Johannesburg'da derme çatma evlerin olduğu bir mahalledeyim. Mahalle sakinlerinden biri "Apartheid'i sevmiyorduk. Ama apartheid döneminde bazı şeyler daha iyiydi" diyor.
Durban'da benzer bir mahallenin sakini de aynı şeyleri söylüyor: "Apartheid döneminde hayat kötüydü. Ama şimdi daha da kötü."
Aslında duyduklarıma biraz şaşırdığımı itiraf etmeliyim.
Bu, kutsal kabul edilen bir şeyi sorgulamak gibi birşeydi. Apartheid, hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak kötü bir sistem değil miydi?
Ama yeni Güney Afrika'nın hala aşırı yoksulluk ve yüksek işsizliğin pençesinde olduğu gerçeği daha bir belirginleştikçe tabular da kalkıyor.
Şüphesiz Nelson Mandela, hala siyah Güney Afrikalıları Apartheid rejiminin zulmünden kurtaran kahraman olarak kabul ediliyor.
Cennet düşü gerçekleşmedi Ama Güney Afrika ekonomisinin rotasını, devletin aktif müdahalesinden neo-liberal serbest Pazar ekonomisine çevirdiği için de eleştiriliyor.
Nelson Mandela'nın cumhurbaşkanlığı sırasında müdahaleci yeniden yapılanma ve kalkınma programı adı verilen sistem yerini büyüme, istihdam ve yeniden paylaşım sözcükleriyle ifade edilen Pazar ekonomisi aldı.
İlk sistem, cennet vadediyordu. Beş yıl içinde temiz su, yeni bir kanalizasyon sistemi, toprak reformu ve bir milyon yeni konut vadediyordu.
Cennet düşü gerçekleşmedi. Güney Afrika ekonomisinin gücü buna yetmedi.
Mali sistemde değişikliğe gidildi. Yeni sistemin bir orta sınıfın yaratılmasına katkıda bulunması, bu insanlardan alınacak vergilerin yoksulları ayağa kaldırması umuldu.
Gerçekten bir orta sınıf yaratıldı ama gelir vergisi yoksullara gelmedi.
Milyonlarca Güney Afrikalı hala gecekondularda yaşıyor. Evlere yağmur çamur giriyor. Güvenlik olmadığı için hırsız giriyor. Bu mahallelerde evlerde içme suyu yok. Bidonlar sokak çeşmelerinden dolduruluyor. Evlerde doğru dürüst aydınlatma sistemi de yok.
'Sadece sıfatlar değişti; 'siyah'ın yerini 'yoksul' aldı' İktidardaki Afrika Ulusal Kongresi'nin eski üyelerinden Bricks Mokolo ile konuşuyorum. Burada hükümeti eleştirmenin hala zor olduğunu söylüyor.
Herkesin Afrika Ulusal Kongresi'ni, Nelson Mandela'yı sevmeye zorlandığını, şikayet etme cesaretini gösterenlerin aşağılandığını anlatıyor.
Mokolo öfkeyle anlatmaya devam ediyor:
"Nelson Mandela'yı beklemedim. Ben de özgürlüğüm için savaştım. Apartheid döneminde işkence gördüm."
O kadar ağır işkence görmüş ki gardiyanlar öldü sanmışlar. Gece morga kaldırmışlar. Sabah da "cesedini" tarlaya atmışlar.
Mokolo özellikle konut politikasının Apartheid döneminde daha iyi olduğunu söylüyor. Ülkenin dört bir yanında inşa edilmekte olan yeni konutları, Güney Afrika halkına bir "hakaret" olarak tanımlıyor. Bu evlerin Apartheid rejiminde mezralarda yapılan kibrit kutusu gibi evlerden daha küçük olduğundan yakınıyor. "Afrika Ulusal Kongresi, Apartheid'ın devamından başka bir şey değil. Kurtuluşumuzdan 20 yıl sonra hala derme çatma yerleşim yerleri var" diyor:
"O günlerde siyahlar için ayrı yerler vardı. Aynı yerler duruyor. İnsanlar da. Sadece sıfatlar değişti. Siyahlar yerine artık yoksullar yaşıyor buralarda." diye devam ediyor.
Daha önceki ziyaretlerimde böyle bir öfkeye rastlamamıştım.
Pahalı evler ve şık arabalara sahip orta sınıfın yükselişine rağmen, son haftalardaki grev dalgası artan huzursuzluğu yansıtıyor.
Çöpçüler Nisan'da 10 gün grev yaptı. Tren ve liman işçileri de geçen ay iki hafta süreyle grevdeydi. Maden işçilerinin grevi mahkeme kararıyla durduruldu.
Grev, planlandığı gibi yapılsaydı tüm ülke Dünya Kupası sırasında karanlığa gömülecekti. Bu yüzden tüm statlara böyle bir olasılığa karşı jeneratörler kondu.
Son Dünya Kupası sırasında Bağdat'taydım. Elektrikler kesik olduğu için kimse maçları izleyemiyordu. Aynı şey burada da olur mu acaba?