2. Dünya Savaşı sırasında Fransa’da Osmanlı kökenli yüzlerce Museviyi trenlere bindirip, İstanbul’a getirerek kurtulmalarını sağlayan bir avuç Türk diplomatın hikâyesini belgesel olarak anlatan “Türk Pasaportu” bu akşam Cannes’da ilk vizesini alacak. Yönetmeni Burak Arlıel, yapımcısı Güneş Çelikcan ve proje direktörü Yael Habif, bu macerayı anlattı
Yerli Schindler’ler Türk Pasaportu’ndaProje direktörü Yael Habif, “Türk Pasaportu ile Türkiye’nin onurla ve gururla bahsedeceği hiç bilinmeyen bu dönemi dünyaya anlatmak istiyoruz” dedi.
Cannes izleyicisi bugün 64. Cannes Film Festivali’ne paralel bir etkinlik kapsamında “Türk Pasaportu” adlı hayli etkileyici bir belgesel izleyecek. “Türk Pasaportu”, 2. Dünya Savaşı sırasında Fransa’da Osmanlı kökenli yüzlerce Museviyi trenlere bindirip, İstanbul’a getirerek kurtulmalarını sağlayan bir avuç Türk diplomatın hikâyesini konu alıyor. 6 yıllık bir çalışmanın ürünü olan belgesel filmi, yönetmeni Burak Arlıel, yapımcısı Güneş Çelikcan ve proje direktörü Yael Habif’le Cannes’a doğru yola çıkmadan önce konuştuk.
Projenin fikri ne zaman, nasıl ortaya çıktı?
Güneş Çelikcan: Üniversiteyi Anadolu Üniversitesi’nde okudum. Okulun yakınlarında, Kurtuluş Savaşı’nın önemli kahramanlarından ve Devlet Demiryolları’nın kurucusu Behiç Erken’in mezarı var. Sekiz sene önce bu mezarı keşfettim. Bu konuyu araştırdım ve Erken’in 2. Dünya Savaşı sırasında Yahudileri kurtarmasıyla ilgili birkaç makale buldum. Bunun bir belgesel olmasını istiyordum. Filmin yapımcılarından Bahadır Arlıel’le konuştum. O da benim gibi belgesel olmasını istedi. Araştırmaya başladık. Araştırmaya başlayınca fark ettik ki bu hikâyede Fransa, Almanya ve Türkiye arasında bir diplomatik trafik var. Dolayısıyla bu belgelerin bir kısmı Amerika’da, bir kısmı Almanya’da, bir kısmı İsrail’de bir kısmı da Türkiye’de. Ama Dışişleri’nin belgeleri açması sonunda binlerce belgeye ve Fransa’da canlı tanıklara ulaştık. Masamızın üzeri evrak ve belgelerle doldu. Sonra yönetmen arayışına girdik ve uzağa bakmamız gerekmedi. Burak Arlıel zaten bizimle birlikteydi.
Museviler, diplomatların çabalarıyla trenlere bindirildikten sonra yolculuk sırasında neler yaşanmış?
Burak Arlıel: İnsanlar vagonlara konuluyor. İçeride bir görevli. Her 300-500 km’de bir durdurulup kim olduklarını anlatıyorlar. Almanlar’dan kaçmak için Paris’ten yola çıkan bir vagon dolusu Yahudiyi Almanya’dan geçiriyorlar sonuçta. Hem kurtaranlar, hem de kurtulanlar için çok büyük cesaret. Almanya, Macaristan, Sırpistan, Romanya, Bulgaristan ve Türkiye şeklinde bir rota izliyorlar. Bu yaklaşık 10-12 gün sürüyor. Bu yolculuk sırasında yemek, su, tuvalet yok. Yolda giderlerken, Bulgaristan’da tren rayları bombalanıyor, en arkadaki vagon patlıyor. Bazen 3-5 km yaya yürümek zorunda kalıyorlar.
Siz yönetmen olarak nasıl bir hazırlık dönemi geçirdiniz?
Burak Arlıel: Önce olayın tanıklarıyla röportajlar yaptık. 28 kişiye yakın. Diplomatların çocuklarıyla da konuştuk. Bu röportajlar en az 2-2.5 saat sürüyordu. Mesela geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Türkiye’nin ilk şehir planlamacısı Aron Angen’le 4.5 saat sürdü. Mesela Angen’in anlattığı hikâyelerden biri şu: O dönem orada üniversite öğrencisi. Diyorlar ki, Almanlar geliyor, Paris’ten uzaklaşmanız lazım. Angen ve onunla toplanmış 100’e yakın insan, Paris’ten 822 km uzaklıktaki Bordeaux’ya yürüyorlar. Sonra Angen kaçmak için Paris’e dönüyor ve trenle Türkiye’ye geliyor. Aslında bu insanlar kendi çocuklarına da torunlarına da bunu fazla anlatmamış. Özellikle kampları yaşamış olanlar hiç konuşmak istemiyor. Bu insanların anlatımlarını, film tadında olan canlandırmalarla destekleyerek bir belgesel haline getirdik.
Canlandırma bölümlerinin çekimleri nerelerde yapıldı?
Burak Arlıel: Romanya’da başladık, büyük bir stüdyoda. Burada bir Fransız sokağı oluşturduk set olarak. 4 gün sürdü bu çekimler. Romanya’da bir sarayın bahçesinde çekim yaptık. Kamp hikâyeleri için Bükreş’te büyük bir cezaevinde çekimler yapıldı. Bunların hepsi 20 gün sürdü. Biz ekip olarak 70 kişiydik, 100’e yakın da oyuncuyla çalıştık. Türkiye’de vagonu inşa ettik. İzmir Alsancak Garı’nda çekim yaptık. İzmir’den Adana Pozantı’ya kadar 20 gün Türkiye’de çekim yaptık. İstanbul Erkek Lisesi’nde de Paris’teki Türkiye konsolosluğunu canlandırmalarını çektik.
Canlandırma çekmeye ne zaman karar verdiniz?
Burak Arlıel: Daha projenin başındayken aklımıza gelen ilk fikirdi canlandırmalar. Bu insanların başına gelen şeyleri fotoğraflarla veya görsellerle anlatmak mümkün değil. Şöyle bir hikâye var: Muhtar Kent’in babası Necdet Kent, Marsilya’dayken 81 tane Türk Musevisinin yük vagonlarının içine doldurulduğunu ve o vagonun kampa doğru yol almak üzere olduğunu öğreniyor. İstasyona gelip, orada yetkililere insanları aşağı indirmelerini söylüyorlar. Tabii böyle bir emir Almanlar için geçersiz olduğu için karşı geliyorlar. Bunun üzerine diplomatlar da biniyorlar yük vagonuna. Bu, diplomatik bir skandal olacağı için 3-5 istasyon sonra tren durduruluyor ve Musevilerle birlikte diplomatlar aşağı iniyorlar. Bu hikâyeleri sadece 2 fotoğrafla geçiştirmektense canlandırmayı seçtik. 14 tane canlandırma var filmin içinde.
Araştırma döneminde Bahçeşehir Üniversitesi’nin rolü ne oldu?
Yael Habif: Bahçeşehir Üniversitesi’nin hali hazırda kurmuş olduğu uluslararası bağlantıları ve doğası gereği olan güvenirliği sayesinde dünyanın en büyük soykırım müzeleri ve tarihçileri ile temasa geçtik, oralarda araştırma yapıp danışmanlık aldık. Araştırma ekiplerimiz ile Fransa, İsrail, Almanya, Amerika ve Türk Dışişleri arşivlerinde milyonlarca belgenin içerisinden Türkiye’nin o dönemdeki hikâyesini araştırdık. Gerek yazılı ve görsel belgelerin araştırılıp ortaya çıkarılması, gerek dönem tanıklarının izini sürüp, 6’sı halen Türkiye’de, 20’si ise Fransa’da yaşayan toplam 26 kurtulan ve diplomat çocuklarının sözlü tanıklıkları ile uzunca bir araştırma sürecinden geçtik.
Filmin ekip için önemini kısaca özetlemek gerekirse...
Yael Habif: “Türk Pasaportu” ile Türkiye’nin onurla ve gururla bahsedeceği hiç bilinmeyen bu dönemi dünyaya anlatmak istiyoruz. Din, dil, ırk ayrımı olmadan Türk diplomatlarının sadece insanlık adına atmış olduğu bu adımı herkesin biliyor olması bizim için çok önemli.
Projeye kimler destek verdi?
Yael Habif: Bir taraftan Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin akademik danışmanlığı, diğer bir taraftan Tekfen Vakfı ve Türk Musevi Cemaati’nin desteği ve katkılarıyla ortaya anlamlı bir film çıkardık. Ayrıca, Fransa’daki proje ortağımız, UNESCO’nun 2010 yılında başlatmış olduğu girişimi Alaaddin Projesi de, filmimizin Avrupa’da ve özellikle Fransa’da tanıtılması konusunda bizlere çok destek oluyor.
“66 Yıllık Sır Ortaya Çıkıyor”
Filmin tanıtım cümlesinde, “66 yıllık sır ortaya çıkıyor” diyorsunuz...
Yael Habif: Bu, gerçekten çok doğru. Ne dünya ne de Türkiye bu hikâyeleri bilmiyor, hiç duymamış, öğretilmemiş. Mesela Kudüs’teki Yad Vashem Müzesi’nde bile, ki bu 8 milyon belgenin üzerinde bir arşivi olan dünyanın en büyük Yahudi Soykırımı müzesidir, ancak sadece Rodos Başkonsolosu Selahattin Ülkümen’in hikâyesi biliniyor, diğer Türk diplomatlarımızın aktiviteleri konusunda fazla bilgileri yok. Yad Vashem ile belge ve bilgi paylaşımı yapma konusunda anlaştık, onlar bize arşivlerini açtı, biz de onlara elimizdeki belgeleri sunduk.
Bir başka örnek ise, Amerika’daki Soykırım Müzesi. Orada Steven Spielberg’ün bir film ve video arşivi bulunmakta. Spielberg, soykırımdan kurtulan 3 bin kadar kişi ile özel röportaj yapmış, çok önemli bir arşiv oluşturmuş. Ancak Steven Spielberg Film ve Video Arşivi’nin içinde Türk diplomatlar tarafından kurtarılan hiç kimse yok. Unutmayın ki bu insanlar artık çok yaşlı, 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana 66 sene geçmiş, yani o dönemde maksimum 30 - 35 yaşında olan birinin şu anda hayatta olması mümkün. Şu ana dek hiç deneyimlerini anlatmamış kişilerin izini sürüp tarih kayıtlarına geçecek önemli bir belge oluşturduk.