10 yıl önce Kahire'de tanık olduğum bir an, "Bir dakika bu sıradan bir protestodan farklı" dememe yol açmıştı.
Dönemin Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek'e karşı başlayan ilk protestolardan birkaç gün sonra, bir Cuma günüydü.
Nükleer silahların yayılmasını önleme faaliyetleri ile Nobel Barış Ödülü alan Mohamed El Baradey rejimi eleştirmeye başlamıştı. Her zaman barışçıl protesto taraftarı olsa da, Cuma günü camiye gittiğinde herkes bir gerilim yaşanmasını bekliyordu.
Caminin etrafında yüzlerce polis, binlerce eylemci bekleme halindeydi.
Mübarek'e muhalefet konusunda kuşkularım vardı. Önceki yıl birkaç eylem görmüştüm ve genelde cesur orta sınıf eylemcilerin çok sert bir şekilde gözaltına alınana kadar slogan atması şeklinde oluyordu.
O Cuma günü, namazdan sonra eylemciler polisle karşı karşıya geldi.
Bu sefer işlerin farklı olacağını anladığım an ise protestocuların eğitimli orta sınıf değil, yoksul ve çaresiz Mısırlı adamlar olduğunu gördüğüm andı.
Polis araçlarını ters çevirip ateşe verdiler. Göz yaşartıcı gaz ve coplara rağmen durmadılar.
Kentli yoksullar olmadan devrimlerin hiçbir gücü yoktur.
O gün kalabalıklar Nil Nehri üzerinden, kentin sembolik merkezi olan Tahrir Meydanı'na giden köprülerden geçebilmek için polisle çatıştı.
10 yıl önce Hüsnü Mübarek devrildiğinde, onun destekçilerine karşı 18 gün boyunca dövüşmüş protestocular bunu büyük bir sevinçle karşıladı.
Aynı günün akşamında ise rejimin sokağa çıkma yasağı nedeniyle kentin gömüldüğü sessizliği, meydandaki çatışma sesleri deldi.
Şiddet dolu ve sıra dışı bir başka günde ise protestoculara develere binen adamlar saldırmıştı...
Devrimin gerçek anlamda bir lideri olmaması, daha popüler ve demokratik hissettiriyordu.
Ama aynı neden, sonunu da getirdi.
Protestolarda öne çıkan genç kitleler kendilerini siyasi bir güce dönüştürecek bir örgütlenmenin yolunu bulamadı. Bu anlaşılır bir durumdu. Yıllar süren otoriter yönetim, yüzünden pek çok şeyi sıfırdan inşa etmeleri gerekiyordu.
2012'deki devlet başkanlığı seçimi, Mısır'daki iki örgütlü grubun adaylarını karşı karşıya getirdi.
Bir yanda 1920'lerden beri Mısır'ı bir şeriat devletine dönüştürmeye çalışan ve önlerinde büyük bir fırsat olduğunu düşünen Müslüman kardeşler vardı.
Diğer yanda ise 1952'de iktidarı ele geçirmelerinden bu yana ülkeyi yöneten ordu…
Mısır'da ekonominin büyük kısmını ve kârlı sektörleri kontrol eden ordu, iktidarını koruyabilmek için eski bir hava komutanı olan Mübarek'i feda etmişti.
Müslüman Kardeşler seçimi kazansa da ülkeyi kötü bir şekilde yönetti ve kendi tabanlarından olmayan kesimleri hızla ötekileştirdi.
2013'te gittikçe artan istikrarsızlık ve şiddet olaylarının gölgesinde, ordu yönetime el koydu.
2014'ün başında çoğu sivil iki binden fazla kişi sokaklardaki şiddet nedeniyle hayatını kaybetmişti.
Bunlara ben de tanık oldum: Askerler, devrik lider Muhammed Mursi'nin tutulduğu üssün etrafında toplanan destekçilerine ateş açıyordu.
Müslüman Kardeşler'in oturma eylemlerindekilere ateş açan kolluk kuvvetlerinin 900'den fazla kişiyi öldürmesinin ardından aileler camilerde toplanan cesetleri, Ağustos sıcağında çürümeye başlamadan önce teşhis etmeye çalışıyordu.
Merdivenleri kanla kaplandığı için kayganlaşan bir camide, yakınlardaki Ramses Meydanı'nda düzenlenen büyük bir eylemde öldürülenler hızla kefenlere sarılıyordu.
Ordu o dönemden bu yana ülkedeki iktidarını konsolide etti.
Liderleri Mareşal Abdülfettah es-Sisi, devlet başkanı olduktan sonra Mübarek döneminde denenenden çok daha kapsamlı ve acımasız bir polis devleti kurdu.
Rejime muhalefet etmek veya devlet başkanıyla alay etmek gibi sebeplerden on binlerce kişi tutuklandı.
İnsan hakları örgütleri tarafından adil olarak görülmeyen davalar sonucu yüzlerce kişi idam edildi.
Mübarek'in devrilmesi, Tunus'taki bir halk devriminden kısa bir süre sonra gerçekleşmişti. Ve Arap dünyasının geleneksel olarak kültürel ve politik merkezi konumunda görülen Mısır'da 2011 başında başlayan bu olaylar hızla tüm Orta Doğu'ya yayıldı.
Bu protestolar her şey değiştirdi. Fakat bu değişimler sokaklarda özgürlük ve rejimin devrilmesi için slogan atan kitlelerin arzuladığı yönde olmadı.
Otoriter liderler geri döndü. Yüz binlerce kişi öldü ve milyonlarca kişi evlerini kaybetti.
Cihatçı radikal gruplar güçlendi ve kendi varlıklarını sürdürme savaşı veren diktatörlüklerin baskısı altında yaşayan gençleri kendilerine çekebilecek söylemler geliştirdi.
Yabancı güçlerin onları güvenilir müttefikler olarak görüp destekledikleri durumlarda, ülke içindeki yerleri kemikleşmiş otoriter liderleri devirmek çok zordur.
Mısır'daki rejim Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin finansal desteği olmadan zorlanırdı.
Devlet Başkanı Sisi, Batı ülkelerinden de önemli siyasal destek aldı.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Aralık 2020'de Sisi'ye Şeref Nişanı Büyük Haçı taktı.
Sisi rejimine karşı çıktıkları için iki çocuğu cezaevinde olan Laila Soueif, bir Zoom görüşmesinde bana Batı ülkelerinin tutumlarının değişmesi gerektiğini söyledi:
"Batılı politikacıların kendi seçmenlerine bu bölgede istikrar için bu tür liderleri desteklemeleri gerektiğini söyleyerek onları ikna etmeye çalışıyor. 'İstikrar olmazsa milyonlarca göçmen gelir, terörizm yaşanır falan filan…
"Bu geçerli bir mazeret değil… Britanya halkı silah ve enerji şirketlerinin çıkarlarını halkın çıkarlarının önüne koyanlara hizmet ettiği için hükümetlerine hesap sormalı."
Rejimler iktidarlarını korumayı başarsa da istikrar veya rıza üretemedi.
Orta Doğu uzun ve zorlu bir değişim sürecinin içinde.
2011'de yolsuzluk, baskı ve işsizlikten bunalan gençler isyan etti. Bütün bu şikayetler bugün de geçerli.
30 yaş altındakiler arasında işsizliğin dünyada en fazla olduğu ülkeler, Arap ülkeleri.
Orta Doğu'da içten içe yayılan bir öfke var.
2011'den yeni bir demokrasi ile çıkmayı başaran tek ülke olan Tunus'ta bu yıl işsizliğe karşı büyük protestolar düzenlenmeye başladı.
Ekonomik ve siyasi çöküş yaşayan Lübnan'da ise eylemciler kamu binalarına saldırdı.
Gençlerin tavırları önemli, çünkü nüfusun büyük kısmını onlar oluşturuyor.
Covid-19 pandemisinin etkisi, mevcut sorunları daha da büyütüyor.
10 yıl önce umutlar ezilerek bastırılmıştı.
Fakat tarih bize baskının yalnızca korku eşiği aşılana kadar işe yaradığını gösteriyor.