Yoksa Siz Hala?

Öbür yanım bu kuşağı yakalamış bir ölümlü...

Bir zamanlar demir perde ülkeleri vardı. Sonra ne olduysa oldu, perdeli ülkeleri oyunun içine çekmek haliyle zor olduğu için evrenin hakimleri onları da açtı. Başka bir hayatın da mümkün olabildiğini gösterecek örnek; oyunların serbestçe oynanabilmesi için engel kalmadı.

Sanıyorum direnen son ülke Küba. Sağlık alanındaki tuhaf başarıları ve ortaya dökülen istatistikleri ile cidden enteresan şeyler oluyor orada. İlaç kartellerinin giremediği bu ülkede tohum, kök ve bitki yaprakları ile hazırlanan terkipler şu sonucu doğuruyor: Dünyanın en az hastalanan, en sağlıklı insanları Küba'da yaşıyor. Belgeseller, araştırmalar, raporlar, istatistikler... Seyrediyorum, inceliyorum, okuyorum. Bir yanımla duyduğum hayranlığı öbür yanım ile savaşır buluyorum.

Reklam
Reklam

Öbür yanım bu kuşağı yakalamış bir ölümlü. Herkes gibi ilaç kutularına aşina ve alışık. ''Doğru''yu gördüğü halde ''Bu doğallık beni aşar!'' diyor. ''Hatta biraz korkutur.'' Ezkaza başıma bir hal gelse kabile büyücüleri tarzında bir tedavi görmek ister miyim, bilmiyorum? Neredeyse tüm doneler hayranlıkla izlediğim o insanların benden, bizden, hepimizden daha sağlıklı olduğunu gösterse de tersine bir rahatsızlık hissediyorum. Çocukluğumdan beri maruz bırakıldığım imajinasyon ve yerleştirme politikası sonucu, yeri gelince ben ''de'' önüme çıkarılan bu cilalı devirden kaçamıyorum.

Ekonominin temeli alıcılar yaratmaktır. Ürününüz varsa bunları satmanız yetmez. Onları satın almak için çalışacak; daha çok satın almak için hep daha çok çalışacak tüketici pazarları oluşturmalısınız.

Biz 1949'da müjdelendik. Küçük bir Amerikan toplumu olacaktık. Nihayetinde olduk ama ola ola Amerika'nın varoş mahallesi olduk. Silindirik metal kutularda dört bucağa dağıtılan yavan süt tozları, ''Sen üretme, ben sana satarım''ın miladı idi. O rüzgara kapılıp bugüne geldik. Kocaman süpermarketlerde her şey hazır şekilde önümüzde.

Reklam
Reklam

Çocuğunuzu doğurduğunuzda envai çeşit hazır bebek maması... Evde pişiren kalmadı. Çocuk büyüdükçe devamı geliyor. Yok kemikleri bilmem ne yapan boyalı yoğurt, yok devam sütü, yok çocuk sütü... Şirin şirin reklamların hepsinde aynı mesaj: Bunlardan yedirip içirmezseniz çocuğunuz geri zekalı olur. ''Sorumlu'' bir anne olarak o ürünleri almalı ve kasaya doğru ilerlemelisiniz.

Aynı reklamlar evinde poğaça yapan, yoğurt mayalayan anneleri demode göstermek için onlara hep teyze kıyafeti giydiriyor. Çocuğa boyalı yoğurt veren anne ise hep dal gibi. Güzel, modern ve akıllı.

''Yoksa siz hala..?'' diyorlar annenizi aşağılayarak. Oysa ''annemin margarini'' diye bir şey bilmiyoruz çoğumuz. Seksen beş yaşındaki annem hayatı boyunca eve margarin sokmadı. Reçelini hep kendisi yaptı, yoğurdunu hep kendisi mayaladı. Reklam sektörünün cehalet sınavına göre hep sınıfta kaldı. Bu cahil kadın ikisi eski Türk dilleri olmak üzere beş dil biliyor. Göktürk Yazıtları'nı falan orijinal dilinden okuyabiliyor. Seksen beşinci yaşında dünya gündemini üç farklı kaynaktan takip edip sentezliyor. Ama evet, maalesef margarin almadığı için demode ve cahil biri olarak hayatını sürdürüyor.

Reklam
Reklam

Yeni bir ürün piyasaya sunulacağı zaman önce bir pazar araştırması yapılır. Yükselen trendler raporlanır. Ne bileyim, diyelim o dönemde yükselen duygusal trendin aile ve sağlık olduğu görülür. Pazarlamacılar, satış müdürleri, üretim müdürleri, elbette patronlar durumdan haberdar edilir. Sonra kocaman bir oda, dev bir projeksiyon perdesi... Başlanır nereden girelim de satalım tartışmasına.

Farklı bir şey sunulacak ya ''Önce birkaç uzman tutalım'' diyor olmalılar. ''Kimler var arkadaşlar, çıkartalım listeleri. Fiyatları da çıkartalım. Tamamdır. Şu bugüne kadar beş reklamda oynadı, şunun Twitter'da üç yüz bin takipçisi var, o diğeri geçen yıl oynadığı deterjan reklamında grafiği beş milim oynattı'' falan.

İsimler belirleniyor. Anlaşmalar yapılıyor. Gerekirse TV programlarına gizli ya da açık sponsor olunuyor. Bunun örneği yakın zamanda kanola yağında görüldü. İzledik şaşkın şaşkın. ''Yahu'' diyorum ''bu kanola yağı neden bu kadar iyi oluyor?''. ''İyi olarak nitelendirebilecek tek bir artı değer bulamıyorum'' deseniz de kimse dinlemiyor. Sonra işin gerçeği anlaşılıyor. O programların sponsoru kanola yağı ithalatçısı çıkıveriyor.

Reklam
Reklam

Aylar boyunca tereyağını, zeytinyağını kötülediler. Yakıt üretiminde kullanılan kanola yağının çok daha sağlıklı olduğunu anlattılar. Hakikaten o dönemde acayip sattı. Sonra onun modası geçti, şimdi başka bir şeyin modası çıktı. Yarın bu da geçecek öbürünün pazarlama faaliyeti başlayacak.

Hiç mi aklıselim yok bunun yanlışını anlatacak..? Onlarcası var. Onlarca profesör çıkıp ''Hayır, saçmalamayın'' diye gerçeği anlattı ama sesleri cılız bırakıldı. Televizyonun aynı kuşağında konuşmalarına izin verilmedi. Sponsoru ''Bilmemne Yağ'', ''Bilmemne Tavuk'' olan programlarda izin verilmesi de beklenemezdi. Yine de sosyal medya sağ olsun, bilgiler özgürce aktarılıyor da biraz olsun anlıyoruz.

Aklı başında herkes durumu anlayıp doğallığa yönelince bir umut dedik ki ''Gıda şirketleri artık doğal şeyler üretmeye başlar.''. Başladılar. Aynı ürünlere doğallık çağrıştıran ambalajlar ürettiler. Renk uzmanları geldi, insanların doğallık ile bağdaştırdığı toprak tonlarını seçmeleri gerektiğini söyledi. Gelsin Kraft kağıtlar, dönsün reklamlar...

Reklam
Reklam

Reklam kuşaklarında bağlama sesleri, köylü amcalar, çiftçi kardeşler, küfeli teyzeler ardı ardına patlıyor. Portakal ağaçları altında terini silen çiftçi dayı, o pırıl pırıl portakalları kasalara dizen güzel köy kızları, o güzel köy kızları ile flört eden pop starları falan derken sağlı sollu vuruyorlar.

Ben de merak ediyorum, içinde portakal parçacıkları yüzen portakal suyu benzerimsi ürün iyice benzesin diye, içindeki o portakal tanesine benzeyen tuhaf şeyleri çiftçi dayı mı ithal ediyor Çin'den? ''Onu didim bunu didim, ni didiysem yaptılar'' diye soğuk çay tarifi veren teyze ''Yavrum bunun Trisodyum Sitrat'ını da eklemeyi unutmayın?'' mı diyor bir yandan da?

Sırf bizim daha sağlıklı olmamız için piyasaya sürülmüş yeni çikolata barları var. Bu çikolata barları bir adım öncesinde, sadece ''Çukulat'' halinde yine aynı gerçek olmayan malzemeler ile yapılıp satılıyordu. Sağlık moda olunca içine tahıl eklendi. Fiyatı dörde katlanıp raflara dizildi. 35 gr.'ı 6 TL. Şimdi bunu yiyince biz sağlıklı oluyoruz, öyle mi?

Reklam
Reklam

Birileri siyah pirinç ithal edecek ise siyah pirincin çok sağlıklı bir ürün olduğu pompalanıyor. Birileri Kinoa ithal edecekse aynı şey. Bu da olmadı hooop bir Greçka furyası başlıyor. Uzmanlar, uzmanlar, uzmanlar... Unvanına, toplumdaki güvenilir yüzüne fiyat biçenlere, ruhunu şeytana satanlara, paraya tapanlara selam olsun...

Pınar Kaftancıoğlu