RAHİMULLAH FARZEM- ABD Başkanı Donald Trump 2017 Ağustosunda açıkladığı “Yeni Güney Asya Stratejisi” kapsamında, ülkesinin Afganistan stratejisinin Taliban’la savaşa devam etmek olduğunu söylemişti. Fakat aradan geçen zaman ve özellikle Trump’ın agresif stratejisine Taliban’ın saldırılarını artırarak yanıt vermesi, ABD yönetimini mevcut stratejisini gözden geçirmeye itti. NATO’nun da desteğiyle ABD’nin 2001’den bu yana yürüttüğü savaşta Taliban’a karşı “zafer ışığını” hâlâ görememesi, savaşın özellikle ABD açısından stratejik bir çıkmaza girdiğini gösterdi. Buna hem Cumhuriyetçi hem de Demokrat senatörlerce sık sık eleştiri konusu yapılan Afganistan savaşının Amerikan halkına yüklediği yıllık yaklaşık 47 milyar dolarlık mali külfet de eklenince, Washington yönetimi savaşı bitirmek için cesur bir adım atmaya karar verdi.
Trump yönetimi daha önce açıkladığı, silah zoruyla siyasi anlaşmaya zorlama şeklindeki stratejisinde önemli bir değişiklik yaparak Taliban’la doğrudan görüşme kararı aldı. Bu strateji doğrultusunda, ABD dışişleri bakanlığının Güney ve Orta Asya’dan sorumlu müsteşar yardımcısı Büyükelçi Alice Wells’in başkanlığındaki Amerikan heyeti, 23 Temmuz 2018’de Katar’ın başkenti Doha’da Taliban temsilcileriyle gizli bir görüşme gerçekleştirdi. Afgan hükümetinden herhangi bir yetkilinin yer almadığı bu görüşme, ABD ile Taliban arasındaki ilk doğrudan temas olarak kayıtlara geçti. Amerikanlıların Taliban’la resmi görüşmelere başlaması bazı tepkilere yol açtığı gibi, görüşmenin diğer tarafı olan Taliban da yıllardır barış görüşmelerinin ön koşulu olarak ileri sürdüğü “yabancı güçlerin ülkeyi terk etmesi” talebinden vazgeçerek ideolojisi ve tabanı açısından önemli bir risk almış oldu. Çünkü Taliban’ın kuruluş felsefesine göre Darü’l-İslam’da yabancı askerlerin bulunması kabul edilemez ve bu savaş nedendir. Görüşmeye katılan Taliban temsilcilerinden biri Guardian’a verdiği demeçte, görüşmelerin “çok olumlu geçtiğini” ifade etti. Pek çok uzman tarafından “Afganistan’da barışın gelmesi yönünde atılmış en kararlı adım” olarak değerlendirilen bu görüşme, halkta büyük heyecana neden olan, Kurban Bayramı tatilinde Kabil yönetimi ile Taliban arasında ilan edilen üç günlük ateşkesten sonra, barış yönünde atılmış ikinci en somut adım oldu. Üç günlük bayramı tatili boyunca binlerce Taliban savaşçısı şehir merkezlerine inerek halk ve güvenlik güçleriyle birlikte mutluluk pozları vermişti.
Görüşmeyle ilgili ABD basınına yansıyan bilgilere göre, Taliban ABD’nin barış için ön koşul olarak dayattığı “ABD’nin Afganistan’daki varlığını hedef alınmaması, El-Kaide, DAEŞ gibi cihatçı örgütlerle ilişkinin kesilmesi, hatta onlarla mücadele edilmesi” gibi temel şartları kabul etmiş görünüyor. Hatta Amerikalıların ifadelerine göre, Taliban Afganistan’da ABD’nin askeri varlığına bazı şartlar dahilinde göz yumacak. Taliban’ın barış için öne sürdüğü şartlar konusunda ise henüz net bilgi yok. Sadece ülkede siyasi sürece dahil olup anayasa değişikliği sürecine katkı sağlamak istediklerine dair ifadeler var. Elbette Taliban’ın ön şartlardan biri de Amerikan birliklerinin kendilerine saldırmaması. Buna ek olarak, Taliban liderlerinin Washington tarafından uygulanan kuşatmayı aşmanın getireceği rahatlığın ve bir küresel güç tarafından muhatap alınmanın örgütün meşru bir aktör olarak tanınmasına sağlayacağı katkının farkında oldukları da söylenmeli.
- Afganistan’da savaş “çıkmaza girdi”
Yeni Afganistan stratejisinin Taliban’ın ilerleyişine engel olamayışı ve bölgesel rekabetin kızışması, ABD yönetimini Afganistan stratejisinde radikal bir değişiklik yaparak Taliban’la masaya oturmaya zorladı. ABD’nin 2001’den bu yana yürüttüğü savaştan Taliban güçlenerek çıktı. ABD ve NATO’nun desteğini alan Afgan güvenlik güçleri savaşta ağır kayıplar verirken Taliban Afganistan’da alan kazanmaya devam ediyor. Örgüt bugün Afganistan’ın yaklaşık yüzde 20’sini kontrol ediyor ve ülkenin yüzde 30’dan fazlasında da istikrarsızlık hâkim. Kabil yönetimi ülkenin yüzde 50’sinde ancak kontrol sağlayabiliyor.
17. yılına girdiğimiz bugünlerde ABD’nin Afganistan savaşı her iki taraf açısından da büyük bir çıkmaza girmiş durumda. Taliban’ın art arda gerçekleştirdiği saldırılar karşısında Afgan güvenlik güçleri ağır zayiatlar veriyor. New York Times’ta yayınlanan bir rapora göre, ABD’li komutanların Afganistan Savunma Bakanlığı görevlilerine “can kaybı ve maliyeti azaltmak için kırsal bölgelerden çekilmelerini, kırsal alanlardan ziyade büyük şehirler ve stratejik noktaları kontrol etmeye yoğunlaşmalarını” tavsiye ettikleri söyleniyor. 1980’lerin sonunda da benzer bir durum söz konusuydu: Sovyetler ülkeyi stratejik olan ve stratejik olmayan bölgeler olarak ikiye bölmüş ve stratejik olmayan bölgeleri muhaliflerin kontrolüne bırakmıştı.
- Tarih tekerrür mü ediyor?
ABD’nin müzakere yoluyla Afganistan’da savaşı bitirme kararı aldığı bir ortamda Rusya da Taliban’ı Moskova’ya davet etti. Rusların bu adımı, peşinden eleştirileri de beraberinde getirdi. Rusya ABD’nin, Amerikan tarihinin en uzun savaşını bitirmek istediği bir ortamda, paralel bir süreç yaratarak barış görüşmelerini baltalamakla suçlanıyor. Bir Taliban liderinin “Rus diplomatların ABD’nin 2020’de Afganistan’dan çekileceği” istihbaratını kendileriyle paylaştığı yönündeki açıklamaları basına yansımıştı. Buna göre Moskova, zaten çekilmeye hazırlanan Washington yönetimiyle barış görüşmesi yapmaya gerek olmadığı mesajını vererek Taliban’ın barış görüşmelerinden alı koymak istemiş. Rusya’nın amacının, milyarlarca dolara ve binlerce Amerikalının canına mal olan savaşın biraz daha uzamasını sağlayarak ABD’yi daha fazla yıpratmak olduğu söyleniyor.
Rusya’nın bu tavrı akıllara, dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan’ın Afganistan’da Sovyetlere karşı mücadele eden mücahitleri 1986’da Beyaz Saray’a davet etmesini getiriyor. Bilindiği üzere, 1984-85 yıllarına gelindiğinde Afganistan savaşı Sovyetler açısından büyük bir çıkmaza girmişti. Sovyetlerin desteğini alan merkezi hükümet, tıpkı bugün olduğu gibi, büyük şehirler, otoyollar ve gümrük kapıları benzeri stratejik yerleri kontrol edebiliyordu. Kırsal bölgeler, hatta yer yer bazı şehir merkezleri bile mücahitlerin kontrolüne bırakılmıştı. Merkezi hükümet ülkenin tamamında kontrolü sağlayamazken mücahitler de kırsal bölgeler dışında ilerleyemiyordu. Bugün olduğu gibi, savaş iki taraf açısından da çıkmaza girmişti. Tam bu noktada, ABD başkanı Ronald Reagan mücahitleri Beyaz Saray’a davet ederek onlarla bir toplantı gerçekleştirmişti. Aralarında Sıbgatullah Müceddedi ve Burhaneddin Rabbani gibi üst düzey mücahitlerin de bulunduğu bu görüşme, Afganistan’da savaşın mücahitler lehine evrilmesinde bir dönüm noktası olarak anılır. Çünkü bu görüşmeden sonra Reagan yönetimi, savaşın seyrini değiştiren meşhur Stinger füzelerini mücahitlere vermeye başlamıştı. Stinger’ların mücahitlere teslim edilmesiyle art arda düşürülen Sovyet hava araçları, Moskova için savaşı katlanılmaz hale getirmişti. Bu sürecin sonunda, Sovyetler Birliği herhangi bir imtiyaz istemeden 1988 Cenevre Anlaşmasıyla Afganistan’dan çıkmayı kabul etmek zorunda kalmıştı.
Bugün Rusya’nın Taliban’a savaşın seyrini etkileyecek Stinger düzeyinde gelişmiş silahlar verip vermediği henüz bilinmiyor; fakat Afgan ve ABD’li yetkililer uzun zamandır Rusya’nın İran’la birlikte Taliban’a para ve silah aktardığını iddia ediyor. Geçtiğimiz Temmuz ayında CNN’de yayınlanan bir raporda Rusya’nın Taliban’a silah verdiği iddia edildi. Times of London’da Taliban kaynaklarına dayandırılarak yayımlanan başka bir raporda, Rusya’nın Taliban’a mali destek sağladığı iddiası ortaya atıldı. Rusya tüm bu iddiaları reddediyor; fakat Taliban’la olan ilişkisini de gizleme gereği görmüyor. Moskova Taliban’la ilişkisini “DAEŞ ile mücadele” gerekçesine dayandırıyor.
- Bölgesel rekabetin kızışması
11 Eylül saldırısından sonra Afganistan meselesinde uluslararası kamuoyuna hâkim olan konsensüs bugün mevcut değil. ABD’nin yaptığı müdahale, Afganistan’da istikrarsızlığı sona erdireceği umuduyla desteklenmişti. Fakat istikrarsızlık sona ermediği gibi, terörle ve yolsuzlukla mücadelede ve ülkenin kalkınmasında istenen başarının sağlanamaması, koalisyonun başarısına olan inancı da azaltmış durumda. Öte yandan değişen uluslararası konjonktür, güvenlik algılamalarında da değişimi beraberinde getirdi ve bölge ülkelerinin dış politikasını yeniden kurgulamalarına sebep oldu.
Rusya, Çin, İran ve Pakistan bölgede artan bir etkiye sahip. Bu ülkeler Taliban’la ilişkilerini açıkça dile getiriyorlar. Rusya’nın Batı ile rekabetinde jeopolitik ilerleme sağlamak açısından Afganistan ideal fırsatlar sunuyor. Aralık 2016'da Rusya Afganistan, Pakistan ve Çin’in katıldığı bir görüşmeye ev sahipliği yaptı. Şubat ve Nisan 2017’de müzakereler Hindistan, İran, Orta Asya ülkeleri ve Kabil yönetimini kapsayacak şekilde genişletildi. Rusya Şangay İşbirliği Örgütü’nün “Afganistan ile Temas Grubu”nu yeniden canlandırdı ve Ekim 2017’de Moskova’da örgüt üyesi ülkelerin yetkilileriyle bir toplantı düzenledi.
Moskova Afganistan’ı ABD’nin bölgesel stratejisinde zayıf bir nokta olarak görüyor. Zira içinden geçtiğimiz süreçte, Amerikan kuvvetleri, her geçen gün güçlenen bir isyancı gruba karşı zayıflayan bir merkezi hükümeti destekliyor. Bu sebeple Rusya, Taliban’ı Afganistan’da ABD’ye baskı yapacak bir araç olarak görüyor. Diğer taraftan, 11 Eylül saldırılarında Taliban’ı devirmek için işbirliği yapan İran ile ABD’nin arası bugünlerde epey bozuk. 2002’de Bush yönetiminin İran ve Irak’ı “şer ülkeler ekseninde” saymasından sonra, İran Taliban’ı kullanarak ABD’ye Afganistan’da darbe vurma peşine düşmüştü. Özellikle Trump yönetiminin iktidara gelmesiyle gerginleşen ABD-İran ilişkileri, ABD yönetiminin nükleer anlaşmadan çekilmesiyle daha da hassas bir hal aldı. Öyle ki sırf ABD’yi Afganistan’da zor durumda bırakmak için İran, derin ideolojik farklılıkları olmasına rağmen, Taliban gibi örgütlerle pragmatist bir işbirliğine girişmiş durumda. Bu kapsamda Suriye ve Irak gibi ülkelerde Şii milisleri destekleyen İran, silah, eğitim, barınak ve sağlık hizmetleri gibi konularda Taliban’a destek sağlamaktan çekinmiyor.
Sonuç olarak, Rusya ve İran’ın Taliban’la yakınlaşmaları, ABD’yi bu ülkede yıpratma stratejisine dayanıyor. Çünkü ABD’nin Afganistan’daki daimi varlığı, Orta Asya jeopolitiğinde, Rusya’nın ulusal çıkarları açısından büyük bir tehdit olarak görülüyor. Tahran yönetimi de gerek bölgesel gerekse küresel politikalarda, Taliban’ı ABD’ye karşı baskı unsuru olarak kullanmak istiyor.
[İran ve Ortadoğu’da devlet dışı aktörler üzerine çalışmalarını sürdüren Rahimullah Farzam İRAM Dış Politika Koordinatörlüğü’nde görev yapmaktadır]