İSTANBUL (AA) -NECMETTİN ACAR- 2015 yılında babasının Suudi kralı olmasıyla ülke içindeki profili sürekli yükselen ve gelecekte Suudi kralı olmasına kesin gözüyle bakılan Veliaht Prens Muhammed bin Selman, sürekli olarak uluslararası gündemin ön sıralarında yer bulmayı başardı. Henüz 30’lu yaşlardayken tahta aday gösterilen genç prensin Arap Baharı sürecinde Suudi Arabistan’da ve Orta Doğu’da ortaya çıkan güvenlik sorunlarıyla baş etmek, Orta Doğu bölgesinde zayıflayan Suudi nüfuzunu kuvvetlendirmek, ülke nüfusunun üçte ikisini temsil eden genç Suudilere yeni bir heyecan aşılamak ve azalan petrol gelirleri sonucu ortaya çıkan ekonomik sorunlarla uğraşmak gibi çok önemli sorunları vardı.
Tüm bu alanlarda elde edeceği kazanımlarla ülkesinin hem İslam dünyasındaki hem de uluslararası arenadaki saygınlığını artıracak olan genç veliaht prens, böylece Suudi kamuoyunu ve uluslararası aktörleri de kendi liderliği konusunda ikna etmiş olacaktı. Fakat aradan geçen beş yıla ve Suudi politik sisteminde artan gücüne rağmen Muhammed bin Selman, tüm bu alanlarda kayda değer bir başarı elde edemediği gibi sıra dışı uygulamalarıyla hem kendi prestijine hem de ülkesinin uluslararası saygınlığına önemli oranda zarar verdi.
Muhammed bin Selman’ın, ülkesindeki muhalifleri susturmak ve Riyad yönetiminin desteklediği propaganda faaliyetlerini sürdürmek için 3 bin dolar maaşla sosyal medyada trol ordusu kurduğu ve Twitter’ın Suudi Arabistan merkezli 88 bin Twitter kullanıcısının hesabını "yanlış bilgi ve reklam içerikli e-mail yaydıkları" gerekçesiyle kapattığı bilinmekteydi. Son olarak Amazon'un kurucusu ve Washington Post'un sahibi Jeff Bezos'un telefonunun Suudi veliaht prensi tarafından hacklendiğine dair haberler, dikkatlerin yeniden Muhammed bin Selman üzerine odaklanmasına yol açtı.
- Maceracı prens
Muhammed bin Selman’ın bu süreçte yaşadığı olumsuzlukların en önemli sebebi, kendisini Suudi tahtına taşıması için kurduğu yanlış ittifaklar ile Suudi Arabistan ve Orta Doğu bölgesini yanlış bir istikamete doğru sürüklemek istemesidir. Öyle ki son beş yılda, veliaht prensin Suudi politik sisteminde artan gücüne paralel olarak, Suudi Arabistan’ın takip ettiği iddialı politikalar Orta Doğu bölgesi için büyük sıkıntılara yol açtı. Orta Doğu’da, insan hakları ve özgürlük taleplerine istinaden ortaya çıkan, devrimci dalgayı tersine çevirmek için İsrail ile yakınlaşma ve ABD güvenlik şemsiyesine yaslanma politikası Suudi Arabistan’ı bölgede yalnızlaştırırken Muhammed bin Selman’ın ülke içindeki ve İslam dünyasındaki prestijine önemli ölçüde zarar verdi.
Büyük oranda Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Prensi Muhammed bin Zayed ve Trump’ın damadı ve baş danışmanı Jared Kushner’in akıl hocalığında siyaset üreten Muhammed bin Selman, hem ülkesini hem de genel olarak Orta Doğu bölgesini sıkıntıya sokacak politikalar takip ediyor. Muhammed bin Selman’ın bu süreçte ilk ve en önemli hatası Suudi yönetim erki içindeki nüfuzunu kullanarak ülkeyi Yemen’e yönelik askeri bir müdahaleye zorlaması oldu. Öyle ki Suudi Arabistan, Yemen’e yönelik askeri müdahale kararı aldığında ülkenin en elit birliği olan Ulusal Muhafızların komutanı (önceki kral Abdullah’ın oğlu) Muteyb bin Abdullah yurt dışındaydı ve ülkesi bu kararı alırken fikri dahi sorulmamıştı. Yemen savaşı ülkenin tüm kaynaklarını tüketmesine rağmen herhangi bir başarı sağlamadığı gibi yol açtığı insani felaket yüzünden Suudi Arabistan’ın uluslararası imajına da çok büyük zarar verdi.
Ülke içinde potansiyel rakiplerini etkisiz hale getirmek için hanedanın önemli isimlerini tutuklayarak taht iddialarından vazgeçmeleri için baskı uygulayan ve bu konuda da başarılı olan Muhammed bin Selman, bu şekilde Suudi hanedanı içindeki pozisyonunu tahkim etmeyi başardı. Fakat muhaliflerine karşı takındığı sert tavrı ülke içinde kendisine karşı bir muhalefet bloğunun oluşmasına ve çok sayıda Suudi vatandaşının yönetimin baskısından kurtulmak için ülke dışına kaçmasına yol açtı. Bu durum, bugüne kadar hep ileri yaşlardaki krallar tarafından yönetilen ülkede, genç bir liderin yeni bir sinerji açığa çıkarmasını bekleyen Suudilerde de hayal kırıklığına yol açtı.
- Kaşıkçı cinayeti ve Bezos skandalı
Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğunda işlenen Kaşıkçı cinayeti de Muhammed bin Selman’ın imajına önemli bir darbe vurdu. Cinayetin bir başkonsolosluk binasında işlenmesi, maktulün Washington Post gibi etkili bir gazetenin yazarı olması ve bu cinayette rol alanların yönetime olan yakınlıkları, Suudi Arabistan’ın ciddi bir uluslararası baskı ile karşılaşmasına yol açtı. Suudi yargısının geçtiğimiz aylarda cinayette bizzat rol alanları cezasız bırakan göstermelik kararları yüzünden bu cinayet uzun süre uluslararası arenada Suudi Arabistan’ın başını ağrıtmaya devam edecek. Washington Post'un sahibi Jeff Bezos'un telefonunun hacklenerek telefonun içindeki çok büyük miktarda dosyanın başka mecralara aktarılmasının da Bezos'un ve Washington Post'un Kaşıkçı cinayetindeki tavrı ile yakından alakalı olduğu değerlendiriliyor. Nitekim telefonun hacklenmesi haberleri çıktığında Bezos'un Twitter hesabında, geçen yıl İstanbul'daki Suudi Arabistan Başkonsolosluğu'nun önünde düzenlenen anma töreninde çekilen bir fotoğrafını paylaşması da bu iddiayı kuvvetlendiriyor. Washington Post gazetesinin Trump tarafından hedef tahtasına oturtulması, Trump ile Muhammed bin Selman arasındaki yakın münasebet göz önüne alındığında, Bezos'un telefonunun Muhammed bin Selman tarafından hacklenmesini daha da anlamlı hale getiriyor. Anlaşılan o ki veliaht prens Trump ile yakın ilişkileri devam ettirmek adına izah edilmesi zor işlere kalkışmakta bir beis görmüyor.
"Ilımlı İslam" politikası ile Batı kamuoyuna Suudi Arabistan’ın artık “radikalizmi” desteklemeyeceği mesajları veren Muhammed bin Selman, aslında ülke içinde yönetimin en önemli unsuru olan ve yönetimde ikiliğe yol açan ulemayı tasfiye ederek gücünü konsolide etmeyi planlamıştı. Çünkü bugünkü Suudi Arabistan’ın temelleri 1744 yılında Muhammed bin Abdulvehhab ile Muhammed bin Suud arasında kurulan pakt ile atılmıştı. Muhammed bin Abdulvehhab ile Muhammed bin Suud arasında yaklaşık üç asırdır değişmeden kalan anlaşma gereğince, İbn Suud ve soyu politik ve askeri yapıyı kontrol ederken Abdulvehhab ve soyu (Eş-Şeyh ailesi) dini yapıyı kontrol etmekteydi. Son dönemde ulemanın uhdesinde olan eğitim, basın yayın, polis ve adliye teşkilatı gibi alanlarda ulemanın yetkisini kısıtlayan çok sayıda uygulama ortaya çıktı. 2019 yılı Kasım ayının başlarında Riyad’daki Kral Abdullah Park Tiyatrosu'nda sahnelenen bir oyun esnasında düzenlenen bıçaklı saldırıda biri kadın üç sanatçının yaralanması Muhammed bin Selman’ın “ılımlı İslam” politikasının ne kadar kırılgan bir zemin üzerinde yürütüldüğünü göstermesi açısından oldukça önemli. Çünkü ülkede modernleşme adına faaliyet gösteren Eğlence Otoritesi’nin konser, sinema ve tiyatro gibi sanatsal faaliyetleri, ülkede egemen dini anlayışa ters olması sebebiyle, hem yönetim kademelerinde etkili olan ulemadan hem de geniş toplum kesimlerinden ciddi eleştiriler almakta.
Geçmişte Suriye krizini derinleştirerek İran ve Türkiye gibi iki önemli bölgesel aktörü zayıflatmak ve kendi nüfuz alanlarından uzak tutmak için takip ettiği politikanın bir benzerini Libya’da takip ediyor olması Muhammed bin Selman’ın maceracı politikalardaki ısrarını gösteriyor. Çünkü Suudi yönetiminin, bir taraftan, “ılımlı İslam” politikasına rağmen, Libya’da meşru hükümete karşı savaşan Hafter’in yanında savaşmak için selefi savaşçılar ihraç ettiği, diğer taraftan yine Hafter’e destek vermek için Libya’ya gelen Rus güvenlik şirketi Wagner Grubu'nu fonladığı ifade ediliyor. Libya’nın Suudi Arabistan’a olan siyasi ve coğrafi uzaklığı Suudi yönetiminin Libya ile bu kadar yakından ilgilenmesini anlamsız kılıyor. Fakat mesele Türkiye karşıtı bir pozisyon almak olduğu için Suudi yönetimi Libya iç savaşına müdahil olup krizi derinleştirerek, Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de zayıflatmak istiyor. Benzer şekilde Suudi Arabistan’ın Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan ile geliştirdiği sıcak ilişkiler de Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de çevrelemeye dönük politikasının bir sonucu.
- Muhammed bin Selman’ın açmazları
Suudi Arabistan gibi İslam dünyası ve küresel enerji piyasası açısından çok önemli bir ülkeye yönetici adayı olmak önemli sorumluluklar da getiriyor. Suudi Arabistan’ın potansiyel lider adayının isminin konsolosluktaki cinayet, Yemen savaşındaki insani krizler, sosyal medya skandalları ve bölgedeki iç savaşlarda rol alan terör örgütleri ile gündeme geliyor olması epey şaşırtıcı bir durum. Özel olarak Suudi Arabistan’ın ve genel olarak Orta Doğu bölgesinin içinde bulunduğu sorunlar ile baş edebilmek için basiretli kararlar alacak lider profiline ihtiyaç duyduğu bir dönemde Suudi veliaht prensinin isminin bu şekilde gündeme geliyor olması, bölge halklarının geleceğe dönük umutlarını söndürmekten başka bir işe yaramıyor.
Muhammed bin Selman’ın, kendisinin ve ülkesinin gücünü ve kapasitesini yanlış değerlendirdiği aşikâr. Bugün Suudi Arabistan, kendi imkân ve kaynaklarına dayanarak Orta Doğu bölgesinde hegemonya kurabilecek bir kapasiteye sahip değil. ABD güvenlik şemsiyesi de İsrail’in askeri kapasitesi de Muhammed bin Selman’ın takip ettiği maceracı politikalarda başarılı olması için yeterli gelmeyecektir. Ülkesini muhtemelen, haklı olarak, ekonomik bir dev olarak değerlendirmekte olan Muhammed bin Selman, Suudi Arabistan’ın askeri ve entelektüel alanda yetersiz olduğunu göz ardı ediyor. Bu gerçeği göz önüne aldığımızda, Suudi Arabistan’ın, çözümü askeri kapasiteye dayanan hiçbir krizde başarı şansının olmadığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bu gerçek, Muhammed bin Selman’ın tüm bölgede siyasi kriz ve iç savaşları derinleştirme politikası göz önüne alındığında, Suudi Arabistan’ın işini iyice zorlaştırmaktadır.
Suudi Arabistan Libya ve Suriye’de adı terörle anılan birtakım güvenlik şirketlerini fonlayabilir, sosyal medya mecralarında ekonomik gücüne dayanarak manipülatif operasyonlar yapabilir, muhalifleri ülke dışında bile takip edip sindirmek isteyebilir, ancak bunların hiçbiri, ülkenin gücüne ve saygınlığına katkı sağlamayacaktır. Süleymani suikastının ardından Orta Doğu’da gerginlik arttığında, somut bir güvenlik tehdidi olmamasına rağmen, Suudi Arabistan’ın ABD’ye bir milyar dolar ödeyerek birkaç yüz ABD askerinin ülke güvenliğini sağlamak için Suudi Arabistan’a konuşlandırılmasını sağlaması, ülkenin içinde bulunduğu güvensizlik atmosferini gayet net bir şekilde ortaya koyuyor.
Muhammed bin Selman’ın, ısrarla ülkesinin imkân ve kabiliyetlerinin çok üzerinde iddialı ve maceracı bir politika takip etmesi, bir taraftan gittikçe azalan Suudi kaynaklarının gereksiz alanlarda israf edilmesine yol açarken diğer taraftan hem veliaht prensin hem de Suudi Arabistan’ın itibarını önemli ölçüde yaralıyor. Ayrıca Muhammed bin Selman’ın Suudi Arabistan’ın imkân ve kabiliyetlerini aşan maceracı politikaları Mısır, Suriye, Yemen ve Libya gibi bölge ülkelerinde kriz ve iç savaşların derinleşmesine yol açarken ABD ve İsrail’e ekonomi ve güvenlik alanında büyük faydalar sağlıyor. Çünkü bu süreçte Trump yönetimi yüz milyarlarca dolarlık silah siparişleri ile ülkesinin savunma sanayiini Suudilere finanse ettirerek büyük ekonomik faydalar elde ederken İsrail ise Suudilerin yol açtığı kaosu fırsata çevirerek Filistin ve Suriye topraklarındaki işgali meşrulaştırıp güvenliğini artırdı.
[Dr. Necmettin Acar Mardin Artuklu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümü başkanıdır]