HABER

ANALİZ - Avrupa Birliği'nin Libya çıkmazı

Libya, Akdeniz üzerinden Avrupa kıyılarına ulaşmak amacını taşıyan yüz binlerce mültecinin yola başladıkları yer. Yakın dönemdeki raporlar yaklaşık 700 bin civarında göçmenin Libya’da bulunduğunu ve 6.000 civarı göçmenin sığınmacı kamplarında olduğunu gösteriyor - AB, halkta oluşturabilecek tepki ve popülizm korkusuyla, Afrika’dan gelecek mültecilerle Mayıs ayında yapılacak seçimlere kadar uğraşmak istemiyor - AB açısından Libya'daki güç boşluğu hem stratejik hamlelerle pozisyon alınacak bir satranç oynamayı gerektiriyor hem de mültecilerle ilgili politikaların yeniden şekillendirilmesine yol açıyor

M. NAİL ALKAN - Libya’da 2011 senesinde Kaddafi’nin öldürülmesi ile ortaya çıkan güç boşluğu, çeşitli unsurlarca doldurulmaya çalışılmıştır. Günümüzde de facto olarak birden fazla yönetimi elinde tutmak isteyen grubun çatışmasına sahne olan Libya’da, Birleşmiş Milletler’in (BM) tanıdığı Ulusal Mutabakat Hükümeti halen saldırılarla karşılaşıyor. Avrupa Birliği (AB) açısından da bu güç boşluğu hem stratejik hamlelerle pozisyon alınacak bir satranç oynamayı gerektiriyor hem de bu güç boşluğu sebebiyle Avrupa topraklarına sığınmak isteyen mültecilerle ilgili politikaların yeniden şekillendirilmesine yol açıyor.

- General Hafter’in harekat kararı

4 Nisan 2019 günü, Libya’nın doğusunda hakimiyet kurmuş olan, General Halife Hafter’in emrindeki, kendini “Libya Ulusal Ordusu” olarak adlandıran silahlı gruplar, ülkenin BM tarafından tanınmış hükümetinin bulunduğu Trablus şehrine saldırılar başlattı. Askeri harekat çağrısı, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in bölgede olduğu ve BM’nin, Libya’daki sorunlu durumun çözümüne yönelik yapacağı Libya Ulusal Konferansı’nın sadece on gün öncesinde yapılmıştı. Ülkedeki fiili ikiliğin sonlandırılması ve hukuken olduğu gibi fiilen de tek yönetimin kurulması adına işleyecek siyasi süreç bu harekatla baltalandı ve 14-16 Nisan arasında düzenlenmesi planlanan barış konferansı, BM Libya Özel Temsilcisi Gassan Selame’nin açıklamasına göre, “havadan saldırılar devam ettiği sürece tarafların konferansa katılmaları talep edilemeyeceği” gerekçesiyle iptal edildi. Mevcut çatışma hali, fiili ikiliğin devamı ile birlikte düşünüldüğünde, bölgedeki çok taraflı ve çok sorunlu ilişkilerin de bir kez daha sorgulanmasını beraberinde getirdi.

- Kaddafi sonrası Libya

Libya 2011 senesinde başlayan halk ayaklanmaları sonrasında, önce iç savaşla, daha sonra ise dış müdahaleyle karşılaştı; BM, akabinde de NATO, ülkeye müdahale ettiler. 1969 senesinde darbe ile iktidara gelen Muammer Kaddafi’nin muhalifler tarafından öldürülmesi ve 42 sene süren iktidarının son bulması, Libya’da bir dönemin sonu oldu. Ancak, yeni dönem de, beklendiğinin aksine, Libya’daki savaş ortamının sonunu getiremedi. On sekiz ay süren geçiş hükümeti sona erdikten sonra gerçekleşen seçimler tartışmalara sebep oldu ve General Hafter’in ordusunun desteğini arkasına alan Temsilciler Meclisi, ülkenin doğusundaki Tobruk kentine çekildi. 17 Aralık 2015 tarihinde, BM kolaylaştırıcılığında yürütülen siyasi diyalog süreci neticesinde Libya Siyasi Antlaşması imzalandı ve bu anlaşma uyarınca Trablus merkezli olarak kurulan Ulusal Mutabakat Hükümeti ülkenin tek meşru hükümeti ve Fayiz Mustafa es-Serrac da Başkanlık Konseyi başkanı olarak tanınmaktar. Trablus’ta iki yönetimin üstüne Tobruk’takinin eklenmesiyle üç başlı bir hal alan Libya’nın siyaset sahnesinde, dış devletlerin destekledikleri aktörler de bu ülkelerin çıkarları doğrultusunda şekil almaya başladılar.

- Çok taraflı ilişkiler

Libya dünya petrol rezervleri bakımından, kanıtlanmış 48 milyar varillik rezerviyle Afrika’nın birinci, dünyanın ise dokuzuncu ülkesi konumunda ve günlük ihracatı 2018 yılı sonunda bir milyon varili bulmaktaydı. Trablus’a saldırıların arkasında yatan sebeplerden biri de bu petrol rezervlerini ele geçirme çabası; zira General Hafter halihazırda ülkenin “Petrol Hilali” olarak adlandırılan önemli bölgelerini ele geçirmiş olmasına karşın önemli bir rafineriye ev sahipliği yapan ve petrol ihracatının merkezi olarak anılan Ez-Zaviye kentini ele geçiremedi.

İkili yönetim her ne kadar Merkez Bankası ve Ulusal Petrol Kurumu gibi kurumların kopyalarının türetilmesini sağlamış olsa da Trablus merkezli yasal kurumlar halen Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin elinde ve uluslararası ticarette merkezi hükümetin elini kuvvetlendiriyor. Bu nedenle yapılacak barış görüşmeleri öncesinde özellikle Trablus’un hedef alınması stratejik bir hamle.

General Hafter birçok savaş lordu gibi bölgede etkinlik göstermek isteyen, özellikle petrol zengini bir ülkenin geleceğinin tayininde rol alma planı olan birçok ülkenin görünen yüzü. Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Ürdün tarafından açıkça desteklenen General Hafter’in Avrupa’da da destekçilerinin olduğu, özellikle İtalya ile bölgedeki etkinlik yarışında geride kalmak itemeyen Fransa’nın, askeri eğitim de dahil olmak üzere, General Hafter’e destek verdiği iddia ediliyor. Fransız enerji şirketi TOTAL ile İtalyan enerji şirketi ENI’nin Kaddafi sonrası dönemde bölgedeki pazar payı savaşları, her iki devletin çatışmada farklı tarafları desteklemesinin önemli sebeplerinden.

Kral İdris’in devrilmesindeki yardımları sebebiyle, Kaddafi’nin 1969 sonrasında gözde subayları arasında yer alan Hafter, daha sonra, 1986 Çad savaşlarında yenilgiye uğraması ve askerlerinin esir düşmesi sebebiyle gözden düşmüştü. 1990’dan sonra sürgünde olduğu ABD’de CIA ile yakın temasta olan Hafter’in bugün CIA ile bir ilgisi bulunmadığı iddia edilse de kendisine destek olan diğer devletlerin siyasi olduğu kadar stratejik gerekçelerle de bu desteği sürdürdükleri açık. Bu açılardan bakıldığında Trablus’a düzenlenen harekat, çok taraflı bir satranç oyunundaki hamlelerden birini teşkil ediyor.

- AB’nin Libya çıkmazı ve mülteciler sorunu

Libya’da oynanan bu satranç esnasında birçok sorun açığa çıkıyor. Bu coğrafyalarda ikili hükümetlerin ve iç savaşların ortaya çıkması gibi durumlar, bölgedeki güven ortamının bozulmasına sebebiyet veriyor. Bu sorunların ortaya çıkmasında rolü olanlar ise çözüm sürecinde rol oynamaktan imtina etmekteler.

Libya, Akdeniz üzerinden Avrupa kıyılarına ulaşmak amacını taşıyan yüz binlerce mültecinin yola başladıkları yer. Bu yolculuk, deniz üzerinde çok zorlu koşullarda gerçekleştirilmeye çalışılırken çok sayıda mültecinin, daha karaya ulaşamadan hayatlarını yitirmeleriyle son bulmakta. İtalya yakınlarındaki Lampedusa adasında 2013 senesinde yaşanan ve 350’nin üzerinde kişinin hayatını yitirdiği talihsiz olaydan sonra AB, “Sofya Operasyonu” ile insan tacirlerine darbe vurmayı amaçlamıştı. İtalya da deniz üzerinde kurtarılan herkesi kabul edeceğini açıklamış, ancak bu tutum sorunlar çözüme ulaştırılamadığı ve mülteci rakamları arttığı için sürdürülememişti. İtalya önce mültecilerin tüm Avrupa’ya dağıtılması istemiş, bu istek başta Macaristan ve Polonya olmak üzere, bazı AB ülkelerince kabul görmeyince Libya üzerinden gelen bazı gemilere mültecileri İtalya topraklarına çıkarmasına izin verilmemişti. Yakın zamanda Alan Kurdi ismi verilen geminin Malta açıklarında tutulmasıyla da benzer bir durum yaşandı. En sonunda, bir Alman gemisi tarafından kurtarılmış bir mültecinin İtalya’da doğmuş Sofya isimli kızından esinlenilerek isimlendirilen Sofya Operasyonu’nda kontrollerin gemiler olmadan sadece havadan gözlem ile sürdürülmesi kararı alındı. Böylece Sofya Operasyonu bir kurtarma operasyonu olma vasfını yitirirken, sadece güvenlik ve koruma amaçlı bir kimliğe büründü. İtalya tarafından yürütülen deniz kurtarma operasyonları ise Libya Sahil Güvenliğine bırakıldı. İtalya, Berlusconi ile Kaddafi arasında 2008 senesinde imzalanan bir anlaşma uyarınca bir dönem denizde yakaladığı mültecileri Libya’ya geri gönderiyordu. Ancak, bu anlaşma Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından 23 Şubat 2012 tarihinde bozuldu. Berlusconi Avrupa’dan destek göremediği durumlarda farklı hukuki boşlukları değerlendirmekten geri durmamış ve 2011 senesinde 25 bin Kuzey Afrikalı mülteciye Schengen vizesi vererek sorunu ülkesi yerine Avrupa’nın bir meselesi haline getirmekten çekinmemişti.

Yakın dönemdeki raporlar yaklaşık 700 bin civarında göçmenin Libya’da bulunduğunu ve 6.000 civarı göçmenin sığınmacı kamplarında olduğunu gösteriyor. Yine sivil toplum kuruluşları ve uluslararası örgütlerce, buradaki iç savaş ve ikili durum nedeniyle kamplarda tecavüzlerin, işkencenin ve insan onuruna aykırı davranışların yaşandığı raporlanıyor. Yine aynı raporlar kamplardaki yaşam koşullarının AB standardına uygun olmadığını ortaya koyuyor. İtalya, Malta gibi ülkelerin Libyalı mültecileri geri göndermesi, bu kişilerin de aynı kaderi yaşamasına sebebiyet verecektir. Libya Sahil Güvenlik ekiplerinin ve sığınmacı kamplarının AB fonları ile desteklenmesi de, ortaya çıkan durumda itibarıyla, “Avrupa fonlarıyla sığınmacı kampı görüntüsünde açık hapishaneler mi kuruluyor” sorusunu akla getiriyor. AB tüm bu sorunları inkar etmemekte, ancak çözümün yerinde bir parçası olmaktan ziyade bu görevi sorunlu Libya hükümetine bırakmakta. Bugüne kadar 150 milyon Avronun üzerinde yardımda bulunulan Libya hükümeti ise ülkenin içinde bulunduğu durumda sığınmacıların sorunlarına deva olmaktan uzak.

Türkiye’deki kampların denetimleri ile Libya’daki kampların denetimleri mukayese edildiğinde ortaya çıkan çifte standart ise hayli düşündürücü. AB, halkta oluşturabilecek tepki ve popülizm korkusuyla, Afrika’dan gelecek mültecilerle Mayıs ayında yapılacak seçimlere kadar uğraşmak istemiyor. AB medyası Libya’nın güvenli bir yer olmadığını sürekli manşetlere taşıyor, buna karşılık siyasetçiler tarafından bu durum göz ardı edilerek mültecilerin kaderi Libya’daki insan tacirlerinin ellerine terk ediliyor.

- Sonuç

Libya’daki siyasi belirsizliğin devam etmesinde iç cephe kadar, dış cephenin de etkisi olduğu görülüyor. Siyasi bir uzlaşı öncesinde tarafların çıkarlarını gözetmesi ve uzlaşının gereği olan belirli tavizleri vermek istememeleri bugünkü durumu doğurmuş ve en az 47 kişinin hayatını kaybettiği ve binlerce kişinin yerlerinden edildiği son harekatın yaşanması da bu nedenle engellenememiştir. Avrupa’daki seçmenlerin rahatsız olmaması düşünülerek hiçe sayılan Afrikalı mültecilerin durumu ise ancak daha sağlıklı politikalar izlendiğinde düzelebilecektir.

[Hacı Bayram Veli Üniversitesi öğretim üyesi olan Prof. Dr. M. Nail Alkan AB alanındaki araştırmalarını Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi’nde (ANKASAM) sürdürmektedir]

En Çok Aranan Haberler