Watson, ‘kansere karşı verilen mücadeleden memnun olmadığını belirtti ve hastalığı engellediği düşünülen antioksidanların aslında hastalığa kapı aralıyor olabileceğine dikkat çekti. Watson, 'çilek, böğürtlen, dut gibi meyvelerin, kanser tedavisini önleyici rol oynuyor olabileceğini' öne sürdü.
Genetik mühendisliği alanındaki araştırmalarıyla tanınan ve 1954 yılında Francis Crick ile DNA’nın çift sarmallı yapısını ortaya çıkaran James Watson, Open biology dergisinde yayımlanan en son raporunda, ‘ABD’nin kanserle mücadele projesinde yanlış ilerlediğini ve tedavi için kullanılan antioksidanların bazılarının hastalığı tetikliyor olabileceğini’ ifade etti.
84 yaşındaki Watson, ABD’de yürütülen ve dokzu çeşit kanser türünü tetikleyen DNA değişimlerini keşfetmeyi amaçlayan 100 milyon dolarlık projeyi eleştiren yazısında, “Bu çalışma, çok ciddi şekilde ihtiyaç duyduğumuz ilacı bize kazandırmayacak” dedi. Reuters haber ajansına açıklamalarda bulunan Watson, “Artık şu soruyu sormamız lazım: Antioksidanlar kanseri engellemek yerine daha da mı tetikliyor?” ifadesini kullandı.
Watson, 1956 yılında DNA üzerindeki çalışmaları sayesinde Nobel Tıp Ödülü’ne layık görülmüş ve başarısı, genetikle-kanser arasındaki ilişkinin anlaşılması için önemli bir adım olarak kabul edilmişti. Harvard Üniversitesi’nde 1950’li yılların sonunda kanser üzerine dersler veren Watson’ın Open Biology dergisinde yayımlanan aylar süren çalışması, tıp dünyasında farklı görüşlere yol açtı.
Reuters’a konuşan ancak Watson’ın tepksini çekmemek için adının açıklanmamasını isteyen bir kanser biyoloğu, “Raporda birçok ilginç fikir var. Bazıları çok net kanıtlara dayanıyor. Diğerleri ise iyi bilinen bulgularla çelişiyor... Bana kalırsa Watson önümüzdeki kazanı üretkenliği artırmak için karıştırıyor” dedi. Ancak Watson’ın görüşlerini genel olarak kabul eden çok sayıda bilim insanı, ABD’de azalan kanserden ölüm oranının ‘tedavilerin gelişmesinden değil ancak sigara içenlerin azalması ve gelişen terapi yöntemlerine’ bağlıyor.
Reuters, bilim insanlarının Watson’ın raporu hakkındaki yorumlarına yer verdi. ABD’nin New York kentindeki Memorial Sloan-Kettering Kanser Merkezi’nden moleküler biyolog Mark Ptashne, “Günümüzde beslediğimiz en büyük ümit, DNA sekanslama metodu yaklaşımıyla kansere neden olan DNA mutasyonlarını tespit edebilmek... Ardından, mutasyonun neden olduğu kanserin gelişmesini önleyici ilaç geliştirmek” dedi.
Ptashne, bugüne yapılan çalışmalarda geliştirilen ilaçların hiçbirinin kanseri tedavi etmek adına yeterli olmadığını belirtti: “Yeni terapi yöntemleri sadece birkaç ay kullanılabiliyor... Akciğer, kolon ve meme gibi büyük kanser vakaları için halen hiçbir ilacımız yok” dedi.
Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nden (MIT) kanser biyoluğu Robert Weinberg, genetik açıkları örterek tedavi sağlayacak ilaçların işe yaramamasını, kanserli hücrelerin kendisinden kaynaklandığını belirtti. Eğer, AstraZeneca üretimi Iressa veya Genentech üretimi Tarceva gibi, henüz başlangıç safhasındaki akciğer kanserinin büyümesi ilaçlarla engellenmeye çalışılırsa, kanser hücreleri etkinm olacakları başka bir yol belirliyor. Watson, buradan yola çıkarak, farklı bir yaklaşım öneriyor: ‘Kanser hücrelerin sahip olduğu özellikleri, özellikle metastatik kanserlerin özelliklerini hedef seçerek ilerlemek.’
Watson’ın değindiği bu ortak özelliklerden bazıları serbest oksijen radikalleri. Bu radikaller, hücrelerin bileşiklerini parçalıyor, DNA’da da bozulmalara yol açabiliyor. Bu nedenle, manavdan aldığımız gıdalardan, süpermarketlerin raflarındaki yiyeceklere kadar birçok yiyecekte bulunan antioksidanların, sağlıklı olabileceği düşünülüyor. Çünkü antioksidanlar oksijen radikallerine zarar veriyor. Watson, buna rağmen bu basit tablonun aslında sanıldığından çok daha karmaşık olduğunu öne sürdü. Radyoterapi ve birçok kemoterapi türü, oksijen radikalleri ortaya çıkararak kanserli hücreleri yok ediyor. Bu tedaviler, hücrelerin kendini imha etmesini sağlıyor.Watson, sanıldığının aksine ‘eğer bir kanser hastası çilek, böğürtlen, dut veya diğer antioksidanlar ile besleniyorsa, bu kemoterapinin işlemesini engelleyebilir’ tezini ortaya attı. ABD’li bilim insanı, “Herkes antioksidanların çok işe yaradığını düşünüyor... Ancak ben, bu maddelerin kanserli hücreleri öldürmemizde bize engel olduğunu düşünüyorum” dedi.
Yakın zamanda yapılan araştırmalar, Watson’ın raporunu destekliyor. Bilim insanları, en son araştırmalarda antioksidanlar arasında yer alan E-vitamininin, kanser riskini azaltmadığını, hatta yaşam süresini bile azalttığını belirtti. Öte yandan, antioksidanları bloke eden ‘anti-antioksidanların’, kanser ilaçlarını daha etkin hale getirebileceği ifade edildi. Reuters’a konuşan Sloan-Kettering Kanser Merkezi’nden kanser biyoloğu Robert Benezra, “Kanserli hücreleri oksijen radikallerinden uzak tutan her şey, etkin bir tedavi için önemli rol oynayabilir” dedi.
Watson’ın ‘anti-antioksidan’ teorisi, ironik bir durum da ortaya koyuyor. 1994 yılında hayatını kaybeden biyokimyager Linus Pauling, antioksidanlar arasında yer alan C vitamininin bol miktarda alınmasını savunmuştu. James Watson ve Francis Crick, 1953 yılındaki DNA sarmalı keşifleriyle bu amacı güden Pauling’i geride bırakmayı başarmıştı. Watson, kanserle umut vaat eden bir hedefin, hücrelerde bulunan Myc proteini olabileceğini belirtti. Hücreler içinde 1000’den fazla molekulü kontrol eden bu proteinin, kanserle ilişkisi olduğu düşünülüyor. Bilim insanları, Myc’i devre dışı bırakmanın apoptoz denilen süreci başlatarak, kanserli hücrelerin kendilerini imha etmelerine yaradığını düşünüyor.
Sloan-Kettering Kanser Merkezi’nden bir diğer kanser biyoloğu Hans-Guido Wendel, “Myc aracılığıyla kanser tedavisi geliştirilmesi uzun bir süreden beri tartışılıyor.. Bu proteini bloke etmek ilginç bir araştırma alanı olacak. Bana kalırsa buradan bir tedavi çıkabilir” dedi. Öte yandan, Myc tedavisi kansere neden spesifik mutasyonu hedef alacak ilacın geliştirilmesi adına milyarlarca dolarlık bütçe gerektirebilir. Watson, kanser tedavisinde yeni bir sayfa açan raporunu, önemli bir notla bitirdi: “Kansere karşı mücadelede en büyük engel, bugün yürütülen araştırmaların son derece tutucu olmasıdır. Bu böyle devam ederse, kanser tedavisi her zaman 10, 20 yıl sonra olacak” ifadesini kullandı.