Düşük sosyo-ekonomik düzey, sosyal destek eksikliği, iş stresi, aile yaşamında depresyon, anksiyete, düşmanlık ve D tipi kişilik; hem kalp-damar hastalığı (KDH) gelişme riskine, hem de mevcut olan KDH’nın klinik seyrinin kötüleşmesinde katkıda bulunur. Konuyu açmak gerekirse; düşük eğitim düzeyi, düşük gelir, düşük statülü iş sahibi olma veya yoksul bir yerleşim bölgesinde yaşama şeklinde tanımlanan düşüksosyo-ekonomik düzeyin kadın ve erkeklerde hem tüm nedenli, hem de KDH’ya bağlı ölüm riskini arttırdığını gösteriyor. Sosyal izolasyon ve sosyal destek eksikliği, başkalarından izole veya bağlantısı olmayan kişilerin zamanından önce KDH’dan ölme riski taşıyor.
İş ve aile yaşamında yüksek psikolojik talepler ve iş gerginliğine bağlı stresin erkeklerde KDH gelişimi için bir risk faktörü olduğuna dair kanıtlar mevcut. Kadınlar ile ilgili çalışmalar daha az olmasına karşın, aile yaşamında uzun süreli stres durumunun da KDH riskini arttırdığı görülüyor. Psikolojik hastalıklar arasında depresyonun, bir çok çalışmada KDH gelişimini arttırdığı ve klinik seyri kötüleştirdiği, anksiyete ve panik atakların da KDH olay riskini arttırdığı biliniyor. Yaygın anksiyete ve panik ataklar mevcut KDH’nın seyrini daha da kötüleştirebilir. Son çalışmalar anksiyetenin yeni KDH ve kalp krizi sonrası istenmeyen olaylar için bağımsız bir risk faktörü olduğunu doğruluyor. D tipi kişilik yapısı kronik stres altında kalan ve stresle baş etme yöntemlerini bulamayan endişeli, mutsuz, yorgun, isteksiz olan kişileri kapsar. Bu kişiler, hiçbir şey yapmak istemezler. Negatif düşüncelere sahip olan, sosyal ve iş hayatından kopuk tiplerdir. KDH geçirme riskleri normal popülasyona göre 2-3 kat fazladır.
Stres, çalışma hayatının ve yaşamın gereklerinin neden olduğu psikolojik baskıdır. Hepimiz stresle her gün yüz yüze oluruz ve bunu engelleyemeyiz. Endüstrileşme ve şehirleşmenin getirdiği rekabet, yüksek bir tempoda çalışma zorunluluğu, duygusal bağ ve ilişkilerin azalması, sürekli olarak daha çok şeye sahi p olma isteği günümüzde daha stresli bir yaşantıya ve depresyona neden oluyor.
Stresli bir ortamda çalışırken, stresle başa çıkabilmek için bedenimiz daha fazla adrenalin ve kortikoid salgılar. Devamlı stres altında yaşanması sonucu artan adrenalin ve kortikoid seviyeleri biz fark etmesek de vücut içinde tahribata başlar. Stres koroner damar hastalığı gelişiminde etkili risk faktörlerinin gelişiminde de etkilidir. Stres kısmen kan basıncını arttırdığından, düzensiz beslenme sonucu yüksek kolesterol düzeyleri oluştuğundan ya da insanlar stresle baş etmede sigaraya veya aşırı alkol kullanımına yöneldiklerinden bu durum KDH gelişimini, ani kalp krizini arttırıyor.
Birçok çalışma öfke ve düşmanlığın hem sağlıklı hem de KDH’sı olan kişilerde artmış kalp-damar olay riski ile ilişkili olduğunu doğruluyor. Öfkeli tepki gösteren bir kişinin kalp krizi geçirme tehlikesi yaklaşık 5 kat artıyor. Kişinin öfkeli tepki gösterdiği anı izleyen iki saat, riskin en yüksek olduğu zaman dilimini oluşturuyor ve bu sürede kalp kriz tehlikesi önemli oranda artıyor. Bunun aksine kızgınlıkların ifade edilmemesi de önemli olabilir, çünkü öfkelerini bastıran kalp-damar hastalarında istenmeyen kardiyak olay riski artış gösterir.
İş stresinden kaçınmak için planlı hareket edilmeli, yapılması gereken acil işlere öncelik verilmeli ve geri kalan işlerin ise yetiştiği kadarı yapılmalı. Yapılmaktan hoşlanılmayan aktivitelerde başka alternatifler düşünülmeli. Spor yapılmalı, beslenmeye dikkat edilmeli, çok fazla kafein ve alkol tüketiminden uzak durulmalı. Trafikte strese girenler, yola çıkarken trafiğin olduğu fikrine alışmalı. Gün içindeki boş zamanlarımızda ya da bekleme sürelerinde çanta, evrak düzenlemek, evi toparlamak, aramaya fırsat bulamadığımız kişilerle telefonla görüşmek gibi daha önce ertelenen işler yapılabilir.
Karşılıklı ilişkilerde stresten uzak durmak için kişiler birbirlerini dinlemeli. İletişimin, özellikle kaygının ve acının paylaşılmasının insanları rahatlattığı araştırmalarla kanıtlanmış durumda. Gülmek vücudun doğal mutluluk hapı olan endorfin salgılanmasına neden olur. Yani mutluyken güldüğünüz gibi , güldüğünüzde de mutlu olursunuz. Gülmek tedavi eder. Stresin yüksek tansiyon, baş ağrısı gibi hastalıkları tetiklediği bilindiği gibi, gülmenin de sinirleri gevşettiği, kan dolaşımını kolaylaştırdığı da bilimsel olarak ortaya konuldu. Araştırmalar, müzik dinlememizi öneriyor çünkü müzik, kortizol salgısını yavaşlatarak stres hormonlarının düzeyini düşürüyor.
Kalp, aşkı hissettiğinde vücutta endorfin hormonu salgılanır. Endorfin, keyif ve mutluluk veren bir hormondur. Vücuttaki tüm organlar bundan olumlu etkilenir. Bu nedenle başarılı bir aşk hayatı kalp sağlığı için çok önemlidir. Yanı sıra beden adrenalin salgılar ve neticede kalp hızımız artar, kalbimiz daha güçlü çalışır, bedenimize organlarımıza daha fazla kan pompalanır, bu da bizi daha enerjik ve dinamik yapar. Ancak acı veren aşk ve dozunu aşan heyecanın ise adrenalin seviyesini normalden daha fazla yükselterek kalbe zarar verdiğini de unutmamalıyız.
Ayrılık veya kalp acısının kanı pıhtılaşmasında, kan basıncında, stres hormonu düzeylerinde ve kalp hızı kontrolünde değişikliklere yol açtığına dair kanıtlar bulunuyor. Ek olarak olaydan sonraki ilk birkaç ayda, bireylerin kolesterol düşürücü ilaç veya aspirin gibi koruyucu ilaçları düzenli olarak alamadıkları biliniyor. Bu tip düzenli ilaç kullanımında, ani kısa süreli kesilmelerin artmış kalp-damar olay riskine neden olabilir. Kişinin çok sevdiği yakınlarından birini kaybetmesi, sevgililerin veya eşlerin ayrılması gibi emosyonel streslere bağlı olarak, çoğunlukla kadınlarda görülen, adrenalin gibi stres hormonlarının artmasına bağlı olarak göğüs ağrısı, nefes darlığı, sıkıntı, fenalık gibi semptomlarla seyredebilir ve kalp krizini taklit edebilir. Ancak bu duygu-durum bozukluğunun çok yoğun yaşanması sonucunda kalp krizi gibi ciddi KDH’lar gerçekleşebilir.