Bazen çok yorgun hissedersiniz kendinizi; -hadi psikologçuluk yapmayayım!- yorgunsunuzdur da… güz kadar yorgun. Psikolog Yeşim Akbulut, Mynet okurları için yazdı.
Sanki yıllardır üzerinizde tepinilmiştir de, bereleriniz o kadar derinleşmiştir. Ya da öyle uzun süredir koşuyorsunuzdur ki durunca devrileceğinizi hissedersiniz. Belki de kalabalık bir deniz kıyısı gibisinizdir; yaz(lar) boyu kulaçlanmış, dalınıp çıkılmış, durmadan taşlar atılmış, kahkahalar ve çocuk çığlıklarıyla kulaklarınız neredeyse sağır olmuş, içiniz bulanmıştır. Koskoca gemiler geçmiştir içinizden belki kim bilir, içinin ve içindekilerin tüm pisliğini boşaltarak. Yaşam kaynağınız olan güneşe fazla maruz kalmış, farkında olmadan yanıp kavrulmuşsunuzdur yaz boyu! İstediğiniz şeyler yaşayıp istemediğiniz sonuçlara tosluyor ya da istediğiniz sonuçlar için istemediğiniz bir sürecin bitmek tükenmek bilmez zamanlarını arşınlıyorsunuzdur. Kısacası şöyle ya da böyle çok yorulmuşsunuzdur.
Aklınız durmak ister böyle zamanlarda; tüm sosyal ve kişisel görevlerden azad edilmek istersiniz. Hatta şairin dediği gibi "çişim gelmese…" bile dersiniz! Yüreğiniz yarı kapalı gözlerle, soluk soluk bakar etrafa; pırıltısı kara güz bulutlarının ardında kalmıştır sanki. Öyle ki, "al bak sana aşk" deseniz "üfff, şimdi kim uğraşacak..!" diyecek! "Para…" deseniz burun kıvıracak, "koyuver şuraya" işareti yapacak başıyla! Böyle zamanlarda kalkmak, yatmak, oturmak, işe gitmek, eve gelmek, çocuğunuzla ilgilenmek, yemek yemek, konuşmak bile… her şey birer mecburiyetmiş gibi gelir insana.
Böyle zamanlarda neşeli ve faal arkadaşlarınıza ve yerli yersiz kikirdeyen gençlere iyice sinir olursunuz. Sağlığınıza dikkat etmeniz gerektiğini söyleyenler ve umut- istek- bakış açısı- motivasyon-çabadan filan bahsedip duran "çokbilmiş" psikologlar en büyük düşmanlarınızdır; "hastasın sen , al ilacını, yat aşağı" veya "sonbahar… biyoritminiz ve siz" diyenlerse melekleriniz!.. Ama en çok da, o sırada sizden ilgi bekleyenleri ve bir de size "sen güçlüsün" diyenleri boğmak istersiniz! Eşiniz, sevgiliniz veya arkadaşınız "bu akşam seni nereye götüreyim?" bile dese çileden çıkarsınız; çünkü işte yine birisi sizden bir şey istemektedir –bu, seçim yapma özgürlüğü olsa bile!-
İstersiniz ki her şey sizin yerinize, üstelik de sizin en istediğiniz şekilde gerçekleş(tiril)sin. İstersiniz ki ruhunuzun yaraları da, tıpkı bedeninizdekiler gibi, başkalarının/ yumuşak, şefkatli ellerin süreceği merhemlerle iyileştirilsin. Hatta "ne olur, birisi öyle bir şey söylesin ki/ öyle dokunsun ki, birden tüm bu acılar, tüm bu yorgunluk geçsin!"… Mucizelere karşı en talepkar ve en duyarlı olduğunuz haller ve zamanlardır bunlar öte yandan; zira gerçeklerle aranız bozuktur o sıra! Ruhunuz felçli gibi davranmak ister, ama felç değildir.
Oysa koskoca bir bilgi, kucağınızda tür farkına aldırmaksızın, inanılmaz bir güvenle uyuyan kedi yavrusu gibi uyuklamaktadır bilincinizin bir yerlerinde: "Ya bu deveyi güdeceksin… ya bu deveyi güdeceksin!"
Benim önerim hazır güzelim güz de gelmişken, bir kez daha şu "deve"yi gözden geçirip, olabilecek değişiklikleri yapıp, olamayacaklara/ şimdilik yapamayacaklarınıza gülümseyerek yola devam etmek. Schopenhauer diyor ki, "büyük dertler, daha küçüklerin görülmesini engeller; ama büyük dertler olmadığında, daha hafif sıkıntılar ve sorunlar çok büyük görünür ve öyle yaşanırlar."
Evet, güz etkiler doğanın parçalarından biri olan insanı; işte bu yüzden ve bunun bilinciyle, "güze yakışır" hüzünleri, büyük kahırlara dönüştürmemeniz dileğiyle…