu Catherine Deneuve, geçen hafta Londra'da, "Fransız seks komedisi" diye tanımlanan "Potiche"i (Kadın İsterse) tanıttı; çeşitli sinemalarda ya uydu bağlantısıyla, ya bizzat sinemaya giderek izleyicilerin sorularını yanıtladı.
Bardaktan boşanırcasına yağacak yağmura hazırlanan bir akşamüsü, Mayfair'de, Catherine Deneuve ile filmin yönetmeni François Ozon'un geleceği duyurulan sinemanın kapısında makul bir kalabalık ve makul bir ortam vardı. Avrupa sinemasının İngiltere'de hala kenarda kaldığını düşündürdü. Böyle bir etkinlik, Angelina Jolie ile düzenlenseydi, değil son anda bilet bulabilmek, sokaklar kapatılır, sinemaya girmek neredeyse mümkün olmaz, sanatçıya yaklaşabilmek asla hayal bile edilemezdi.
90'ların sonlarından beri birçok filmi büyük beğeni toplayan, Fransız sinemasının tadını adeta yeniden canlandıran François Ozon da, geçtiğimiz yıllarda Fransız sinemasının en gözde, en yerleşik, en ünlü 8 kadınını bir araya getirmişti, 8 Kadın filmiyle. Onca ünlü ve kuşkusuz kaprisli kadın yıldızı, aynı sette toplayıp yönetmek, acaba nasıldı diye merak edenler, şimdi sorabilecekti 43 yaşındaki yönetmene.
Potiche, varlıklı iş adamının evde oturan ve göz dolduran karısı anlamına geliyor; sözcük anlamı evin göze çarpan bir yerine konan vazo ya da benzeri işlevsiz süs eşyası.
"Potiche", 1977'de bir Fransız taşra kentinde geçiyor. Suzanne Pujol, fabrikatör kocası Robert Pujol 'ün (Fabrice Luchini) hergün alması gereken ilacı hatırlatmayı ihmal etmeyen, evini pırıl pırıl tutan, sabah koşusunda doğaya çocuksu bir hayranlık besleyen, minik bir deftere şiirler yazan, evli kızı ve bekar oğlunun mutlu olmasını isteyen çok tipik bir burjuva kadını.
Suzanne, babasından kalan ve kocasının devraldığı şemsiye fabrikasında greve gidilmesi üzerine, yönetimi üstlenmek zorunda kalıyor. Burjuva yaşamına ve alışkanlıklarına rağmen, fabrikada işveren-işçi ilişkilerinde yeni bir sayfa açmayı, daha anlayışlı bir ortam yaratmayı başaran Suzanne'in birden çok hareketlenen yaşamına, gençlik yıllarının aşkı, eski sendikacı ve şimdi yeni Sosyalist Belediye Başkanı olan Babin(Gerard Depardieu) tekrar giriyor.
Sınıf çelişkileri, burjuva aile gelenekleri, patron-sekreter kavramlarının tarihi kadar kalıplaşmış olan evlilik dışı ilişkilere göz yumulması, filmin öne çıkan öğeleri.
Kuşkusuz bugünün işçi-işveren ilişkileri, işyerindeki kadın-erkek ilişkileri, iyi yetiştirilmiş kadınların aile ve toplumları içinde rolleri göz önüne alındığında "Potiche", sık sık gülümsetiyor, hatta güldürüyor izleyiciyi.
"Otuz yıl önce işler böyle miydi gerçekten? Unutmuşuz.." diye düşünürken, aslında filmdeki birçok unsurun hiç değişmediğini, belki de kolay kolay değişmeyeceğini kabul etmek gerek.
Özellikle Fransa'da.
Fransa'da birçok politikacının eşlerinin "Potiche" olarak adlandırıldığı, eski Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'ın varlıklı eşi Bernadette'e, hatta geçen seçimlerde Sosyalistlerin adayı olan Ségolène Royal'e bile "Potiche" dendiği anımsanacak olursa.
Carla Bruni, hiç değilse şarkı söylemeye devam ediyor. CD'si, Cumhurbaşkanı eşince, zirvelerde diğer devlet liderlerine hediyelik olarak dağıtılsa da...
Film "herkes için mutlu sayılabilecek bir son"la bitiyor.
İngiltere seyircisinde, az sonra Catherine Deneuve'ün salona gireceği gibi bir heyecan veya telaş yok. Ve beklendiği gibi siyah, zarif elbisesiyle ve o çok hoş topuz saçlarıyla geliyor Deneuve. Alkışlanıyor.
Amerikan İngilizcesiyle sorulara yanıt vermeye başlıyor. François Ozon'a zaman zaman çevirmenlik bile yapıyor.
Ozon, Catherine Deneuve'ü bu filmde oynatmanın zorlu bir iş olduğunu, zira Deneuve'ün kendi hayatında hiçbir zaman bir "Potiche" olmadığını anlatıyor. Ama mizah gücüne güvendiği için ısrar etmiş. Filimi çekerken bunun bir feminizm öyküsüne dönüşeceğini farketmemiş olduklarını, ama ilk gösterimlerden sonra birçok genç kadının gelip, "sağolun, bu benim annemin de öyküsü" dediğini söylüyor yönetmen.
"Potiche"in aslında bir tiyatro oyunundan uyarlama olmasından hareketle, Deneuve tiyatro sahnesinde rol almaya heves edip etmediği sorusuna beklemediğim bir dürüstlükle yanıt veriyor. Sahneden korktuğunu, her akşam canlı oyun çıkaramayacağını düşündüğünü anlatıyor. Ve onca deneyimine, geride bıraktığı onca filme rağmen, hala iyi bir yönetmen tarafından iyi bir şekilde yönetilmeyi tercih ettiğini söylüyor. François Ozon'un kontrol eden değil, iyi yöneten bir yönetmen olduğunu belirtiyor.
"8 Kadın"ı nasıl yönetebilmiş olması soruluyor Ozon'a. "Benim için zordu çünkü, herkese eşit davranmak, tarafsız olmak, demokratik bir film yapmak zorundaydım." diyor Ozon.
Catherine Deneuve de, "8 Kadın"ın çekimleri sırasında 8 kadının iki ay süreyle aynı anda sette olduklarını, gayet iyi anlaştıklarını ve basının bu 8 ünlü kadın yıldız arasında sürtüşme çıkmamasından biraz düşkırıklığı yaşadığını anlatıyor.
Deneuve, yaşları ilerleyen kadın oyuncuların işinin zor olduğunu ama hala iyi roller gelebildiğini söylüyor bir başka soru üzerine. "Dikkatle ve iyi seçmelisiniz oynayacağınız rolü. Gerçek hayatta yaşlanmak zor; iş beyaz perdeye gelince, daha da zorlaşıyor." diyor.
Bir izleyici, François Ozon'a "nasıl da bu kadar doğru kadın rolleri yaratabildiğini", hayatında kendisini etkileyen kadınları soruyor. Ozon, "size annemi mi anlatmamı istiyorsunuz?" diye yanıtlayınca kahkahalar kopuyor. Sonra da kendisine kadın ve erkek rolleri arasında ayrım yapılan sorular sorulmasını yadırgadığını söylüyor Ozon.
"Sinemaya kadın oyuncuya aşık olmak için gideriz. Benim için de böyle oldu, genç yaşlarımdan itibaren. Belki de onun için kadın oyunculardan etkileniyorum." diye ekliyor.
Filmdeki, "sıkıştırdığı yerde sekreterine sataşan patron rolü"nden hareketle ve son aylarda Fransız kamuoyunda yoğun şekilde tartışılmaya başlanan "DSK olayının yansımaları"na dayanarak, kadın-erkek ilişikilerinde, bugünkü gerçekleri soruyorum Catherine Deneuve'e.
Eski IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn'ın çevresinde çalışan her kadın için "bir tehlike" oluşturduğu, ama buna kibarca ve sessizce göz yumulduğu söylentileri, çok varlıklı ve etkili bir isim olan karısı Anne Sinclair'in, evlendikten sonra kendi iddialı yolunu bir yana bırakıp kocasına destek olan kadın rolünü benimsemesi ve son dönemlerde tanık olunduğu gibi kocası hakkındaki iddiaları, hatta kocasının bile kabullendiği kimi olayları adeta duymazdan, görmezden gelmesi...
"Potiche"te anlatılanlar aslında hiç de "démodé" değil gibi...
Catherine Deneuve, iş ortamında kadınların erkeklerin baskısı altında olduğunu, Anglo-Sakson toplumların tersine Latin toplumlarında kadına iltifat edilmesinin beklendiğini söyleyerek başlıyor yanıtına. Ve sonra, Fransa'da özel hayatın, "kimseye bir zararı olmadıkça, bir taciz olayı yoksa, özel kalması gerektiği" geleneğini anlatıyor.
Catherine Deneuve, Fransa'nın çeşitli kesimlerinde tanık olduğumuz benzer ısrarla, Strauss-Kahn'ın henüz resmen suçlu bulunmadığını, suçlu bulununcaya dek söylenenlerin bir varsayım olarak kabul edilmesi gerektiğini vurguluyor. Şimdi Fransa'da ateşli tartışmalar ve olayın dünya çapındaki yankılarından duyulan korku sürüyorsa da, bunun, bir iki aylık bir değişim yaratacağını, bundan iki yıl sonra, herşeyin yine eskisi gibi olacağını düşünüyor Deneuve.
Alkışlar arasında sahneden iniyor Catherine Deneuve ve François Ozon... Çok gecikmeden peşlerinden salonu boşaltan izleyicilerle birlikte çıkıyoruz. Bir Hollywood yıldızı ve yönetmeni için asla düşünülemeyecek bir şekilde, hala girişte oyalandıklarını görüyoruz.
Deneuve, Cherbourg Şemsiyeleri'ni andıran Londra yağmuruna rağmen, isteyenlere imza dağıtıyor, resim çekilmesine hiç itiraz etmiyor.
Filmden geriye, akıllarda, Deneuve ve Depardieu'nün bir gece klübünde yaptıkları, yönetmen Ozon'un, "ikili arasındaki sihirli sinema bağını yansıtma amacını taşıyordu" dediği, kırmızı pembe mavi ışıklar arasında dansettikleri sahne ve "kadın-erkek ilişikilerinde değişen birşey var mı?" sorusu kalıyor.