HABER

ANALİZ - Trump’ın Afrika stratejisi: Yeni bir Soğuk Savaş’ın habercisi mi?

Washington’ın geçmiş dönem Afrika stratejilerini bilenler için, Trump döneminin Afrika stratejisinin ana hatlarının ne olacağına dair Bolton'un açıklamaları, geçmişteki başkanların temel yaklaşımlarının harmanlanmasından ve başarısız hamlelerin tekrarından fazlası değildi - Seçim meydanlarında “Amerikan halkının çıkarlarını içte ve dışta öncelikli hale getireceğini” vadeden Trump yönetiminin bu tavrı, Bolton’ın açıklamalarına da sinmesi dikkat çekti - Bolton, Çin ve Rusya’nın “Afrika’da ekonomik büyümenin önünde engel teşkil eden faaliyetlerinin” ABD’nin kıtadaki çıkarlarını ve ulusal güvenliğini tehdit ettiğine değinerek, ABD ile bu ülkeler arasındaki rekabette Afrika Boynuzu’nun ön plana çıkacağının sinyallerini verdi - Bolton'un Çin ve Rusya’ya yönelik sert bir üslubu benimsemesi, yeni dönemde ABD’nin Afrika’da bu iki ülkeyi dengelemek ve çevrelemek yönünde çaba gösterip, yeni bir Soğuk Savaş atmosferine yol açabileceği endişesini doğurdu - ABD çevreleme politikası kapsamında hareket ettiği takdirde, Washington-Pekin -Moskova arasındaki nüfuz mücadelesi kıta ülkeleri için zorlu bir sürecin başlaması anlamına gelecek ve Afrikalılar tıpkı bir dönem “komünizm-kapitalizm” rekabetinde olduğu gibi iki arada bir derede kalacaklardır

İSTANBUL (AA) -HASAN AYDIN- George W. Bush ve H. Barack Obama’nın başkanlıkları döneminde uygulamaya konulan çeşitli politikalara rağmen Washington’ın Afrika’da nüfuz kaybetmesi ve Çin başta olmak üzere uluslararası ilişkiler sisteminde etkili bir konuma yerleşmek isteyen çeşitli güçlerce dengelenmesi, ABD’nin 45. ve genel teamüllere göre “sıra dışı” olarak kabul edilen başkanı Donald Trump’ın Afrika’da ne yapacağına gözleri çevirmişti. Çiçeği burnunda başkanın kıtaya yönelik hakaret içeren söylemi ve eşinin Afrika gezisi sırasında taktığı (sömürgecilerin sembollerinden biri olarak görülen) beyaz güneş kaskı eleştiriledursun, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton geçtiğimiz günlerde Heritage Foundation’da yaptığı bir konuşmada, Trump döneminde ülkesinin Afrika stratejisinin ana hatlarının ne olacağına dair çeşitli açıklamalarda bulundu. Birçok uluslararası medya kuruluşunun “son dakika” haberi olarak geçtiği söz konusu konuşmada, yeni dönemde ABD’nin kıtaya yönelik dış politikasında farklı bir esinti sunulacağı mesajı verilmeye çalışılsa da, Washington’ın geçmiş dönemlerdeki Afrika stratejilerini bilenler için, geçmişteki Amerikan başkanlarının temel yaklaşımlarının harmanlanmasından ve başarısız hamlelerin tekrarından fazlası değildi.

- İçte ve dışta “Önce Amerika”

Bolton’ın açıklamaları, “Tanrı tarafından dünyayı daha demokratik ve medeni bir yer haline getirmekle vazifelendirildiğini” düşünen geleneksel Amerikan (Manifest Destiny [Açık Yazgı]) yaklaşımının Afrika’ya yansımasının çok da fazla değişmediğini gözler önüne serdi. Seçim meydanlarında “Amerikan halkının çıkarlarını içte ve dışta öncelikli hale getireceğini” vadeden Trump yönetiminin bu tavrının, Bolton’ın konuşmasına da sinmesi dikkat çekti. Ulusal Güvenlik Danışmanı’nın konuşmasından, ABD’nin yeni dönemde Afrika’daki politikasını ortaya koyarken bu minvalde bir yol izleyeceği anlaşılmaktaydı. Bu kapsamda, yeni dönemde kıtada ticaretten askeri faaliyetlere kadar her alanda, ABD’nin önceliklerini artırmaya yönelik bir yol izleneceği vurgulandı. İlgi çekici olan ise ABD’nin Afrika’daki “ulusal çıkar” anlayışının, devlet adamlarının söylemlerinde Soğuk Savaş’ın sonundan bu yana neredeyse hiç değişmemesiydi. George H. Bush (baba Bush), Bill Clinton, George W. Bush ve Barack Obama’nın başkanlıkları dönemlerinde sıklıkla dillendirildiği gibi, kıtada istikrarın, refahın ve güvenliğin sağlanması, Trump’ın ulusal güvenlik danışmanı tarafından da ABD’nin Afrika’daki öncelikli “ulusal çıkarı” olarak tanımlandı.

- Karşılıklı ticaretin arttırılması vurgusu

Trump döneminde Washington yönetiminin Bolton tarafından açıklanan Afrika’ya yönelik dış politika stratejisinin üç temel ayak üzerine oturtulması öngörülüyor. İlk olarak, ABD ile bölge ülkeleri arasındaki ticaretin ve ticari bağların her iki tarafın (Washington ile Afrikalı partnerlerinin) lehine olacak şekilde artırılacağı vurgulanıyor. “Sıra dışı” olarak nitelenen başkanın yeni dönemdeki Afrika stratejisinin birinci ayağının aslında epey “sıradan” olduğu ilk bakışta göze çarpıyor. Zira karşılıklı ticari bağları iyileştirmek ve mümkün mertebe artırmak, Soğuk Savaş sonrası dönemde Clinton tarafından ortaya konulup Afrika Büyüme ve Fırsat Yasası (AGOA) ile arka çıkılan, Clinton’un halefleri olan Bush ve Obama tarafından da büyük bir ciddiyetle desteklenen bir yaklaşım tarzı. Üstelik, ABD’nin Afrika ülkeleri ile olan ticaretinin zaman içinde istenilenden uzak bir yönde seyretmesi ve nihai noktada Çin’in kıta ülkeleri için ticaretten diplomasiye kadar birçok alanda ana partner konumuna yükselmesi, bu politikaların başarısızlığının sahadaki ifadesi olarak karşımıza çıkıyor. Bu bağlamda Trump yönetimi stratejisinin henüz birinci ayağında, kıtaya dair yeni şeyler söylemek yerine, eski ve başarısız olanı tekrar etme yoluna gitmiş ya da mevcut şartlar altında daha iyi bir alternatifi bulunmadığı için, kendisini böyle bir zorunluluk içinde hissetmiştir.

- Amerikan dış yardımlarında seçiciliğin arttırılması

Karşılıklı ticaretin artırılması amacına paralel olarak, Trump yönetiminin dış yardımlar konusunda da Obama yönetimiyle benzer bir çizgiye (dış yardımları azaltıp, ticareti arttırmak) sahip olduğu görülüyor. Bu doğrultuda, ABD’nin yeni dönemdeki Afrika stratejisinin ikinci ayağı olarak “Amerikan yardımlarının verimli ve etkili bir şekilde kullanılmasını sağlamak” düsturu karşımıza çıkıyor. Söz konusu amaç doğrultusunda, Washington yönetimi ilk olarak kıtanın her yerine değil, öncelikli olarak belirlenen müttefiklere yardım etme eğilimine sahip olacağı izlenimi veriyor. İkinci olarak ise yeni yönetim “verimsiz, başarısız ve hesapsız” olarak gördüğü Birleşmiş Milletler (BM) Barış Gücü misyonlarına daha fazla yardımda bulunulmamasını düşünüyor. Trump yönetiminin bu tutumu, Mogadişu’da öldürülen 18 Amerikan askerinin ardından Clinton yönetiminin BM’nin askeri faaliyetlerine sağladığı yardımlarda gerçekleştirdiği kesintiyi akla getiriyor. ABD’nin dış yardımlar konusunda bu derece tereddütlü bir tutum içine girmesinin temel nedeni, yönetimin ifade ettiği gibi, “eşitlik” ve “karşılıklı kazanç” temelinde bir ilişki kurmak isteği değil. Bilakis, Washington yönetimi, ABD’nin kıtaya yönelik milyarlarca dolar değerindeki yardımlarının istenilen etkiyi meydana getirmediği; terörizmi, aşırılığı ve şiddeti önlemede başarısız olduğu; Çin ve Rusya gibi aktörlerle kıta üzerinde girişilen nüfuz mücadelesinde Washington lehine bir avantaj sağlamadığı düşüncesinden hareketle, yeni dönemde dış yardımlar konusunda seçici olmayı tercih ediyor.

- Afrika’da terörle mücadele vurgusu

ABD’nin kıtaya yönelik dış politika stratejisindeki üçüncü ayak ise Bolton’ın ifadesiyle “radikal terörizm” ile mücadele ve kıtada istikrarsızlığı tetikleyen şiddetli çatışmaların önlenmesi üzerine kurulu. Libya’da DEAŞ’ın ve Mali’de el-Kaide’nin varlığı ve giriştikleri terör eylemleri, Bolton tarafından ABD’nin bu yöndeki politikasının en büyük gerekçelerinden biri olarak sunuluyor. Artık klasikleştiği üzere, Trump’ın kıtaya yönelik dış politika stratejisinin üçüncü ayağının terörle mücadele olması ve bu ayağın da diğer başkanların kıtaya yönelik faaliyetlerle büyük oranda benzerlik göstermesi şaşırtıcı değil. Kıtada terörist faaliyetlerin zaman zaman etkisini artırması, Clinton döneminden günümüze kadar Afrika’da etkili olmak isteyen ve zaman zaman rakipleri karşısında ciddi nüfuz kayıplarıyla karşılaşan Washington yönetimi için önemli bir dengeleme aracı ve meşruiyet sağlama unsuru olarak karşımıza çıkıyor. Bu açıdan bakıldığında da Donald Trump yeni bir strateji üretmek yerine, tercih hakkını eskinin yeni yüzlerle tekrarından yana kullanma yoluna gitmiş.

- Kıtada yeni bir Soğuk Savaş esintisi: Çin ve Rusya’nın dengelenmesi

Ulusal Güvenlik Danışmanı’nın konuşmasında en dikkat çeken kısım ise hiç kuşkusuz yeni dönemde ABD’nin Afrika stratejisinin dördüncü ayağını oluşturacağı düşünülen Çin ve Rusya’ya yönelik yaklaşım oldu. Bolton Çin ve Rusya’nın “Afrika’da ekonomik büyümenin önünde engel teşkil eden faaliyetlerinin” ABD’nin kıtadaki çıkarlarını ve ulusal güvenliğini tehdit ettiğine değinerek, ABD ile bu ülkeler arasındaki rekabette Afrika Boynuzu’nun ön plana çıkacağının sinyallerini verdi. Anlaşılacağı gibi, Çin ve Rusya’nın Afrika’daki faaliyetleri konusunda danışmanın ortaya koyduğu gerekçeler, geçmişteki başkanlar ve bu başkanların altında çalışan yöneticiler tarafından dile getirilenlerden çok da farklı değildi. Pekin yönetiminin Afrika’da artan ağırlığı ve Washington yönetiminin kıtadaki etki alanını sınırlandırabileceği endişesi, geçmiş yönetimleri olduğu gibi Trump yönetimini de bu ülkenin kıta ülkeleriyle olan ilişkilerinde “rüşvet ve yolsuzluğu ön plana çıkardığı”, “şeffaf olmayan anlaşmalar imzaladığı” ve “Afrika ülkelerini borçlandırarak varlıklarını ele geçirmek suretiyle ulusal egemenliklerini tehdit ettiği” iddialarını ileri sürmeye itti.

Elbette iddiaların önemli bir kısmı asılsız değildi. Fakat ABD yönetiminin kıta ülkelerine tepeden yaklaşan ve kurulacak siyasi ve ekonomik ilişkilerde çeşitli önkoşullar (iyi yönetişim, serbest pazar, şeffaflık) öne süren tavrı, bütün olumsuzluklarına rağmen Pekin yönetimini Afrika’da ABD etkisini kırma konusunda cesaretlendirmiş ve bu anlamda başarılı olmasını da sağlamıştı. Bolton’ın konuşmasında Cibuti’deki askeri üs rekabetine değinmesi ve Çin’e borçlanan bu ülkenin önemli varlıklarını ileride Çin’e devretmesi halinde ABD’nin ulusal güvenlik tehdidiyle karşı karşıya kalabileceğini vurgulaması ise yeni dönemde ABD ile Çin arasında -kuvvetle muhtemel- yaşanacak olan kıtasal nüfuz mücadelesinin merkezinin Afrika Boynuzu adı verilen bölge olacağının sinyallerini verdi.

Bolton’ın ve dolayısıyla Trump yönetiminin yeni dönem Afrika tahayyülünün eleştirilerinden yalnızca Çin değil, Rusya da payına düşeni aldı. Danışman yaptığı açıklamada, Rusya’nın kıtadaki etkisini, yolsuzluk çarkı etrafında dönen ve anti-demokratik hükümetlerle yapılan anlaşmalarla genişletmeye çalıştığını ifade etti. Dahası Bolton, Rusya’yı “silah satma” ve “enerji kaynaklarına sahip olma” gücünü iyi kullanarak Afrika ülkelerinin BM’deki oy potansiyelinden faydalanmaya çalışmakla ve kıtanın doğal kaynaklarını sömürmekle suçladı. Trump’ın en güvendiği isimlerden biri olan Ulusal Güvenlik Danışmanı’nın Çin ve Rusya’ya yönelik sert bir üslubu benimsemesi, yeni dönemde ABD’nin Afrika’da bu iki ülkeyi dengelemek ve çevrelemek yönünde çaba gösterip, yeni bir Soğuk Savaş atmosferine yol açabileceği endişesini doğurdu.

- Washington’daki hesap Afrika’dan dönebilir

Dikkatle incelendiğinde, Bolton tarafından açıklanan ABD’nin Trump dönemi Afrika stratejisinin eskiye nispeten yeni bir şey sunmadığı, yalnızca selefi olan başkanların kıtaya yönelik temel dış politika stratejileri üzerinden hareket ettiği görülüyor. Bu bağlamda, Afrika’da ticaretin teşvik edilmesi, terörle etkili mücadele edilmesi, Çin’in -ve Rusya’nın- dengelenmesi gibi hususlar, Washington yönetimi için yeni ortaya çıkan amaçlar değil. Bilakis Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından, Beyaz Saray’daki başkanlar farklı olsa da, ABD’nin Afrika politikası söz konusu temel konseptler üzerinden şekillenmişti.

Yeni dönemde Washington yönetiminin Afrika politikasında kıta ülkeleri için düşündürücü olan ise Soğuk Savaş’ın farklı yol ve araçlarla da olsa yeniden belirmesi ihtimali. Geçmişte Washington ile Moskova arasındaki ekonomik, siyasi ve ideolojik rekabetin kıta ülkelerinin iç istikrarına, birbirleriyle olan ilişkilerine ve egemenlik haklarına verdiği zarar düşünüldüğünde, mevzubahis endişenin ne kadar yerinde olduğu daha iyi anlaşılacaktır. ABD çevreleme politikası kapsamında hareket ettiği takdirde, Washington-Pekin -Moskova arasındaki nüfuz mücadelesi kıta ülkeleri için zorlu bir sürecin başlaması anlamına gelecek ve Afrikalılar tıpkı bir dönem “komünizm-kapitalizm” rekabetinde olduğu gibi iki arada bir derede kalacaklardır. Böyle bir durumun ortaya çıkmasının Afrika için yıkıcı etkilere yol açacağı ise muhakkaktır. Dolayısıyla Afrika’nın gerçek sahipleri, kıta coğrafyasının yeni bir rekabet sarmalına/çöplüğüne dönüşmesine izin vermemelidir.

Gelinen noktada, 21. yüzyılın başlangıcından itibaren ABD kıtada (başta Çin ve Rusya olmak üzere) uluslararası sistemde etkili olmak isteyen güçler karşısında alan kaybetmektedir. Eski içeriğin yeni bir ciltle tekrarı olarak nitelendirilebilecek olan Trump’ın Afrika stratejisinin de, bu yapısıyla Washington’ın nüfuz kaybını engelleyemeyeceği kuvvetle muhtemeldir. ABD’nin kıtada alan kaybetmesi ise maalesef Afrikalı devletlerin ve halkların değil, Çin gibi yeni küresel nizamda başat rol oynamak isteyen güçlerin işine yarayacaktır. Ortaya çıkan bu güç boşluğuyla birlikte, kıta ülkeleri bir tahakkümden kurtulup bir başka -ve en az önceki kadar zararlı- tahakküme doğru savrulmak zorunda kalacaktır. Kıtanın yerlileri ya da dostları tarafından küresel arenada alternatif bir dil ve politika geliştirilemediği müddetçe, küresel güçler arasında Afrika’da patlak veren nüfuz mücadelesi, kıtanın gerçek sahiplerinin değil, dışarıdan gelenlerin işine yarayacak ve mevcut istikrarsızlıklar giderilemeyecektir.

[Din ve milliyetçilik, sömürgecilik ve Afrika’da ABD dış politikası hakkında çalışmaları bulunan Hasan Aydın Afrika Araştırmacıları Derneği'nde (AFAM) görev yapmaktadır]

En Çok Aranan Haberler