Hıncal Uluç, 14 Şubat'ı bir 'Yalnızlar Gecesi' ile kutlayacak olsa da; hâlâ aşkın sekssiz de yaşanacağına inanıyor, hâlâ ona kapıyı açacak o özel kadını bekliyor...
KAPIMI BİRİSİ AÇSIN İSTİYORUM AMA HERHANGİ BİRİSİ DEĞİL
Türkiye'de Sevgililer Günü deyince ilk akla gelen isim Hıncal Uluç. Uluç'un 1977'de evlendiği Amerikalı eşi Holly sayesinde 14 Şubat yani St. Valentine's Day, Türkiye'de de Sevgililer Günü olarak bilinmeye ve kutlanmaya başlandı. Aradan yıllar geçti, Hıncal Uluç sevgili Holly'sinden ayrıldı ama her 14 Şubat'ta bu vesileyle kulakları bol bol çınlatılır oldu. Sevgililer Günü'nün tüketim alışkanlıklarını körüklemek için icat edildiğini söyleyerek Uluç'u eleştirenler de oldu, Sevgililer Günü'nün St. Hıncal Günü olarak değiştirilmesini talep edenler de... Hatta artık kendisinin St. Valentine's'i anmaktan fena halde sıkıldığını ve içten içe pişmanlık duyduğunu iddia edenler de... Biz de işin aslını kendisinden öğrenelim diyerek, çaldık kapısını... Ama hazır yakalamışken Hıncal Uluç'la sadece Sevgililer Günü'nü konuşmadık elbette. Aşk, evlilik, kadınlar, ilişkiler, yalnızlık... Biraz hüzün sonra o hüznü dağıtan kocaman bir kahkaha; şu meşhur Hıncal Uluç kahkahası... Fon müziği niyetine... Ve yaşadığı her duyguya sonuna kadar sahip çıkan, kahkahanın da, gözyaşının da hakkını veren bir Hıncal Uluç... Boşuna değil, "Sen hüngür hüngür ağlamayı bilmiyorsan, senin gülmenin kıymeti yok" demesi...
ÇİKOLATA YA DA TEKTAŞ
Sevgililer Günü muhabbetinden gerçekten sıkıldınız mı artık?
Vallahi sıkılmadım. Hayatta yaptığım en güzel işlerden biri olduğuna inanıyorum. Ben, o belirli günlere karşı olmayı bir marifet zannedenlerden değilim. "Böyle günleri ben anlamıyorum, katılmıyorum" demek başka bir şey; "Niye kutluyorlar, kutlamasınlar" demek başka bir şey. Ben sizin Sevgililer Günü'nüzü kutluyorsam, bu senede bir gün sizi seviyorum demek değil. Her gün sevdiğim için bugün kutluyorum... Dünyada iki milyar kadın var, ben bir tanesinin Sevgililer Günü'nü kutluyorum, iki milyarın değil! Bir de efendim, yok ticaretmiş bilmem ne! Ne zararı var? Türkiye 2000 yılından bu yana krizden krize girdi. Kaç kişi işsiz, kaç fabrika, kaç dükkan kapandı, kaç ailenin yiyecek yemeği yok... Sevgililer Günü dolayısıyla İstanbul'un bütün restoranları o gece dolacak... O para nereye gidecek? 50 lira hesap getiren garsonun alacağı bahşişle, 5 bin lira hesap getiren garsonun alacağı bahşiş aynı mı? Sevgililer Günü'nde size minicik çikolata da alabilirim, tektaş yüzük de alabilirim... Cebimdeki parayı bir şekilde harcayacağım, az ya da çok ama cebimdeki parayı harcamam demek, cebinde parası olmayanların cebine para girmesi demek. Basit bir ekonomi kuralı bu.
Peki, sizin planınız ne 14 Şubat günü için?
Gece kulüplerinin, restoranların, bir yığın Sevgililer Günü ilanları var ama hepsi iki kişilik. Ertekin'e dedim ki, "Sevgililer Günü'ne sevgilisiz girenler de var, onlar ne yapacak?" Şöyle bir baktı ve "Yalnızlar gecesi düzenleyelim, single'lar da oraya gelsin" dedi. (kahkahalar) Onun Kalamış Marina'da bir yeri var. Biz orada olcağız...
AŞKTA HUZUR OLMAZ
Siz aşkın milyonlarca tarifinden hangisine inanırsınız?
Aşkın tarifi yok, aşkın tarifini yaparım diyen gelsin göreyim... Shakespeare'den başlayarak kimse yapamamış. Güzelliği de orda zaten, duyulmaz, söylenmez (elini kalbine götürüyor) buralarda bir yerlerde yaşanır. (gülüyor)
Bir röportajınızda, aşkta huzurun ve mutluluğun aynı anda yaşanamayacağını söylemişsiniz. O halde hangisinden vazgeçmeliyiz?
Huzuru şöyle tarif ediyorum ben; kaybedeceğin bir şey yok, kaybedeceklerini de kaybetmekten korkmuyorsun, o zaman huzurlu olursun. Ama aşıksan, huzurlu olmana imkan yok. Çünkü hayatının en değerli şeyine sahipsin ama onu kaybedebilirsin. Bırakıp gidebilir, ölebilir, kaybolabilir... Mutlu olduğun andan itibaren, o mutluluğu kaybetme korkusu başlar, o zaman da huzurun kaçar.
"Mutlu aşk yoktur" diyen Aragon'a ne cevap verirsiniz?
Bütün aşklarım 'mutsuz son'la bitti. Ben hep terk edilen oldum hayatta ama bu mutsuz aşk yaşadığım anlamına gelmez. Çünkü mutluluk, yaşadığın an... Hiç aklımın almadığı bir takım sebeplerle beni terk edip giden kadına normalde öfke duymam lazım. Terk edildiğin anda duyuyorsun ama geriye dönüp baktığında- hani derler ya film şeridi gibi- o filmin bir yeri pırıl pırıl, olağanüstü... Peki o filmin oyuncusu kim? O olmasa, o parlaklık, o ışık olmayacak. O zaman ona öfkelenmen değil teşekkür etmen lazım.
Sürekli yalnız olduğunuzu vurguluyor, "Kapının ziline basmak istiyorum ve içeride birinin olmasını diliyorum" diyorsunuz. Aslında bu yalnızlıktan gizli bir haz duyuyor olabilir misiniz?"
Yalnızlığı sevmiyorum. Ben hayatım boyunca skor düşünmedim. Öyle mutlu olan erkekler de var, yani skorcu... Ben üst katta gazete okurken, o alt katta bilgisayarın başında da olabilir ama benim kafamda o an biz sevişiyoruz onunla. Divanda uzanmış gazeteleri okuyorken, biliyorsun ki aşağıda bir sıcaklık var. İstediğin an yanına gelecek, sana sarılacak... Bundan iyi sevişmek olur mu? Öbürü kolay; 200 dolar verirsin, dünyanın en profesyonel kadını gelir ve öyle cambazlıklar yapar ki yatağın içinde... 200 dolara sahip olabileceğin bir şey için öbürü çok pahalı, bütün zamanını alıyor. Şimdi bunların hangisi sevişmek...
SKOR BENİ İLGİLENDİRMEZ
O halde hâlâ aynı şeyi savunuyorsunuz: Sekssiz aşk olur...
Evet, çünkü dokunmasak da birbirimize sekstir o. Skor beni ilgilendirmiyor, ben onu çok iyi tanımalıyım, o beni çok iyi tanımalı, öyle sevmeliyiz birbirimizi...
Bir kadını keşfetmek zor mu?
Bunca yıldır hayatımda çok az kadın keşfettim, çok az aşık oldum... İki tanesiyle de evimde o aşkı yaşadım. Biri herkesin bildiği Holly, onu saklamıyorum çünkü resmi eşimdi. Öbürü özeldir, katiyen de açıklama yapmam. Benim sevgilim, taptığım, altı sene başımın üstünde taşıdığım bir kadın için gazetede 'Hıncal'ın eskisi' diye yazacak... Böyle bir şey yazdırır mıyım?
Şövalye ruhlu olmak böyle bir şey mi?
E öyle... Bunu da babama borçluyum. Okuma yazmayı öğrendiğimde şövalye romanları okutturdu bana... Şövalye ruhunun birinci maddesi kadına saygı, ikinci maddesi paraya değer vermemek... Bunlar benim hayatımın iki maddesidir.
Geriye dönüp baktığınızda başrolünde olduğunuz ve tekrar yaşamak isteyeceğiniz çok özel bir kare var mı hayatınızda?
Ben çok iyi yaşadım. Giderken, içimde bir ukde olmadan gideceğim. Çok mutlu yaşadım, çok huzurlu yaşadım, çok üzüntülü yaşadım, çok ağladım... Ama sen hüngür hüngür ağlamayı bilmiyorsan, senin gülmenin kıymeti yok. Hıncal çok iyi gülüyor; Hıncal çok iyi ağlıyor da ondan... Ağlamayı benim kadar iyi bilen biri yok. Ağlamam gerektiği yerde ağlıyorum.
Sizce sabah kahvaltısının mı aşkla bir ilgisi var yoksa akşam yemeğinin mi? Sabah kahvaltısı çok hoş bir şeydir benim hayatımda. Sevgilimle ya da eşimle, mutfaktaki minnacık masada yapılan sabah kahvaltılarının zevkini severim. Hele bir de kahvaltıya kalmışsa... Kahvaltıya gelmişse değil, kalmışsa. (kahkahalar)
İzmirli şair Leyla Omamay der ki, "Kadınlar çocuklar gibi acımasızdır kaybedince aşkta, erkekler cehennem kadar masum" Siz ne dersiniz?
Benim aşk şiirlerimde, aşkla cehennem bir araya gelmez. Güzel olan yaşanmış olması, sonu önemli değil. Dünyanın en güzel, en unutulmaz aşkını Romeo ile Juliet yaşadılar. Kötü bitti. Kötü müydü o aşk, ikisi de öldü diye sonunda...