İSTANBUL (AA) -ADAM MCCONNEL- Bilindiği üzere ABD Demokrat Partisi, 2020 Kasım'da gerçekleştirilecek Başkanlık seçimlerine ilişkin uzun bir kampanyanın hazırlıkları içinde. Bugüne kadar, çoğu Kongre üyesi olan yaklaşık on kişi, partilerinin 2020 yazının sonlarına doğru kararı verilecek olan başkan adaylığına aday olma niyetlerini ilan ettiler. Uluslararası gözlemciler bugünden itibaren adaylar belli olana kadar her adayın dış politika görüşlerine odaklanacak.
Yarışın favorileri olarak şimdiden öne çıkanlar, geçtiğimiz on yılın Demokrat adaylarının muzdarip olduğu büyük bir eksikliği teşhis etmiş durumda: Dış ilişkiler konusunda çok bariz bir tecrübe, hatta alaka eksikliği. Bu zaaf tam da Hillary Clinton’ın, dış politika konusunda bir zafiyet içinde olduğunun fark edilmesi üzerine, 2016’da aday olabileceği beklentisiyle 2009-2013 arasını dışişleri bakanı olarak geçirmesine imkan verildi. Akabinde Clinton, çok çeşitli uluslararası meseleleri kapsayan ve Türkiye hakkında detaylı yorumlar da ihtiva eden “Hard Choices” adlı bir kitap yayınladı. Bizatihi bu zafiyet, 2020 için adaylıkları ilan edilmiş Demokratik adayların birçoğunu çoktan dış politika görüşleri hakkında kamuoyuna açıklamalarda bulunma konusunda motive etmiş durumda.
Demokratik Parti’den adaylığını ilk açıklayanlar Vermont senatörü olup 2016’da Demokratik Parti’nin başkan adaylığını Hillary Clinton’a kaybeden Bernie Sanders ve Massachusetts Senatörü Elizabeth Warren. Her iki aday da imajını şekillendiren belirli bir politik tarza sahip ve dış politika duruşları da bu imajlara ayarlı. Sanders, kendisini diğer adaylardan ayırma maksadı taşıyan ve iç meseleler konusundaki tuhaf ve solcu yaklaşımına paralel bir söylem kullanıyor.
- Sanders dış politika profili geliştiriyor
Sanders, 2016 seçim dönemini mümkün olduğunca dış politika sorunlarından uzak durarak geçirdi. Bu alanda zafiyeti olduğu izlenimini ortadan kaldırmak için Sanders, ABD’nin dış ilişkilerindeki mevcut en mühim öğeler konusundaki duruşlarını tanımlamak için şimdiden çaba harcamaya başladı. ABD’nin en önde gelen siyasi yorum kaynaklarından ikisi olan The Atlantic ve Politico’da en son çıkan makaleler, Sanders’ın dış ilişkilere, aday olacağını ilan eden diğer Demokratların hepsinden daha fazla odaklandığını [1] İkinci Dünya Savaşı döneminin ilerlemeci Demokratik Parti söylemini canlandırdığını [2] ve potansiyel Demokrat seçmenleri birleştirmek için ortak dış politika zemini bulmaya yönelik çalıştığını kaydediyorlar [3]. Genel olarak yorumcular, Sanders’ı ABD’nin uluslararası ilişkiler konusundaki meşhur “istisnacı” tutumuna karşı bir meydan okuma ortaya koyuyor olarak görüyorlar; ki böyle bir değişikliği uygulayabilmesi durumunda bu, tabii olarak, bütün dünyada bir rahatlama meydana getirecektir.
Bununla birlikte, 20 yıldır Türkiye’de ikamet eden biri olarak, Sanders’ın Türkiye ve Doğu Akdeniz hakkında ne bildiği ve neler söyleyeceğiyle daha çok ilgileniyorum. Sanders’ın siyasi kariyeri, onu Türkiye yahut da Türkiye’nin bulunduğu bölge açısından mühim olan meselelerle kapsamlı bir temas içine hiçbir zaman sokmadı. Sanders siyasi hayatına yerel Vermont siyasetinde belediye başkanı olarak başladı ve 1990’da, kendini sosyalist olarak tanımlayan bir kişi olarak Temsilciler Meclisi’ne girdi.
Sanders, Temsilciler Meclisi’nde geçirdiği on altı yıldan sonra 2006’da senatör seçildi, daha sonra 2012 yılında yeniden seçildi. Sanders’ın hizmet verdiği (Eski Asker İşleri Komisyonu, Bütçe, Çevre ve Bayındırlık Komisyonu, Enerji ve Tabii Kaynaklar Komisyonu ve Sağlık, Eğitim, Çalışma ve Emeklilik Komisyonu gibi) çeşitli Kongre komisyonları neredeyse münhasıran yerel meselelerle ilgileniyor.
Kongre faaliyetlerinin iç kamuoyuna odaklanmış olmasına rağmen, Sanders, adını John McCain liderliğindeki bir grup Senatör tarafından Ekim 2017’de Başkan Trump’a iletilen mektuba eklemiştir. Eski Türkiye Büyükelçisi John Bass’ın sebep olduğu vize yasağı krizi sırasında gönderilen bu mektup, Türkiye-ABD ilişkilerini aynen ABD medyasındaki gibi yorumlayarak Başkan Trump’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan “insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne saygı göstermesini” talep etmesini istedi.
Bu nedenle Sanders, bu bölgeyle ilgili konularda sık beyanatlarda bulunmamış olsa dahi, Kongre’deki vazifeleri itibarıyla sahip olduğu tecrübe açısından Doğu Akdeniz hakkında derinlemesine bilgi edinmiş olamaz. Dahası, McCain’in mektubuna imza koymuş olması, dış ilişkilerde pek aşina olmadığı meseleler söz konusu olduğunda Sanders’ın geleneksel bilgilerden ve medyadan olumsuz yönde etkilendiğini gösteriyor. Bu da, Türkiye hakkında tam olarak ne bildiğini anlamak için Sanders’ın dış politika konusundaki açıklamalarına bakmamız gerektiği anlamına geliyor.
- Uluslararası ilişkilerde Sanders
Sanders’ın Senato’daki internet sitesinin, uluslararası ilişkilere tahsis edilmiş küçük bir bölümü var [4] ve kamuoyunu görüşleri hakkında bilgilendirmeyi amaçlayan birkaç konuşma yapmışlığı var. İnternet sitesindeki materyal kısa, Sanders’ın ABD’nin Afganistan’daki birlikleriyle 2011’de çekilmiş bir resmini içeriyor ve yalnızca Irak, Afganistan ve İsrail-Filistin çatışmasından söz ediyor. Bu bilgilerin bir kısmı da, 2017’yi gelecek zaman kipinde kullandığından, tarihi geçmiş görünüyor. Türkiye sadece Irak bağlamında zikrediliyor. Bilgilerin hiçbiri, Sanders’ın, bahsettiği toplumlar hakkında derinlemesine bilgi veya derin bir anlayış edindiği izlenimi vermiyor.
Ancak, Sanders, en son yaptığı konuşmalarda dış politika vizyonu hakkında daha net bilgiler verdi. 2017 yılının sonlarında, Sanders Fulton Missouri’deki Westminster College’da bir konuşma yapmaya davet edildi [5]. Bu konuşma geniş kapsamlıydı, nadiren ayrıntılara girdi ve Türkiye’den özel olarak bahsetmedi.
Bunun yerine, bu konuşmanın en çarpıcı özellikleri, Sanders’ın sergilediği idealizm ve sadece Trump yönetiminin değil, II. Dünya Savaşı sonrası tüm Amerikan yönetimlerinin dış politika tercihlerini doğrudan ve güçlü bir şekilde eleştirmeye istekli olmasıydı. İran ve Şili’deki CIA destekli darbelerden bahseden Sanders’ın konuşması ilginç ve ümit aşılayıcıydı.
- Peki ya Türkiye hakkında neler düşünüyor?
Sanders, Ekim 2018’de John Hopkins İleri Uluslararası Çalışmalar Okulu’nda ikinci bir dış politika konuşması yaptı. [6] Sanders, konuşmasında, biri otoriterliğe ya da yerleşik/değişmez eşitsizliğe doğru, diğeri de aydınlanmış ve eşitlikçi demokrasiye doğru ilerleyen iki eğilime bölünmüş bir dünyaya dair “Maniheist” bir resim çizdi. Türkiye’nin meseleleriyle ilgilenenler için Sanders’ın konuşmasının dikkat çekici yönü, Türkiye’ye doğrudan ve son derece olumsuz bir şekilde atıfta bulunması oldu:
“Putin gibi, Macaristan’daki Orban gibi, Türkiye’deki Erdoğan, Filipinler’deki Duterte ve Kuzey Kore’deki Kim Jong-un gibi otoriter liderlere yaklaşıyor olsa bile, Trump NATO gibi, ticaret gibi, İran nükleer anlaşması gibi konularda demokratik Avrupalı müttefiklerimizle gerginliği gereksiz şekilde tırmandırıyor. Açık konuşayım; bunlar önemli konular. Ancak Trump’ın bu müttefiklere gereksiz yere sergilediği saygısızlık, sadece etkisiz müzakerelerde bulunmak anlamına gelmiyor; transatlantik ittifak için de uzun vadeli çok büyük ve olumsuz sonuçlara yol açacaktır.”
Evet, alıntıyı doğru okudunuz, Sanders Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı Kim Jong-un’la aynı kategoriye koyuyor. Bu ifadeleri afallatıcı ve rahatsız edici, ayrıca Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında ABD medyasında son beş-altı yıldır sayısız kere tekrarlanan aynı klişe hataların bir tekrarı mahiyetinde. Bu da, Sanders’ın Türk siyaseti ve toplumu hakkında şahsen hiçbir bilgi ve anlayışa sahip olmadığını gösteriyor.
Konuşmasından alıntılanan paragrafta Sanders, iki ülke kategorisi listeliyor, ancak Türkiye’nin “Trump’ın sebepsiz yere saygısızlık ettiği” “demokratik Avrupalı müttefikler” kategorisinde olduğunu algılayamıyor. Sanders’ın kendisi de, “transatlantik ittifak için uzun vadeli olumsuz sonuçlardan” kaçınmak istiyorsa, ya Türkiye hakkında daha doğru bilgiler ya da bu bilgilere sahip danışmanlar edinmesi gerekecektir.
Şubat ayının sonunda, Sanders’ın 2016 kampanyasında kilit rol oynayan üç danışman, aniden teşkilatından ayrıldı. Sanders eş zamanlı olarak yeni kampanya yöneticisi olarak Faiz Şakir’i işe aldı. Pakistanlı göçmen bir anne-babanın oğlu olan Şakir, ABD’de bir başkanlık kampanyasında teşkilat idare eden ilk Müslüman olacak. Şakir’in takıma gelişiyle önceki danışmanların ayrılışı belli ki birbiriyle alakasız olaylar. Daha da önemlisi, Şakir’in organizasyona getireceği etkinin, Sanders’ın dışişleri konusunda veya özellikle Türkiye gibi yabancı bir Müslüman topluma dair anlayışında bir fark oluşturup oluşturmayacağı.
Şakir, on seneden fazla bir zamandır Demokrat Partili siyasetçilere danışmanlık hizmeti veriyor ve son 18 ayını da, ABD’nin en önemli sivil haklar savunucusu gruplarından biri olan Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği’nde geçirdi. Öte yandan Amerikalı solcular, Türkiye’de son on yılın gelişmelerini idrak etme konusunda sağcılardan daha üstün bir yetenek sergileyebilmiş değil. Bu da Şakir’in Türkiye bilgisinin daha geniş veya Türkiye’yle ilgili görüşlerinin daha sofistike olduğunu farz edemeyeceğimiz anlamına geliyor. Ne olursa olsun, Sanders’a Türkiye’yle ilgili daha fazla bilgi sağlama konusunda çaba gösterilmesi gerekecektir.
- Sanders Türkiye’yi anlamaya nereden başlayabilir?
Sanders, Westminster College’daki konuşmasında Truman Doktrini’ne göndermede bulunan bir beyanatta bulundu:
“Bugün Bay Putin’e söylüyorum: Amerikan demokrasisini veya dünyadaki demokrasileri baltalamanıza izin vermeyeceğiz. Aslında, hedefimiz yalnızca Amerikan demokrasisini güçlendirmek değil, Rusya’dakiler de dâhil olmak üzere, dünyadaki demokrasi destekçileriyle dayanışma içinde çalışmaktır. Demokrasi-otoriterlik mücadelesini biz kazanmaya niyetliyiz.”
Sanders’ın bu sözleri, dünyanın dört bir yanında demokrasiyi tesis etmeye veya korumaya çalışanlara yardım etmeye yönelik büyük bir taahhüde işaret ediyor. Sanders şayet bu açıklamasına bağlı kalma niyetindeyse, Türk hükümetinin ve Türk halkının, Temmuz 2016’da demokrasiyi kendilerinden almak isteyenlere karşı korumak için hayatlarını ve sağlıklarını feda etmiş özverili demokrasi destekçileri olduğunu kabul etmelidir.
Aslında bu durum, ABD dış politikasının mevcut formülasyonunda bulunan daha büyük bir soruna değiniyor. Sanders gerçekten “otoriterliğe karşı demokrasi mücadelesini” kazanmak istiyorsa, çeşitli toplumlardaki siyasi durumlar arasındaki farklılıkları ayırt etme ve basit genellemelerden uzak durma yeteneğine ihtiyaç duyacaktır. Normalde, danışmanlar siyasi bir figürün bu yeteneği kazanmasına yardımcı olur. Ancak, sonuçta bir politikacının kendisine sağlanan bilgileri sindirmek ve söz konusu topluma ilişkin daha ayrıntılı bir anlayış formüle etmek için kendisinde de bir zeka ve idrak keskinliği olması gerekir. Sanders’ın bunu yapabilme kapasitesine sahip olup olmadığı henüz belli değil, ancak en son ABD başkanları böyle bir yeteneğe sahip olduklarına dair pek bir emare gösteremediler. Bu yüzden, Sanders’ın Türkiye’yle ilgili olarak olumlu bir “öğrenme eğrisi” ortaya koyup koyamayacağını tespit edebilmek için önümüzdeki 18 ay boyunca Sanders’ın dış ilişkiler konusundaki açıklamalarını dikkatlice takip etmemiz gerekecek.
[1999 yılından bu yana İstanbul’da yaşayan Adam McConnel, Sabancı Üniversitesi’nde Türk tarihi dersleri vermektedir. Tarih alanındaki yüksek lisans ve doktora derecelerini de aynı üniversiteden almıştır]
Mütercim: Ömer Çolakoğlu
[2]https://www.theatlantic.com/ideas/archive/2018/10/bernie-sanders-and-end-american-century/573001/
[4] https://www.sanders.senate.gov/legislation/issue/international-relations
[5] https://www.vox.com/world/2017/9/21/16345600/bernie-sanders-full-text-transcript-foreign-policy-speech-westminster [6] https://www.sanders.senate.gov/newsroom/press-releases/sanders-speech-at-sais-building-a-global-democratic-movement-to-counter-authoritarianism