Aşkın psikolojik ve fizyolojik açıdan kişiyi daha enerjik ve sağlıklı bir hale getirdiği uzun yıllardır bilinen bir gerçek.
Aşık olunması durumunda kişi; dopamin, serotonin ve noradrenalin gibi hormonların aktif ve dengeli şekilde salgılanmasıyla, bedensel ve zihinsel anlamda farklı bir deneyime adım atıyor. İlk görüşte aşkın gerçekleşmesinde, aşkın beyinde bağımlılık etkisi yaratmasında, sadakatin gelişmesinde hormonlar aktif olarak rol alıyor.
Erkekler, uygun ortam ve koşullarda güzel bir yüz gördüğü zaman asla dayanamaz, hele ki o yüzün sahibi güzel bir vücuda da sahipse... Özellikle yaş henüz kemale ermemişse, yani delikanlılık durumu varsa, bu dayanma sınırı daha da düşüktür. Bu konuyla ilgili bir başka klişe de turist kızların her zaman libidomuzu yerinden oynattığı. Bu sadece Türk' lere has bir özellik sanıyorsanız yanılıyorsunuz çünkü bu durum dünyanın her yerinde geçerli. Nedeniyse komşunun tavuğu mantığıyla açıklanabilir. Gelir geçer olan yaz aşkları her zaman etkileyici olur.
Baştan beri söz ettiğimiz bir güzellik var. Bu güzellik göreceli bir kavramdır ve kişiden kişiye değişir. Aşk denilen şeyse bu güzelliğe vurulmaktır. Peki evliliğin aşkı öldürdüğünü iddia edenler ne kadar haklı? Evlenmiş ve boşanmış erkeklere soracak olursanız, onlara göre hayatlarından geçen tüm kadınlar güzeldir ama yeterince değil. Bayan doğruyu bulmak için sadece görünüş güzelliği yeterli değil. Güzelliğinin yanı sıra şirin, zeki, eğlenceli gibi ekstra tamamlayıcı özellikleri de olmalı. Aksi takdirde dış güzellikle başlayan aşk, kısa sürede tükenip sonlanır. Bu aşamadan sonra ise suç hemen evliliğe atılır. Oysa gerçekler farklı, evlilikle aşk arasında katil - maktul ilişkisi yok. Güzellik ve aşk ise tartışmasız birbirlerini tetikleyen iki kavram. Özellikle gençseniz bu ikiliden kaçışınız olamaz. Ama yaş ilerleyip, gerçek aşkı aramaya koyulduğunuz zaman bunun bir delilik değil de, inşam sakinleştiren, hayatını düzene koyan bir duygu olduğunu görebilirsiniz. Plato'nun (Eflatun), gerçek aşkı tanımladığı cümlelerde insanlara kızan bir Tanrı vardır. Bu kızgın Tanrı, insanları ortadan ikiye ayırır ve yeryüzünde farklı noktalara gönderir. İşte bu ayrılıktan sonra her insan kayıp olan diğer parçasına ulaşma arzusuyla yani kendini tamamlayabilme tutkusuyla deli gibi gezer durur. Bir arayış içerisindedir velhasıl. Yarım kalan insanoğlu için, diğer yarısının nasıl bir şey olduğu kafasında net olarak vardır ama iş onu bulmaya gelince seçeneklerin hiçbiri tam olarak uymaz. Evliliklerse sırf bu yüzden bir noktadan sonra sonlanır. "Harika bir vücudu var, çok güzel bir kadın ama gereğinden fazla zeki. O kadar ki, zekâsı çenesine vuruyor", "Çok tatlı, şirin bir karım var ama biraz tutucu" şeklinde kurulabilecek cümleler uzayıp gider. Neredeyse çok az insan kendisine bire bir uyan diğer yarısını bulmuştur.