Gerek televizyon kanallarında gördüğümüz sonradan gurmeler, gerek sosyal medyada "en güzel şu burda yenir." tarzı hesap sahipleri olsun annelerimizin gazabından kendilerine düşen payı alıyor ve terlik radarına giriyorlar. Seneler boyunca kendilerini altın günlerinde eğitmiş olan anneler, asıl gurmenin kendileri olduğunu iddia ediyor! Yemek jürilerinin beş yıldız verdikleri yemeklere bile "mundar etti güzelim eti, onu söyle domatesle kavurucaksın ki, tadı çıksın." gibi güzide yorumlarda bulunan annelerimizin savına, kulaklarımızdan nazikçe çektikleri için kulak veriyoruz.
Annelerimizin ustalık eseri olan bu muhteşem yemek için söylenecek o kadar çok şey var ki! Tam kıvamında pişmiş pirinçleri, fıstığı, kuş üzümü, yumuşacık ama dağılmayan yaprağının kıvamıyla sarma kesinlikle altın günlerinin şampiyonudur. Ne kadar çok yapılmış olursa olsun, ilk biten yine odur.
Sırf bunu yiyebilmek için güne giden ergenler vardır. Ailesini ziyaret edeceği zamanı, altın gününe getiren vefalı(!) evlatlar da tabii. (yazar burada kendinden bahsetmiş.)
Kişinin yemek yapma seviyesi sarmayla ölçülür ve sarmanın en güzelini de anneler yapar.
Ayrı ayrı bile tapılası olan bu isimler bir araya geldiğinde başka bir boyuta taşınıp, gün sofralarını süslüyor.
Tane tane yapılır ama kilo kilo yenilir. Peki tahmin edin bu dünyada en çok mercimek köftesi yiyen kimlerdir? Cevap; yine Anneler! Ağızlarının tadını bildikleri o tombul ellerinden de belli oluyor zaten. (Hayır anne, sana şişmansın demek istemedim, gerçekten... :( )
Sigara böreği de olur çıtır çıtır, kol böreği de. Ahh hele bir de su böreğiyse menüdeki, insanın tüm derdi tasası yok olur bir kaç dakikalığına da olsa. Devre arasına girmiş futbol maçı gibi, az önce kocasıyla boşanacakları için ağlayan Ayten, börekleri lüpletirken unutuverir acısını da, bittiğinde yeniden belirir göz yaşları, tabakta boşalan su böreğinin artık olmadığı yere doğru. İşte öyle bir lezzettir ki su böreği; anlayamaz insan Ayten'in hangisine ağladığını. Benim oyum, biten su böreği için ağladığı yönünde.
Bize gelince birer sağlıklı yaşam neferi kesilen annelerimiz, konu kendileri olunca biraz farklı davranabiliyorlar. Salata diyince insanın aklına böyle yeşillikler, sebzeler filan gelirken, günde yapılanlar; Kısır, patates salatası, makarna salatası oluyor, bu salatalar da muhtemelen sofradaki en hafif yemekler. Bu salataları tek tek övmeyi her ne kadar çok istesem de, anlatırken açıktığım için susuyor ve gurmelik konusunda annelere bir puan daha ekliyorum.
"Sen! zayıf olucam diye iki marula razı gelen kişi, evet sen! Söyle bana şimdi sen mi büyüksün, ben mi, ben Yaşar usta..." Benim oyum Yaşar Usta rolüyle karşımıza çıkan annelere gidiyor, muhtemelen sizin de...
O bir duayen, o bir olmazsa olmaz, o annelerin gizli silahı! Sade kekle bile mucizeler yaratan annelerimiz bir de onu çikolatalı sosla süslediler mi evde yer yerinden oynar. Pişmeden, hamur haline bile parmak bandığımız o gizli karışım, piştikten sonra da tabakta kalan son sosu temizlemek suretiyle parmaklarımızı yedirtir. Pastahanelerde de rastladığımız bu tarifin, anne eli değmiş olanı makbuldür. Her ay ıslak kek yiyebilen insan şanslı insandır, ağzının tadını bilen insandır, anadır o ana!
Bir kere anne açması, poğaçası sizin sabah kahvaltısında mecburiyeten yediğiniz pastane ürünlerinden kesinlikle farklıdır. Onlar ki malzemeden çalmadan harçları koyar, en kaliteli malzemeleri kullanırlar. Açmanın içinde zeytin beklerken anca çekirdeğini görebildiğiniz fabrikasyon ürünleri unutun ve çocukluğunuza dönün. Annenizin pişirdiği o çörekotlu poğaçaların kokusunu, sıcak sıcak yemeye çalışırken ağzınızın içini dolduran buharını, yansanız dahi umursamadan gömdüğünüz her bir lokmayı düşünün! Her ay diyorum, otuz günde bir diyorum, yiyolar diyorum!
Siz, bizi tehdit etmeyen, dolayısıyla çok da umurumuzda olmayan ikinciyi tartışırken biz annelerimizin altın günlerine sızmanın yollarını arıyor olacağız. Son olarak; hala asıl gurmenin kim olduğuyla ilgili şüpheleriniz varsa bir şey demeden sizi annelere havale ediyorum.