Dr. Merve Seren, 2021 yılında Afganistan'da yaşanan gelişmeleri AA Analiz Masası için değerlendirdi.
***
2021 yılında Afganistan’da yaşanan gelişmeler Afgan siyasi tarihinin ötesinde; Asya’dan Atlantik’e küresel ölçekte bir kırılma meydana getirmiştir. 11 Eylül 2001 terör saldırılarının ardından ABD ve İngiltere önderliğindeki uluslararası koalisyon güçlerinin "Kalıcı Özgürlük Harekatı" adıyla başlattıkları askeri operasyon ve sonrasında devreye sokulan terörle mücadele stratejileri ve ulus-devlet inşa projesinin sonuna gelinmiştir. Ön-alıcı stratejiyi merkeze alan Bush Doktrini doğrultusunda "Terörizmle Küresel Savaş"ın ana destinasyonu olan Afganistan’da El-Kaide ve Taliban unsurlarına karşı yürütülen 20 yıllık mücadele, Kabil Yönetimi’nin yeniden Taliban’a devredilmesiyle neticelenmiştir. Genellikle ABD’ye atfedilen söz konusu stratejik yenilginin arkasında çok sayıda tarihsel dinamik ve konjonktürel faktörden bahsetmek mümkün olsa da 2021’deki "Taliban zaferini" hızlandıran yakın geçmişteki üç önemli gelişmeye dikkat çekilmelidir.
- Afganistan'da "Taliban zaferini" hızlandıran üç gelişme
Birincisi; iki defa ertelendikten sonra 2019 Eylül’ünde gerçekleşen Afganistan Cumhurbaşkanlığı seçimleridir. Afgan halkı, demokratik seçimlerle ilk defa 2004’te tanışmış olsa da seçimler her zaman itiraz ve şaibelerle dolu geçmiştir. 2004 ve 2009 seçimlerini kazanan Hamid Karzai ile rakipleri arasındaki siyasi çekişmeye benzer şekilde; 2014 ve 2019 seçimlerine Eşref Gani ve Abdullah Abdullah arasındaki rekabet damgasını vurmuştur. 2019 seçim sonucunda her iki isim eş zamanlı balkon konuşması yapıp cumhurbaşkanlıklarını ilan etmişler; müteakiben paralel yönetimlerini kurmuşlar ve bilfiil yönetici atamaları yapmışlardır. Bahse konu süreç, 2014 seçimlerinde olduğu gibi ABD’nin diplomatik müdahalesi ve Abdullah’a yeni bir makam verilmesiyle yatıştırılmıştır. Ancak bu durum, Afganistan’da yüzyıldır tanıklık edilen merkezi otorite boşluğunun hakikatte hiçbir zaman doldurulamadığını yeniden gözler önüne sermiştir. Kuşkusuz, merkezi otoritenin yoksunluğu ve işlevsizliği, Taliban ve diğer devlet dışı silahlı aktörlerin güç edinmelerini meşru ve güçlü kılacak bir argüman ve zemin sunmuştur. Bu bağlamda, ABD ve uluslararası koalisyon güçlerinden müteşekkil 50’den fazla ülkenin mevcudiyet gösterdiği dönemlerde bile Taliban’ın kırsaldaki gücünü nispeten koruduğu hatırda tutulmalıdır. Nitekim 2019 seçimleri, Gani hükümetinin siyasi saygınlığını ve halk desteğini kaybettiğinin somut bir tezahürü olmuştur. Merkezi otoritenin boşluğunun tedricen büyümesi ve Gani yönetiminin giderek zayıflamasıyla, Taliban hem kırsaldan şehir merkezlerine hem de güneyden kuzeye doğru teritoryal kontrolünü genişletmeyi başarmıştır. Dolayısıyla iddiaların aksine, Taliban’ın 2021’deki teritoryal kontrolü genişletme hızı ve 15 Ağustos’ta Kabil’in düşmesi, öngörülemeyen bir stratejik hamle değil; ülkedeki siyasi, askeri ve ekonomik konjonktürün sunduğu fırsatlara binaen tedricen gelişen bir 'zafer' olmuştur.
İkincisi; ABD ile Taliban arasında (mazisi 2012 senesine dayanan lakin tarafların en somut ve görece istikrarlı şekilde masaya oturma niyet ve tutumu sergilemesiyle) 2018 sonlarında başlayan, 2019’da zirveye ulaşan ve 2020’de barış anlaşmasıyla sonuçlanan Doha görüşmeleridir. ABD ile müzakere için masaya oturması en baştan Taliban’ın zaferi olarak yorumlanırken; ilerleyen süre zarfında "Barış Anlaşması"nın salt iki taraflı uzlaşıdan ibaret kaldığı görülmüştür. Zira 2020 Eylül’ünde start alan ve Afganistan’a esas barışı getirecek ülkenin kendi aktörleri arasındaki görüşmeler; müzakere başlıkları, içerikleri, şartları ve zamanına dair hiçbir ilerleme kaydedilemeden sona ermiştir. Aslında Taliban’ın, Afganistan hükümeti ve ilgili aktörlerle muhtemel bir müzakere sürecinin uzlaşıya evrilme ihtimalini engelleme maksadıyla süreci mütemadiyen baltalayıp uzatmaya götürme taktiği uyguladığını söylemek daha gerçekçi bir yorumdur. Bu taktikle stratejik çıkar elde etmeye odaklanan Taliban, zamandan istifade etmek suretiyle hem hükümeti daha fazla yıpratmayı başarmış hem de kendisine muhalif gruplara ve halka açıktan mesaj iletmiştir. Taliban bir yandan "terörist" olarak görüldüğü ABD ile masaya oturarak meşru bir aktör konumuna dönüşürken; diğer taraftan da şiddet, sindirme ve terör eylemleriyle masada ve sahada avantajlı pozisyonda olduğunu kanıtlarcasına Kabil hükümetine ve halka yönelik psikolojik harekat uygulamıştır.
Üçüncüsü ise 2020 yılında ABD’de yapılan başkanlık seçimidir. 11 Eylül terör saldırıları sonrasındaki her başkanlık seçiminde en hararetli dış politika başlıklarından birisi Afganistan olmuş; saldırıların 10. yıl dönümüne tekabül eden 2011’de El Kaide lideri Bin Ladin’in öldürülmesini müteakip ABD ve NATO güçlerinin ülkedeki varlığı daha fazla sorgulanır hale gelmiştir. Bu bağlamda 2009’da ABD Başkanı seçilen Obama ilk etapta ilave birlik gönderirken, 2011 sonrasında ABD halkının Afganistan Savaşı’na verdiği desteğin ciddi biçimde azalmasıyla birlik sayısını düşüreceğini beyan etmiş, 2014 Mayıs’ında ise 2016 sonuna kadar ABD’nin Afganistan’dan geri çekileceğini duyurmuştur. Obama’nın çekilme tarihi gerçekleşmediği gibi aksine 2017’de makama gelen halefi Donald Trump, bu savaşın uzayacağının sinyallerini vermiş; Obama’dan farklı olarak Trump, çekilme için herhangi bir takvim vermeyeceğini, sahadaki şartlar ve gelişmeler doğrultusunda kararını açıklayacağını vurgulamıştır. Örneğin 2017 Nisan’ında ABD ordusunun envanterindeki nükleer-olmayan en güçlü konvansiyonel bomba, namı diğer "tüm bombaların anası" (MOAB) GBU-43’ü kullanma kararı alınmış ve Afganistan’daki IŞİD hedefleri vurulmuştur. Keza Taliban’ın 2018’de yoğunlaşan terör eylemlerine ABD’den sert ve geniş kapsamlı mukabele gelmiş; Taliban’ın finansman kaynağı olan uyuşturucu tarlalarına hava saldırıları düzenlenmiş, Pakistan’ın taahhütlerine uymadığı gerekçesiyle yardımlar kesilmiş, Taliban’ın faal olduğu kırsal alana asker, araç ve teçhizat takviyesi yapılmıştır. Neticede Trump dönemi, ABD ile Taliban arasındaki görüşmelerin ete kemiğe büründüğü ve somut çıktısının 2020 Şubat sonunda ABD’nin Afganistan Özel Temsilcisi Zalmay Halilzad ile Taliban lideri Molla Abdulgani Birader arasında Doha Anlaşması’nın imzalandığı bir dönem olmuştur. 20 Ocak 2021 itibarıyla Trump’tan başkanlık makamını devralarak göreve gelen Joe Biden ise reaksiyoner bir kararla, ABD-Taliban arasındaki anlaşmada geçen 1 Mayıs tarihini beklemeyeceğini; 11 Eylül’e kadar ABD ve NATO birliklerinin Afganistan’dan tamamen çekileceğini duyurmuştur. Öyle ki Biden, bu kararı; Afganlıların kendi aralarındaki barış müzakerelerinde ilerleme kaydedilip edilmediğine yahut Taliban’ın Afgan ordusu, güvenlik güçleri ve sivil halka yönelik saldırılarını azaltıp azaltmadığına bakmaksızın uygulayacağını belirtmiştir.
- ABD ve NATO’nun Afganistan serüveninin sonu
Sahadaki gelişmeler, Biden’ın 11 Eylül takvimi bir tarafa ABD’nin apar topar Afganistan’ı terk etmesine yol açmış; ABD, haber dahi vermeden 5 Temmuz gecesi Bagram Üssü'nü boşaltmıştır. ABD istihbarat değerlendirmelerinde Kabil’in 6-12 ay içinde düşebileceği kaydedilirken; Taliban 15 Ağustos günü, beklenenden çok daha erken bir tarihte Kabil yönetimini ele geçirerek zaferini ilan etmiştir. Ertesi gün ulusa sesleniş konuşması yapan Biden; ABD’nin Afganistan’daki terörizmle mücadele misyonunu tamamladığını, askeri müdahaleyi sonlandırmanın doğru bir karar olduğunu, çekilme sürecinde yaşanan "karmaşanın" ise Taliban karşısında başarısızlık sergileyen, hatta kendilerinin dahi savaşmak istemediği Afgan güvenlik güçlerinden kaynaklandığı söylemiştir.
Nitekim ABD ve NATO ülkelerinin Afganistan’dan geri çekilme süreci ve özellikle Taliban’ın Kabil’i ele geçirmesini müteakip iki hafta içinde yaşanan tahliye sürecinde insanlık tarihinin en acı dramlarından birisine tanıklık edilmiştir. Taliban’dan kaçmak için uçakların kanatlarına tutunan, motorlarına saklanan insanların feci şekilde can verdiği; havaalanına akın eden kadın ve çocukların izdiham esnasında ezildiği; Kuzey ve Kuzeydoğudaki çatışmadan kaçan Türk, Özbek, Tacik ve Hazaraların Kabil’in yol kenarları ve parklarındaki yaşam mücadelesi; güvenlik güçlerinin çaresizliği ve dahası ülkeden kaçarken IŞİD’in düzenlediği saldırılarda ölen ve sakatlanan yüzlerce masum insan hafızalara kazınmıştır.
ABD ve NATO’nun 20 yıllık vaatleri ve faaliyetleri; Taliban, El Kaide, IŞİD ve benzeri terör örgütü unsurlarının temizlenmesi, demokrasi, hukuk, güvenlik sektörü reformu, öz-savunma imkan ve kabiliyeti, ulus-devlet inşası, altyapı yatırımları, ekonomik istikrar, toplumsal barışın tesisi ve en son aşamada "barışçıl iktidar devir teslimi" idi. Hakikatte yaşananlar ise ABD’nin yıllardır yatırım yaptığı Gani gibi isimlerin ülkeden kaçması, Taliban’ın terör örgütünden meşru aktöre dönüştürülmesi, Taliban’ın ikinci kez yönetimi ele geçirmesi ve eski usul Şeriat anlayışı ve baskıcı yönetim zihniyetini devreye sokması, El Kaide ve Hakkani Ağı’nın yeniden güçlenmesi, Taliban-IŞİD çatışması, Taliban-karşıtı Milli Direniş Cephesi’nin kurulması, Pakistan sınır hattında yaşanan çatışmalar ve Taliban-içi çatışma/ikiye bölünmesi oldu. Bunlara; cihatçı gruplar arasındaki çıkar savaşlarının giderek şiddetlenmesi, demografik değişim politikasının acımasızca devreye sokulması, etnik köken ve mezhep ayrımcılığının derinleşmesi, uyuşturucu ticaretinin artışı, ülke içinde yerinden edilmiş kişi ve mülteci sayısındaki artış ve kıtlık kaynaklı ölümler de eklenmeli.
- Taliban’ın meydan okumaları
İkinci Taliban Dönemi’nin ilk meydan okuması, halihazırda ülkede yaşanan insani kriz halidir. Afganistan’daki "ilk ve tek nüfus sayımı", Sovyet işgalinden hemen önce yapılmıştır; bu sayımın doğruluğu ve güvenilirliği dahi ölçümlemedeki kesinlik ve hassasiyet yoksunluğu nedeniyle şaibelidir. 2020-2021 nüfusuna dair tahminler 32-39 milyon arasında olup; mevcut durumda 23 milyondan fazla insan açlık sınırındadır. 2022’de son 20 yılda çatışmalar nedeniyle yaşamını yitirenden daha fazla kişinin kıtlıktan ölebileceği; özellikle 5 yaş altındaki 1 milyon çocuğun açlıktan ölme riski bulunduğu belirtilmektedir.
Afganistan; iklim değişikliğinin tetiklediği kuraklık, yeterli temiz su kaynağının bulunmaması, tarım ve hayvancılığın gelişmemesi, sınırlı gelir kaynakları, uyuşturucu ve insan kaçakçılığına dayalı yasa dışı ekonomisi ve yoksulluğun hakim olması nedeniyle ‘tamamen dış yardım bağımlısı’ bir ülkedir. Ancak Taliban’ın yönetime gelmesiyle Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve ABD Merkez Bankası, Afganistan’ın uluslararası fonlara erişimini kesmiş, Afgan hükümetinin ABD bankalarındaki rezervleri dondurulmuştur. İnsani krizden kaynaklı "kitlesel göç dalgası" ihtimali, komşu/bölge ülkelerin risk okumaları açısından kaygı verici olduğu ölçüde; uluslararası toplumun, kıyıya vuran Aylan bebek gibi çoraplarını çocuklarına eldiven yapıp ayağında poşetlerle donarak ölen Afgan anne veya para karşılığında küçücük çocukların "gelin" olarak satıldığı utanç verici insanlık dramlarına tanıklık edeceğinin göstergesidir. Öte yandan, Taliban’ın uluslararası gıda yardımlarını örgüt içinde ve Peştunlar arasında paylaştığı ve diğer etnisitelere bilhassa yardımı engellediği kaydedilmekte; bu iddia ve ihtimal, Afganistan’a yapılan yardımların "ulaştırılması", "paylaşılması" ve "denetimi" sorunlarına işaret etmektedir.
Taliban’ın ikinci meydan okuması, ülkeyi ele geçirdiği ilk günlerde en önemli iddialarından birisi olan güvenliğin sağlanmasıdır. Kabil yönetimine el koymasının üzerinden aylar geçmesine karşın halen ülkede güvenlik boşluğu vardır; bunun en somut tezahürü yeniden toparlanan IŞİD’in saldırılarına devam etmesidir. Keza Milli Direniş Cephesi/MDC arzu edilen direnişi ilk safhada gerçekleştirememiş olsa da Penşir’in teslim olmaması muhtemel bir ayaklanma için az da olsa bir umuttur. Örneğin 2021 Aralık’ın sonunda Penşir’de genç yaşta bir sivilin Taliban mensupları tarafından öldürülmesiyle başlayan Taliban karşıtı protestolar, iki gün boyunca devam etmiştir. Yine 2021 Aralık’ında MDC’den yapılan açıklamalara göre, 1 haftada 100’den fazla Taliban üyesi etkisiz hale getirilmiştir.
Taliban’ın üçüncü meydan okuması, bölgesel ve küresel sisteme entegrasyonudur. Taliban hükümeti resmen tanınmasa da birçok ülke Taliban’ı muhatap alıp resmi görüşmelerde bulunmaktadır. İkinci döneminde Taliban, 1996’daki iktidarından farklı olarak, daha fazla ülkeyle daha kısa sürede diyalog tesis etmiştir. Ancak Taliban, kendine has Şeriat yorumunu tatbikte ısrarcı ve inatçı davranır; muhalifleri tespit, toplama ve öldürme faaliyetlerine devam eder; IŞİD ve uyuşturucuyu bir koz olarak kullanır; zorla göç ettirir ve demografik değişim politikasında ısrarcı tutum sergilerse, uluslararası sisteme angaje olması zordur. Aksi takdirde Taliban "sınırlı iş birlikleri" ile yetinmek zorunda kalacaktır. Oysa Taliban’ın meşruiyet kazanıp iş birliği yelpazesini genişletmesi için "uzlaşmaya yanaşmasını" elzem kılan dört ivedi husus vardır. Birincisi; ülkedeki ekonomik kriz nedeniyle ivedi şekilde uluslararası yardımlara ve dondurulan rezervlerin serbestisine ihtiyaç vardır. Zira insanların temel gıda ihtiyaçlarını karşılayabilmesi ve sağlık hizmetlerinin devam edebilmesi için ekonomik yaptırımların kaldırılması zaruridir. İkincisi; "vekalet savaşları" hesaba katıldığında, Taliban’ın IŞİD ve diğer isyancı gruplarla mücadelesinde destek olmaksızın başarı sağlaması mümkün gözükmemektedir. Üçüncüsü; Afganistan’da iç savaş çıkma olasılığıdır. Taliban’ın uluslararası tanınırlığı ve Afgan halkı nezdinde "nispeten" kabul edilebilir bir aktöre dönüşmesi; MDC başta olmak üzere diğer aktörlerin sav ve eylemleri karşısındaki pozisyonu açısından belirleyicidir. Dördüncüsü; bölgesel ve küresel aktörlerin tutumları ve konjonktürel gelişmelere adaptasyon meselesidir. Bunun en bariz örneği Kazakistan’da cereyan eden gelişmelerdir. Yine Rusya’nın yakın zaman önce yayınladığı bildiride Rusya sınırlarında faaliyet göstermesi yasaklanan ve terör örgütü ilan edilen 23 örgütün arasında Taliban ve IŞİD’in yer alması manidardır. Ayrıca Rusya’nın Afganistan nüfus sayımı yapılması ve buna göre kapsayıcı bir hükümet kurulması gerektiği söylemi doğrudan Taciklere verilen bir mesaj niteliğindedir. Keza İran’ın, sadece Taliban’ın sözde Dışişleri Bakanı Muttaki değil; aynı zamanda eski Herat Komutanı Tacik Emir İsmail Han ve ayrıca Ahmet Mesut ile görüşmeler gerçekleştirdiği göz ardı edilmemelidir. Hatta görünen o dur ki Fransa ve Rusya Taciklere, İran hem Hazara hem Taciklere; ABD, Pakistan ve birçok Avrupa devleti Peştunlara sahip çıkarken; ne yazık ki Türk soylulara kol kanat geren bir Türk dünyasından bahsetmek mümkün değildir.
***
[Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Merve Seren savunma, güvenlik ve istihbarat alanında çalışmalarını sürdürmektedir]
Anadolu Ajansı ve İHA tarafından yayınlanan yurt haberleri Mynet.com editörlerinin hiçbir müdahalesi olmadan, sözkonusu ajansların yayınladığı şekliyle mynet sayfalarında yer almaktadır. Yazım hatası, hatalı bilgi ve örtülü reklam yer alan haberlerin hukuki muhatabı, haberi servis eden ajanslardır. Haberle ilgili şikayetleriniz için bize ulaşabilirsiniz