Türkiye, geçen yıl 24 Haziran'da yapılan erken seçimlerin üzerinden bir yıl bile geçmeden, Pazar günü yerel seçimler için tekrar sandık başına gidiyor.
Seçimlerin en büyük maliyet kalemleri arasında, düzenlenmesi için yapılan masraflar ve siyasi partilere kampanyaları için verilen Hazine yardımı ön plana çıkıyor.
Diğer yandan hükümetin açıkladığı kredi ve teşvik paketlerinin de yerel seçimlere yönelik olduğu görüşü hakim.
Özellikle bütçenin Şubat ayında çok yüksek oranda bir açık vermesi kamu maliyesiyle ilgili soruları yoğunlaştırmış vaziyette.
Ekonomist Mustafa Sönmez, açıklanan teşvik paketlerinin kamu maliyesine bir yük getireceği görüşünde.
Gazeteci Çiğdem Toker ise teşvik paketlerinin getireceği yükün ekonomik durgunluğa bağlı olduğunu ancak bütçede başka sorunların da olduğunu söylüyor.
Ekonomist Çağdaş Şirin, 2015 yılında ekonomi ve finans haber sitesi Business HT'ye yazdığı makalesinde seçimlerin maliyetini doğrudan ve dolaylı olmak üzere ikiye ayırıyor.
Doğrudan gerçekleşen maliyetler arasında yasaların öngördüğü şekilde Hazine'den siyasi partilere aktarılan mali yardım yer alıyor.
Basına sızan haberlere göre bu miktarın 31 Mart yerel seçimleri en az 650 milyon TL olduğu öngörülmekte.
Doğrudan maliyet kalemlerinden biri de seçimlerin güvenli bir şekilde gerçekleşmesinden sorumlu olan Yüksek Seçim Kurulu'nun sandık görevlileri, mühür, oy pusulası, ulaşım ve sayım ile ilgili bütçesi içinde yer alan masrafları bulunuyor.
Ekonomist Şirin'e göre seçimlerin asıl yükünü ise dolaylı masraflar oluşturuyor:
"Seçimler doğrudan maliyetinden ziyade dolaylı maliyetleriyle ekonomiye külfet oluyor. Bunun adına kısaca 'ekonomik ve siyasal belirsizlik' maliyeti de diyebiliriz. Seçim atmosferinde yatırımcılar geleceği göremediği için bir anlamda frene basmaktalar. Aynı şekilde devlet görevlileri ülke idaresi yerine iktidar partisi etkinliklerine odaklanmaktadır. Daha da önemlisi politikacılar yapısal reformlar, yatırımı teşvik edecek hamleler yerine seçmenlere ulaşmaya odaklanıyor."
Ankara Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yalçın Karatepe, Ocak ayında Euronews haber sitesine yazdığı makalede Türkiye ekonomisinde görülen daralma dolayısıyla hükümetin kamu kaynaklarını kullanmaya yönelik adımlar attığını vurguluyor.
"Seçim ekonomisi iktidarda bulunanların kamu kaynaklarını seçmen davranışını etkileyecek şekilde kullanması olarak tanımlanabilir" diyen Karatepe, bu durumu şöyle açıklıyor:
"Ekonomide yaşanan olumsuz gelişmelerin seçmen davranışına etki etmesi olasıdır. Hükümet de bozulmakta olan ekonomik koşullar altında sandığa gidecek olan seçmenleri etkileyecek bir dizi uygulamayı hayata geçiriyor. Bunların tamamı kamu kaynaklarını kullanan ya da kamusal maliyetlere yol açacak uygulamalardır."
BBC Türkçe'nin sorularını yanıtlayan ekonomist Mustafa Sönmez ise hükümetin son zamanlarda açıkladığı çok sayıda teşvik ve kredi paketinin yerel seçimleri hedeflediği görüşünde.
Sönmez'e göre bu alanda en çok öne çıkan politikalar şu şekilde:
Özel bankalara da "telkin yoluyla, alacakların fazla sıkıştırılmamasının" söylendiğini belirten Sönmez, bu adımların "kamu maliyesine ve bankaların bilançolarına yük getireceğini, İşsizlik Sigortası Fonu'nun zayıflamasına yol açabileceğini" söylüyor.
BBC Türkçe'nin sorularını yanıtlayan gazeteci Çiğdem Toker de yakın zamanda açıklanan kredi ve teşvik paketlerinin yerel seçimlere yönelik olduğu görüşünde.
Toker, işverenlerin Nisan sonuna kadar sağlayacağı ek istihdam masraflarının devlet tarafından ödendiği istihdam teşvikinin aylık maliyetinin 3134 TL olduğunu söylüyor:
"Bu da 3 ay boyunca her bir kişi için devletin maaş, prim ve vergilerle birlikte 9402 TL ödeyeceği anlamına geliyor. Diğer yandan sonraki 9 ay için karşılanacak tutarın maliyeti de 10 bin TL civarında.
"Özetle toplamda; istihdam paketinde her bir yeni işçi için 19 bin 419 TL maliyet devletçe karşılanacak. Fakat bu hesap üzerinden bir bütçe yükünden söz edebilmek için, kaç yeni istihdam yaratılacağını bilmek gerekiyor."
Toker'e göre en çetin mesele de bu. Geçen yıl Ağustos ayında yaşanan kur şokunun ardından üretim ve satış yapmakta sıkıntı çeken, o yüzden işçi çıkaran ya da çıkarmaya hazırlanan işverenler için bu teşvik paketlerinin çok bir anlamı olmayacak.
Bu yüzden Toker, "Dolayısıyla bu teşvik paketlerinin kapsama alanına girecek işletme sayısı yüksek olmazsa bu anlamda bir 'yük'ten söz edilemeyebilir bile" diyor.
Açıklanan teşvik paketlerinden biri de kamu bankalarının piyasa koşullarından daha iyi oranlarda kredi kartı borçlularına yönelik bir kampanya başlatması oldu.
Bu yılın başında Ziraat Bankası öncülüğünde kamu bankaları, kredi kartı borçlularına uygun koşullarda kredi sağlanacağını duyurdu.
Ekonomist Ali Rıza Güngen, bu kampanyanın kamu bütçesine getireceği yük konusunda 103 milyar TL seviyesindeki kredi kartı hacmine atıfta bulunarak bunun ne kadarının kampanya kapsamında değerlendirileceğinin önemli olacağını vurgulamıştı.
Ocak ayında konuyla ilgili olarak BBC Türkçe'nin sorularını yanıtlayan Güngen, bu miktarın Ziraat Bankası'na 'görev zararı' olarak yazılacağına dikkat çekmişti.
Görev zararı, bankanın uyguladığı faiz oranı ve piyasa faiz haddi arasındaki farktan ötürü ortaya çıkan zarar.
Görev zararı olarak belirlenen miktar, Hazine'den kamu bankalarına aktarılıyor, bu da bütçeden yapılan bir aktarım anlamına geliyor.
Muhasebat ve Mali Kontrol Müdürlüğü'nün açıkladığı genel yönetim bütçe istatistiklerine göre 2018 yılı Ekim ayına kadar geçen sürede Ziraat Bankası'nın görev zararı 1,5 milyar TL oldu.
Halk Bankası için ise bu rakam 963 milyon TL.
Çok sayıda ekonomist, son yıllarda sayısı ve miktarı çokça artan teşvik paketleri ve kampanyaları dolayısıyla bütçede ortaya çıkabilecek sıkıntılara uzun zamandır dikkat çekiyor.
Hazine ve Maliye Bakanlığı'nın verilerine göre 2019 yılı Şubat ayında bütçe 16,8 milyar TL açık verdi.
Bu rakam bir önceki yıl Şubat ayında ise 1,9 milyar TL seviyesindeydi.
Bu da bir yıl içinde bütçe açığının 8 katından daha fazla yükseldiğini gösteriyor.
Aynı zamanda faiz hariç bütçe giderleri bir önceki yıla göre yü**zde 22,8 oranında artarak 69 milyar TL**'ye ulaştı. Bu da yine Bloomberg'in haberine göre 31 Mart'taki seçimlerden önce hükümetin teşvikleri artırdığının bir göstergesi.
Bu yılın Ocak ayında ise bütçe 5,1 milyar TL fazla vermişti.
Bunun en büyük sebebi ise Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'nın (TCMB) kârından Hazine'ye Nisan ayında aktarması gereken payı Ocak ayına çekmesi oldu.
TCMB her yıl Nisan ayında gerçekleştirdiği Genel Kurul sonrası kârının büyük bölümünü ana hissedar Hazine'ye aktarıyor.
Ancak bu yılın başında yapılan TCMB Olağanüstü Genel Kurulu'nda Merkez Bankası'nın 2018 yılı kesinleşmemiş hesap dönemi kârından hesaplanan tutarın yüzde 90'ının avans olarak Ocak ayında dağıtılması kabul edildi.
Oyak Yatırım, Ocak ayındaki bütçe gerçekleşmesiyle ilgili yayımladığı piyasa raporunda bütçenin en büyük kalemini TCMB kârının da dahil olduğu vergi dışı gelirlerin oluşturduğuna vurgu yaptı. Raporda vergi gelirlerinin azaldığının altı çizildi.
Yine aynı rapora göre Ocak ayında iyi gelen bütçe rakamına rağmen bundan sonra bütçeyle ilgili olarak dikkat edilmesi gereken üç konuya dikkat çekildi: Vergilerde yapılan indirimler yüzünden bu tarafta kısa zamanda bir iyileşme olmayacak; Nisan ayında bütçe gelirleri TCMB kârı dahil edilmeyeceği için düşük olacak; genel olarak yatırımlara harcama yapan hükümetin mali politikasını Mart ayından sonra sıkılaştırmaması takdirinde bütçe açığı büyüyebilecek.
Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak'ın açıkladığı Yeni Ekonomi Programı'na (YEP) göre 2018 yılında bütçe açığının 72,1 milyar TL gelmesi bekleniyor.
Bu açığın milli gelire oranının yüzde 1,9 olacağı öngörüsü paylaşıldı.
Bütçe açığının gayrisafi yurt içi hasılaya (GSYİH) oranı, Maastricht kriterlerine göre ise yüzde 3 olmalı.
Bütçe açığının 2019 yılında ise 80,6 milyar TL olması hedefleniyor.
Maastricht Kriterleri: Halihazırda AB'ye üye devletlerin Ekonomik ve Parasal Birlik (EPB) alanına dahil olabilmek için yerine getirmeleri gereken kriterler.
Gazeteci Çiğdem Toker'e göre ise bütçeyle ilgili asıl sorun çok 'daha büyük ve derinde.'
"Bütçenin manevra alanı bu teşvik paketlerinden bağımsız olarak çok dar" diyen Toker'e göre bu "Yap İşlet Devret, Yap Kirala Devret sözleşmeleri; yani Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) projeleri için verilen garanti ve kiralardan" kaynaklanıyor:
"KÖİ yükümlülükleri konusunda kamu hesapları şeffaf değil. Yeni yeni ayrılan ödenekler telaffuz edilmeye başlandı. Ulaştırma Bakanlığı ile Sağlık Bakanlığı'nın bütçeleri, KÖİ projelerinin yükümlülükleri nedeniyle 'ipotek'li denebilir.
"İşin en kötü yanı da KÖİ'den kaynaklanan daralma daha yeni başladı. Otoyol, köprü, şehir hastanesi uygulama sözleşmelerinin 20-25 yıllık olduğu düşünüldüğünde dehşet verici bir hesap çıkıyor ortaya. Dolayısıyla bu meseleye bütçe kaynakları açısından köklü bir çözüm bulma gereği var.
"Aksi takdirde bütçe değil, önümüzdeki yılların bütçeleri orta ve uzun vadede ciddi anlamda zora girecektir."
Toker'e göre bu konuyla ilgili alınması gereken ilk önlem ise "ticari sır" denilerek paylaşılmayan Uygulama Sözleşmeleri'nin kamuoyuna açıklanması.
Son zamanlarda köprülerle ilgili olarak açıklanan teşvik paketi gereğince 15 Temmuz Şehitler Köprüsü ile Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nden araç geçiş cezalarına af getirilmişti. Tahsil edilen cezaların da iade edilmesi kararı alınmıştı.
https://twitter.com/BeratAlbayrak/status/1083679256151052288
Ekonomistler, Ağustos ayında yaşanan kur şokunun etkisiyle ekonomide iki çeyrek üst üste görülen daralmanın etkilerinin hafifletilmesi için de teşvik paketlerinin açıklandığını belirtiyor.
Türkiye İstatistik Kurumu'nun açıkladığı verilere göre, ekonomi geçen yıl yüzde 2,6 büyüdü. Orta Vadeli Program'da 2018 büyüme hedefi yüzde 5,5 olarak belirlenmişti.
Ekim, Kasım, Aralık aylarını kapsayan dördüncü çeyrekte ise ekonomi yüzde 3 daraldı.
Durgunluk anlamına gelen resesyon, ekonomik faaliyetteki daralmanın bir çeyrekten uzun sürmesi halinde kullanılan bir terim.
Ekonomist Mustafa Sönmez de kırılganlıkların devam ettiğine dikkati çekiyor:
"Ekonomi küçüldü, işsizlik arttı, enflasyon gerilemedi özellikle gıda enflasyonu yapısal bir problem olarak duruyor, bir tek ithalat azaldığı için cari açık kapandı. Ancak yine de bu problem tekrar kendini göstermeye başladı. Bütçe açık veriyor."
Bu yüzden Sönmez seçim sonrasında hükümetin işinin "ekonomik açıdan çok daha zor olduğu' görüşünde.