HABER

ANALİZ - Türkiye-KKTC doğal gaz boru hattı Doğu Akdeniz'de jeopolitik dengeleri değiştirecek

2025 yılında gaz taşınmasına başlanabileceği belirtilen doğal gaz hattının, KKTC ve Türkiye arasındaki su hattına paralel yapılabileceği ve 80 km uzunluğunda olabileceğinin yanı sıra üzerinde durulan en önemli özelliği ise çift yönlü olması - Türkiye’den KKTC’ye gaz taşımasına ek olarak Doğu Akdeniz’de bulunacak olası doğal gazın hem Türkiye’ye hem de batılı piyasalara bu hatla aktarılabileceği hususu bölge jeopolitiğini değiştirecek bir unsurdur - Türkiye-KKTC arasındaki bu boru hattı projesi, GKRY tarafından ortaya atılan Doğu Akdeniz Doğal Gaz Boru Hattı Projesine (Eastern Mediterranean- EastMED) ciddi bir alternatif olarak ortaya çıkacak gibi görünüyor

İSTANBUL (AA) -İLHAN SAĞSEN- Doğu Akdeniz, Akdeniz ticaretinin kontrolü açısından tarih boyunca kritik ve stratejik öneme sahip bir bölge olmuştur. Bu özelliği sebebiyle, özellikle Kıbrıs tarihte farklı aktörlerin hakimiyeti altına girmiş ancak stratejik önemini hiçbir zaman kaybetmemiştir. Özelde Kıbrıs genelde de Doğu Akdeniz jeopolitik önemini kaybetmesi şöyle dursun 2000’li yıllardan itibaren işin içine enerji kaynaklarının dahil olmasıyla hem daha çok önem kazandı hem de karmaşık bir hal almaya başladı. Dünya üzerindeki tahmin edilen toplam doğal gaz rezervinin 196 trilyon metreküp olduğu düşünüldüğünde, bu miktarın yaklaşık yüzde 5’lik kısmının yani yaklaşık 9,8 trilyon metreküp doğal gazın Doğu Akdeniz’de bulunduğu söylenebilir. Amerikan Jeoloji Araştırmaları Kurumu araştırmalarına göre bu miktarın 3,6 trilyon metreküpünün Levant baseninde, 6,3 trilyon metreküpünün de Nil deltası baseninde olduğu tahmin edilmektedir.[1] Bu potansiyel enerji varlığı bölge jeopolitiğinde ciddi bir yükselişe neden oldu ve sadece bölge ülkelerinin değil aynı zamanda uluslararası şirketlerin ve küresel aktörlerin de bölgeye ilgisini artırdı.

Bu çerçevede, bölgenin jeopolitik değerlendirilmesi Kıbrıs sorunu, uluslararası hukuk ve enerji güvenliği üzerinden yapılabilir. Kıbrıs boyutu değerlendirildiğinde, özetle enerji kaynağının bulunması adanın genel refahını arttırıcı bir etken olarak adadaki çözüm için kolaylaştırıcı bir motivasyon olması gerekirken soruna yeni eklemlenen bir halka oldu. Bu noktada, Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) çeşitli platformlarda iş birliği çağrısına ve çabasına rağmen başta Avrupa Birliği (AB) ve Yunanistan’ın etkisiyle Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) çözümsüzlükte ısrar ediyor ve KKTC ve Kıbrıslı Türklerin haklarını görmezden gelerek ada adına hamleler yapmaya devam ediyor. Konuya uluslararası hukuk açısından bakıldığında ise Kıbrıs boyutundan farksız olarak yine GKRY tek taraflı davranmaya devam ediyor. Bunun dışında Yunanistan ve GKRY, AB ve bazı uluslararası güçleri yanına alıp Türkiye ve KKTC’yi yok sayarak Doğu Akdeniz havzasında hareket etmeye çalışıyor. Yunanistan ve GKRY bunu yaparken temelde, politikalarını dayandırdıkları 1982 Uluslararası Deniz Hukuk Sözleşmesi’nin hakkaniyet ve kıyıdaş ülkelerin ortak çıkarları göz önüne alınarak beraber egemenlik alanı belirleme ilkelerini göz ardı ederek ve KKTC’nin varlığını ve haklarını görmezden gelerek, Doğu Akdeniz’de en uzun kıyıya sahip olan Türkiye’yi en kısa egemenlik alanına mahkûm etmeyi amaçlamaktadırlar. Bunun dışında, özellikle çakışan alanlarda AB üyesi devletleri ya da başka menşeili uluslararası enerji şirketlerini sahaya sokarak ve sözde arama izinleri vererek, bu ülkelerle Türkiye’yi karşı karşıya getirmeye çalışmaktadırlar. Bunları yaparken de, GKRY, iddialarını meşrulaştırmak ya da oldu bittiye getirerek Türkiye’yi zor durumda bırakmak çabasıyla Mısır ve İsrail ile Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) anlaşmaları yapmıştır. Türkiye, elbette ki bu eylemlere karşı hem uluslararası hukuk açısından hem diplomatik açıdan hem de askeri olarak kendi haklarını ve KKTC’nin haklarını korumaya yönelik bir dış politika takip etmektedir. Bu yöndeki dış politika hamlelerinden bir tanesi de geçtiğimiz günlerde konunun üçüncü boyutunu oluşturan enerji güvenliği ile alakalı olarak yaşandı.

Geçtiğimiz günlerde, Türkiye Enerji Ekonomisi Derneği ve Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) ortaklığıyla “Birinci Doğu Akdeniz Uluslararası Enerji Sempozyumu” düzenlendi. Bu sempozyumda, KKTC Ekonomi ve Enerji Bakanı Hasan Taçoy, Türkiye ile KKTC arasında doğal gaz boru hattının kurulmasına yönelik bir proje gündeme getirerek, boru hattının 2025’te Türkiye’den KKTC’ye doğalgaz götürebileceğini ifade etti.

2025 yılında gaz taşınmasına başlanabileceği belirtilen doğal gaz hattının, KKTC ve Türkiye arasındaki su hattına paralel yapılabileceği ve 80 km uzunluğunda olabileceğinin yanı sıra üzerinde durulan en önemli özelliği ise çift yönlü olması. Türkiye’den KKTC’ye gaz taşımasına ek olarak Doğu Akdeniz’de bulunacak olası doğal gazın hem Türkiye’ye hem de batılı piyasalara bu hatla aktarılabileceği hususu bölge jeopolitiğini değiştirecek bir unsurdur.

Peki bu noktadaki temel soru, bu proje Doğu Akdeniz jeopolitiğini nasıl etkileyecektir?

Öncelikle Türkiye-KKTC arasındaki bu boru hattı projesi, GKRY tarafından ortaya atılan Doğu Akdeniz Doğal Gaz Boru Hattı Projesine (Eastern Mediterranean- EastMED) ciddi bir alternatif olarak ortaya çıkacak gibi görünüyor. EastMed, İsrail’den önce Yunanistan’a ve ardından İtalya’ya uzanacak 1900 km’lik bir doğal gaz boru hattı projesidir. Bu projenin temel amacı olarak, İsrail gazının ve var olduğu tahmin edilen Doğu Akdeniz doğal gazının bu hat ile aktarılmasıyla Avrupa’nın ithal ettiği enerji yollarına yeni birini ekleyerek enerji güvenliğine katkı sağlamak ve AB’nin özellikle Rusya bağımlılığını bir ölçüde azaltacak bir çeşitlendirme yapmasına imkân sağlamak gösterilebilir. Bu hattın kapasitesi 16 milyar m3/yıl olarak öngörülürken, maliyeti henüz İtalya piyasasına ulaşmadan 25 milyar dolar civarında hesaplanmıştır. Proje, çok uzun ve maliyetli olmasından ötürü eleştirilmektedir. Zira günümüzde enerji güvenliğinin önemli parçalarından bir tanesini enerji yollarının güvenliği oluşturmaktadır. Ayrıca proje, Mısır gazı aktarıma eklense bile maliyet açısından uygulanabilir görünmüyor. Bunun ötesinde, Yunanistan’ın bu proje ile blöf yaptığı ve Bulgaristan’ı ekarte edip Rusya ve Türkiye’yi ikna ederek Türk Akımı projesinde kendisinin yer almasını sağlamak istediği şeklinde de yorumlanıyor. Ancak, proje ile alakalı en önemli sorunlar, öncelikle maliyetli olması ve sonra da bu maliyeti karşılayabilecek somut gazın henüz bulunamaması şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda, Türkiye-KKTC arasında yapılması düşünülen 80 km’lik doğalgaz boru hattı projesinin ise çok daha güvenli ve ucuz bir rota seçeneği olacağı aşikar.

- Güvenli ve ucuz hat

Aslında Türkiye’nin güvenli ve çok daha ucuz bir alternatif oluşturması, sadece bu alanda karşımıza çıkan bir hadise değildir. 2012 yılında ortaya çıkan Güney Akım Projesi de yine aslında benzer bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. Güney Akımı Projesi, 2014 yılında Kırım’ın Ruslar tarafından işgali sonucu, AB’nin Rusya’ya çeşitli yaptırımları çerçevesinde ve maliyetli oluşu nedeniyle iptal edilmiştir. 2009 yılında yayınlanan 3. Enerji Paketi (TEP) ile AB, genelde enerji bağımlılığını azaltmak, özelde de Rusya’ya enerji bağımlılığının doğuracağı risklerden kurtulmak için bir enerji tedarikçisinin birden fazla piyasa ile ilişki içinde bulunmasını engellemek istedi. Böylece aslında AB, Rusya’nın hem Güney Akım projesi hem de AB üyesi devletlerle ikili anlaşmalar yapmasına bu çerçevede karşı çıktı. AB’nin bu tavrı ile iyice hareket alanı kısıtlanan Rusya da Güney Akım Projesi yerine, yeni bir alternatifi ortaya koydu ve Türkiye üzerinden AB topraklarına geçecek olan Türk Akımı projesi Putin’in, 25 Mayıs 2014’te “Güney Akımı'nı AB üyesi olmayan bir ülkeden geçiririz” açıklamasıyla gündeme geldi. Ayrıca, bu durum dışında, Türkiye üzerinden böyle bir hattın geçmesi Güney Akımı Projesi’ne göre daha kısa olacağı için maliyetleri daha düşürdü ve projeyi uygulanabilir kıldı. Bu manada, Rusya’nın sadece deniz güzergahında edeceği tasarruf 10 milyar doları bulacak. Böyle bir durum üretici bir ülke için önemli bir avantaj sağlayacak. Benzeri bir yorum Doğu Akdeniz enerji kaynaklarının batı piyasalarına taşınması konusunda da yapılabilmektedir. Her şeyden önce EastMed projesinin üreticiler tarafından tercih edilebilir bir alternatif olması için bölgesel satış opsiyonundan, LNG yönteminden ve boru hattı ile Türkiye’ye ulaştırılmasından daha iyi bir seçenek olması gerekir. Bu ise şu anda, hele de beklenen doğalgazın şu an için bulunamadığı göz önüne alınırsa, olacak gibi görünmüyor. Türkiye, jeopolitik konumu itibarıyla yine AB enerji güvenliği için en ideal, güvenli ve uygun yollardan bir tanesi olduğunu bu son ortaya atılan Türkiye-Kıbrıs arasındaki çift yönlü doğal gaz boru hattı projesi ile de göstermiş oldu.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Ekonomi ve Enerji Bakanı Hasan Taçoy’un gündeme getirdiği bu projenin bölge jeopolitiğine bir diğer etkisi de projenin Doğu Akdeniz kıyıdaşlarını müzakere masasına getirebilecek, yani iş birliği yolunu açabilecek bir nitelikte olması. Hem 80 km’lik bir hattın güvenliğinin rahat sağlanması hem de maliyetinin düşük olması bölgedeki üretici ülkeler açından kritik öneme sahip bir husus. Bu şekildeki alternatifler, bir havzayı toptan ilgilendiren ve beraber karar verilmesi gereken Doğu Akdeniz Enerji Forumu gibi toplantılara Türkiye ve KKTC’nin dahil olmaması gibi bir yanlışlığın da çözümüne etki edebilecek, Türkiye’nin bölgedeki konumunu ve işlevini bir kez daha hatırlatabilecek bir hamledir. Özellikle, Yunanistan ve GKRY’nin bölgede egemenlik alanı sınırlama konusunda da aynı tavrı izlemeleri ve daha da trajik olanı dış politikasını iş birliği ve yumuşak gücü üzerine inşa etmiş, çeşitli liberal değerlerin öncüsü olduğunu iddia eden AB’den de bu konuda Türkiye’yi yalnız bırakma yönünde destek almaları bölgedeki iş birliğinin önündeki en önemli engellerdir. Yunanistan’ın ve GKRY’nin uluslararası hukuka aykırı bu tavırları, Türkiye-KKTC boru hattı projesi gibi alternatif adımlar ile değişebilecek, en azından bölgedeki üreticiler ile iş birliği yolunun açılmasıyla etkisiz kılınabilecektir.

- Bu proje aynı zamanda KKTC'ye destek demek

Konu ile alakalı ele alınması gereken son boyut ise Türkiye-KKTC ilişkileridir. Bu doğal gaz boru hattı projesi Türkiye ve KKTC arasındaki ilişkinin boyutlarını ve Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne desteğini göz önüne sermesi açısından önemlidir. Önce su hattı inşası, daha sonra KKTC Başbakanı Ersin Tatar’ın konuşmasında Türkiye’den kabloyla elektrik alımını gündeme aldıklarını söylemesi ve en son olarak da gündeme gelen çift yönlü doğal gaz projesi Türkiye’nin garantörlük hakları çerçevesinde KKTC’ye olan desteğinin süreceği şeklinde bir mesaj olarak algılanmalıdır. Bu konuda Türkiye, öncelikle kendi enerji güvenliğini ve uluslararası hukuktan doğan haklarını korumaya yönelik bir dış politika takip ederken, aynı zamanda garantörlük hakları çerçevesinde, özellikle GKRY tarafından KKTC dikkate alınmadan yapılan tek taraflı girişimlerine karşılık Kıbrıslı Türklerin haklarını savunmaktadır. Söz konusu boru hattı projesi de bu desteğin en önemli göstergelerinden biri olarak ortaya çıkmaktadır.

Türkiye ile KKTC arasında yapılması planlanan çift yönlü doğal gaz boru hattı projesinin açıklanması ile aynı günlerde, bu girişimin etkilerini perçinleyen, Türkiye’nin Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile imzaladığı deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin mutabakat, Doğu Akdeniz jeopolitiğini köklü bir şekilde değiştirebilecek bir hamle olarak gündeme geldi. Bu bir yandan Türkiye’nin egemenlik hakkını hiçe sayarak sözde MEB ilan eden Yunanistan’ın bölgedeki pozisyonunu tamamen etkileyecek, aynı zamanda da Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni dışında tuttukları Doğu Akdeniz Enerji Platformu gibi girişimlerde bulunan İsrail, Mısır gibi devletlerin tutumlarını yeniden değerlendirmesini sağlayacaktır. Bunun dışında, Akdeniz’de diğer komşuları yok sayarak gerçekleştirilmeye çalışılan İsrail, Mısır, GKRY ve Yunanistan arasındaki eylemlere karşılık, Akdeniz Havzasında denklemin diğer kıyıdaşları yok sayarak oluşturulamayacağını bir kez daha göstermiştir.

Bu manada, Doğu Akdeniz enerji güvenliği, Kıbrıs konusu ve Doğu Akdeniz’e kıyıdaş ülkelerin egemenlik alanlarının sınırlandırılması konusu bölgeyi bir havza olarak değerlendirip Türkiye ve KKTC’yi de içine alacak geniş bir iş birliği çerçevesinde hakkaniyet ilkesini ön planda tutarak ele alınmalıdır. Burada temel ölçüt siyasi niyettir (political will) ve çözümün makrodan mikroya yani öncelikle Avrupa Birliği’nin sonra Yunanistan’ın sonra da GKRY’nin siyasi niyet göstermesi ile ve Türkiye ile KKTC’nin baştan beri çeşitli platformlarda yaptığı iş birliği çabalarına iştirak edilerek gerçekleşebileceğini vurgulamak gerekir. Türkiye-KKTC arasındaki doğal gaz boru hattı projesi düşüncesi de yine Doğu Akdeniz havzasında iş birliğini ortaya çıkartabilecek bir hamledir.

[Dr. Öğretim Üyesi İlhan Sağsen Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde enerji ve enerji jeopolitiği alanında çalışmalarını yürütmektedir]

[1] Prof. Dr. Sertaç Hami Başeren, “Doğu Akdeniz’deki Sondaj Krizinin Müsebbibi GKRY ve AB’dir”, Anadolu Ajansı, https://www.aa.com.tr/tr/analiz/dogu-akdenizdeki-sondaj-krizinin-musebbibi-gkry-ve-abdir/1614496, Erişim Tarihi: 27.11.2019

En Çok Aranan Haberler