İSTANBUL (AA) - HASAN BASRİ YALÇIN - Suriye’de gündem baş döndürücü bir biçimde yeniden hareketlendi. Herkes ABD’nin Suriye politikasının ne olacağını ve ABD’nin PYD ile ne yapacağını konuşuyordu. ABD’nin İran’a karşı plan yapıp yapmadığını düşünüyordu. ABD’nin ticaret savaşlarıyla Çin’e yönelebilme ihtimali gündeme gelmişti. Trump birden bire yeni bir açıklama patlattı; Suriye’den çekilmek istediğini söyledi ve bunu arka arkaya tekrar etti. Sahadaki bürokratlar Trump’ın aleyhine açıklamalar yaptı; çekilme olmadığını ima ettiler.
Tüm dünya bu gelişmelere odaklanmış ve ABD’nin çekilme ihtimalini tartışırken, Esed rejimi sınır tanımazlığını tekrar gösterdi. Sivillere karşı acımasızlığını defalarca gördüğümüz rejim yine kimyasal silah kullandı. Bundan bir yıl önce, Trump hükümeti aynı sebeple rejim üslerini 59 Tomahawk füzesiyle vurmuştu. Dolayısıyla gözler Trump’a çevrildi. Trump da beklenen açıklamayı yaptı; gereğini yapacağını söyledi. Peki ama gereği neydi? ABD ne yapar? Nasıl yapar? Rusya’nın cevabı ne olur? Suriye savaşı yeni bir evreye girer mi? ABD gerçekten bir sonuç alabilir mi?
Trump ne yapabilir diye sorulduğunda ortaya çok geniş bir cevap yelpazesi çıkıyor. Hiçbir şey yapmamaktan tutun da kara birliği göndermeye kadar tonlarca alternatif var. Tabii bunların içinde daha rasyonel ve daha az rasyonel olanları bulunabilir. Dolayısıyla Amerikan hükümeti değerlendirme yaparken, sürekli rasyonel bir çizgiyi tutturmak isteyecektir.
Bu çizginin her zaman mükemmel bir seviyede tutturulamayacağı bilinir. Özellikle krizler esnasında hep en akılcı yöntemi tercih etmek için toplanmış olmalarına rağmen, karar vericiler çoğunlukla başka faktörlerin etkisinde kalarak pek de kendi çıkarlarına hizmet etmeyecek adımlar da atabilirler. Örneğin askerler bürokratik ön yargıları nedeniyle diğer tüm akılcı tedbirleri göz ardı ederek hep askeri tedbirleri ön çıkarırken, dışişleri bakanı daha diplomatik bir yöntemi savunabilir. Yine örneğin benzer tipte karar alıcılar grubu, birbirini aslında çok da kazançlı olmayan bir yola itebilir, birbirlerini hataya sürükleyebilir. Mesela Bush döneminde neo-con’ların birbirlerini aslında hiç de akılcı olmayan bir işgalin çok gerekli olduğuna inandırmaları gibi, çoğunlukla askerlerden oluşan Trump kabinesinin, aynı ön yargılarla birbirlerini şiddete itmeleri de mümkün.
Bu alternatif faktörlerin sayısı sonsuza kadar artırılabilir. Gençlik anılarından tutun da kişisel önyargılarına kadar her şey bu karara etki edebilir. Mesela Trump’ın kararına bu kez Obama’ya duyduğu düşmanlık bile neden olabilir. Trump konuyla ilgili “tweet”lerinde dahi Obama’yı suçladı. Obama ne yaptıysa aksini yapma eğilimi bile, karar alma sürecine tek başına etki edebilir.
- Cezalandırmak ama savaşmamak
Fakat normal şartlar altında Amerikan yönetiminin yüzleşmesi ve yanıt bulması gereken iki konu var: Birincisi bir kırmızı çizgiyi çiğnediği için Suriye’yi cezalandırmak gerekiyor. İkincisi bunu yaparken savaşa da girmemek gerekiyor. Dolayısıyla masaya gelen her türlü alternatif bu iki kritere dayanarak değerlendirilecek.
Mesela bir yetkili Suriye’nin kimyasal saldırıyı başlattığı üsleri vurmaya teklif edecektir. Ama bir başkası muhtemelen itiraz edecek ve bunun tatmin edici ve caydırıcı bir cezalandırma olmadığını iddia edecektir. Çünkü bir önceki olayda bu yöntem kullanılmıştı ve sonuç üretmediği bugün artık ortaya çıktı. Bu nedenle füze saldırısı fikri yetersiz bir önlem olarak görülecektir. Çünkü cezalandırma kriterini sağlamıyor.
O zaman daha sert bir tedbir düşünülecektir. Mesela birisi hava saldırıları yapmayı önerebilir. Belki daha da ileri gidip kısıtlı bir kara operasyonu bile teklif eden olabilir. Ancak bu da ikinci kritere takılacaktır. Zira böylesi bir eylem, Rusya’yla karşılaşmayı gerektirecektir. ABD ve özellikle Trump böylesi bir çatışmaya savrulmaktan sonuna kadar kaçmak ister. Bu da olmadı.
Böylesi sıkışıklık anında hemen sektörü değiştirmek isteyenler çıkacaktır. Mesela dışişleri bakanı diplomatik müzakere seçeneğini masaya atar. Ama bu fikir hemen reddedilecektir; çünkü bu yol zaten tüketildi. Rejimin ispatlanmış ilk kimyasal saldırısında bu yoldan gidilmişti ve Trump uluslararası kamuoyuna bunun kötü bir yöntem olduğunu söylemiş durumda.
Ama bir liberal muhtemelen kendini tutamayacak ve çok parlak olduğunu düşündüğü bir fikirle kendini ortaya atacaktır. Konuyu BM Güvenlik Konseyi’ne götürmeyi teklif edecektir. Ama bu tür kriz anlarında bu içi boş teklifler hızlıca kenara itilir. Aylaklık dönemlerinde olsa denemek isteyen ve hatta bu tür kurumlara inanan bile olabilir; ama iş ciddiye bindiğinde bu liberal hayaller kimse tarafından ciddiye alınmaz. Böyle bir teklif ancak meselenin üzerinin kapatılmak istenmesi durumunda değerlendirilir. Ama Trump kendisine bu yolu da kapadı.
Tartışma uzadıkça kafalar karışır. Kafalar karıştıkça sentezciler deliklerinden çıkar. Bunların genelde bir iddiaları ve pozisyonları yoktur. Genelde etrafı kolaçan edip kendi kişisel konumlarını önceleyen teklifleri geliştirmek için beklerler. İddia sahibi olanların hepsini özetleyerek bir arabulucu edasıyla sahne alırlar. “Vuralım ama çok vurmayalım. Cezalandıralım ama savaşa girmeyelim” şeklinde aslında yeni hiçbir tarafı olmayan derleme cümleler kurarlar. Mesela vuralım ama Rusya’yı değil, İran’ı vuralım diyen çıkabilir. Mesela “asker yığalım ve krizi tırmandırma işini adım adım ve ihtiyatlı biçimde yapalım” derler. Tabii unutmamak lazımdır ki hep sükûnet tavsiye ederler. Sükûnet tavsiye etmenin kendilerini akil gösterdiğini düşünürler. Bu durumdan özel haz alırlar. Karar alma mekanizmasının başındaki isim şayet zayıf karakterli bir liderse, o zaman tartışma genelde bir noktaya bağlanmaz ve bu karmaşa içinde savrulup gidildiğinde idare-i maslahat hali hâkim olabilir. Yani esasında son derece rasyonel olduğu düşünülen ve birbirini dışlayan iki alternatif tutum, günün sonunda son derece irrasyonel ve tutarsız bir sonuç üretir. Her ikisini birden yapma eğilimi ağırlık kazanır. Bu zaten baştan tutarsız bir pozisyon olduğu için, aslında sonuç üretmesi beklenmez. Sonuç olarak, karar alıcılar gündemin içinde savrulmaya başlar. Diğer taraftan lider güçlü bir kişilik de olabilir. O zaman böylesi savrulmalar olsa dahi liderin zaten hep bir tutumu olacaktır. O zaman da tüm tartışmalar bir kenara itilip liderin kişisel ön yargılarıyla bile karar alınabilir.
- Çevre şartlarının belirleyiciliği
Tabii bu hikâye hikayelerden sadece biri. Buna benzer daha bir sürü savrulma hikayesi bulanabilir. Kısaca söylemek gerekirse, Trump her ne derse desin, her ne kritere dayanırsa dayansın, atacağı adımı günün sonunda çevre koşulları belirleyecektir. Onu da kısaca söylemek gerekirse, ABD birini vuracaktır ama bu adres Rusya olmayacaktır. Çünkü birisi vurulabilir ama Rusya vurulamaz. Çünkü Rusya bir nükleer güçtür ve nükleer güçler birbirlerini değil vekillerini vururlar. Vekiller vuruldukça tüketme savaşı devam eder. Sonuç değil çözümsüzlük üretilir. Taraflar uzun soluklu bir mücadeleye usul usul ve istemeye istemeye savrulur.
İstedikleri şey kısa bir zamanda meseleyi çözmekken, ürettikleri şey uzun bir çözümsüzlük olur. Bu hikâyeyi Suriye’de zaten defalardır izlemedik mi? Ve benzeri diğer örneklerde de böyle olmadı mı? Bu tür vekalet savaşları birer tüketme alanına dönüşmedi mi? Vietnam, Afganistan ve diğerleri hep böylesi savrulmaların sonucu değil miydi? Hangi Amerikan başkanı Vietnam’da on yıllarca savaşmak istediği için savaştı? Hangi Sovyet yetkili Afgan savaşına Sovyetler Birliği’ni tüketmek için girdi? Hiçbiri. Aslında hepsi çok rasyonel hesaplar yaptılar. Fakat elde ettikleri sonuç hayal ettiklerinden çok farklıydı. Dolayısıyla ABD gereğini yapar mı diye soruluyorsa, evet ABD gerekli gördüğü bir şeyi yapacaktır ama bu hamle gerekli sonucu üretemeyecektir. Zira Suriye’deki yapısal şartlar, tek başına sonuç üretilemeyecek bir zemin oluşturmuş durumda.
Bu yüzden, artık Trump ne dedi, bakanları ne istedi diye sormayı terk etmek gerekiyor. Tüketme savaşının doğasına ve güç dengesine bakılmalı. Belki tüm ayrıntılar görülemez ama en azından ana gidişat doğru okunmuş olur.
[İstanbul Ticaret Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi olan Doç. Dr. Hasan Basri Yalçın aynı zamanda SETA Strateji Araştırmaları direktörüdür]