İhsan Sabri Çağlayangil'in anılarına göre Atatürk, Seyid Rıza'nın idam fotoğraflarını "Bütün Kürtleri ayaklandırır bu resim" diyerek yok ettirmiş...
Radikal gazetesinden Cengiz Çandar'ın yazısı
Başbakan, Dersim'le 'resmi tarih'i yırttı!
Erdoğan'ın Dersim özrü hiçbir bahane ve gerekçeyle geçiştirilemeyecek, büyük bir olaydır.
Başbakan Tayyip Erdoğan dün müthiş bir iş yaptı. Arşivlerden Dersim katliamını ortaya çıkarttı, yaklaşık 75 yıllık ‘resmi tarihi’ yırttı attı.
‘Belge 2’ dedi ve “Burada belgeyi şimdi size göstereceğim. 8 Ağustos 1939 tarihli bir belge. Jandarma Komutanlığı’ndan başvekâlet yüksek makamına gönderilmiş. Dersim’e yapılan müdahalenin bilançosu veriliyor. Baskınların devam edileceği bildiriliyor. Ekte de bir cetvel var. Ölü diri teslim olanların rakamları. 1936-37-38-39’da toplam 13 bin 806 kişinin öldürüldüğü bu resmi belgede ifade ediliyor. Bakın deprem felaketinden bahsetmiyorum. Öldürülenlerden bahsediyorum” diye devam etti ve noktaladı:
“Eğer devlet adına özür dilenecekse, böyle bir literatür varsa ben özür dilerim, diliyorum.”
Dersimlilerin birçoğu yıllardır Zazaca ‘Tertele Dersim’ diye, Dersim’in bir ayaklanma olmadığını, bir ‘soykırım” olduğunu haykırıp duruyor, en azından ‘devletin özür dilemesini’ istiyorlardı.
Tayyip Erdoğan devlet arşivlerinden verdiği rakamlarla ‘Tertele Dersim’i ortaya çıkarttı ve bir de özür diledi. Bu, hiçbir bahane ve gerekçeyle geçiştirilemeyecek, büyük bir olaydır.
Dersim’deki tarihimizin yüz karası, insanlık dışı, trajik olaylar bilen biliyordu ve bu konuda sonsuz da yayın vardı. Radikal de üç gündür ‘tarihi’ bir yayın, unutulmaz bir gazetecilik sergiliyor. Ama Türkiye’nin Başbakanı’nın olan-biteni gerçek haliyle sergilemesi ve bir de ‘literatürde varsa özür dilemesi’ hepsinden önemlidir.
‘Literatürde” şayet yoksa da bundan böyle olmuştur!
İki adım daha
Ancak, bunun yarın üstü örtülecek ve sadece Tayyip Erdoğan’ın CHP’ye yönelik eleştirilerinden biri olmakla açıklanacak kuru bir devlet özür dilemesi olmaktan çıkarılması için iki adımın daha atılması şarttır:
Tunceli adı, Dersim katliam projesinin bir parçasıdır. Madem, Başbakan, yakın tarihimizle yüzleşmeye ilişkin Pandora’nın kapağını kaldırdı. Dersim’e ismi iade edilmeli ve zulmün ve katliamın simgesi olan Tunceli adı tarihin çöplüğüne gönderilmelidir.
Dersim katliamındaki rolüyle ‘kötü simge’ olan Sabiha Gökçen adı, İstanbul’daki havaalanının önünden kaldırılmalı, havaalanına Hrant Dink’in adı verilmelidir. Hrant Dink, Sabiha Gökçen’in Ermeni bir evlatlık olduğunu ve Dersim bombardımanında kullanıldığını ortaya çıkarttığı için kendi cinayetine giden yollar döşenmişti. Böyle bir jest ile ‘devlet’, Hrant Dink cinayetinden de özür dilemek anlamında müthiş bir jest yapmış olur.
Açılan yol ve CHP’nin hali
Başbakan’ın dünkü ‘tarihi tavrı’nın devamı gelmek zorundadır. Zira istense de istenmese de tarihimizin karanlık, kirli, acılı sayfaları açılacak, tarihle gereği gibi yüzleşilecektir.
Başbakan öyle bir yol açmıştır ki, 1915 Ermeni kırımından kolay kaçılamaz. Bugüne kadar ki, bildik ezber dili korunamaz. Keza, Varlık Vergisi, keza 6-7 Eylül, keza daha gerilerde yatan ve Başbakan’ın dünkü konuşmasında gönderme yapılan İstiklal Mahkemeleri..
CHP’nin aklını başına toplayıp, eğer gerçekten ‘yeni CHP’ olmak gibi bir iddiası varsa, kendi parti tarihiyle dürüstçe yüzleşme yolunu seçmesi de şarttır. Aksi halde, Dersimli genel başkanları döneminde, Dersim, CHP’yi bitirecek.
CHP sözcüleri dün bu konuda bir kez daha döküldüler. Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin, “Başbakan’ı tebrik ediyorum. Dili, üslubu ve açıklamasıyla memleketimizin ve milletimizin temeline dinamit koymuştur. Herkesi birbirine düşman etmeyi, birbirine düşürecek yolu açmayı başarmıştır. Sayesinde tarihimizi de öğrendik. Geriye söylenecek ne kaldı?” diye konuştu.
Laf mı bu şimdi? Yalan bir tarih yazıp öğreterek, katliamların üzerini örterek ve hatta meşrulaştırarak mı ‘memleketimizin ve milletimizin temeli’ korunmuş oluyordu da Başbakan’ın dünkü konuşmasıyla buna ‘dinamit’ konulmuştur?
CHP Grup Başkanvekili Hamzaçebi ise Dersim’den başlayarak İstiklal Mahkemeleri’ne, Şeyh Sait İsyanı’na, Atatürk’e giden yolun açılacağını ileri sürdü ve Başbakan’a ateş püskürdü.
Ne mahzuru var? Yalan dünyasında yaşamanın sahte mutluluğunda devam mı edelim?
11 yıldır üç ayda bir Ankara’da yayımlanan ‘Munzur’ dergisinin –Dersim Etnografya Dergisi- ta 2008 yılında 30. sayısında yayımlanmış olan ve tümü Munzur arşivinde bulunan İhsan Sabri Çağlayangil ile söyleşiden bölümler sunarak, Radikal’in kampanyasına katkıda bulunayım.
“Cumhuriyet devrindeki ayaklanmalar başka iş, Dersim harekâtı başka iş. Benim bildiğim ve iştirak ettiğim kadarıyla Dersim, Türkiye’deki Kürtler meselesinin önemli bir parçasıydı... Bunları nasıl asimile edelim ve Cumhuriyet Kürtlere nasıl bir siyaset takip etmelidir davası güdüldü. Ben Malatya Emniyet Müdürü iken Kürt meselesine merak sardım.
Dersim’i merak ettiğimden Dersim’i gezdim 1936, 1937’de. Valiyle otomobile bindik, Elazığ’a gittik. (...) Harekât başlayalı 1-2 ay olmuştu. Abdullah Paşa dedi ki, bu cefereyi kıstırdım. Ekinlerini yaktım, dedi. Uçakla. Mağaralara iltica ettiler, fakat dağlık arazi, dedi...
Biz ertesi gün, iki otomobil ve bir de koruyucu manga, bir de taze ekmek çuvallara doldurulmuş, kafile halinde hareket ettik. Bir yerde yanlışlıkla ateş yedik, o badireyi atlattık... Abdullah Paşa, inmeyin arabadan, bizden evvel insinler dedi. (...) Kürtlerle yapılan anlaşma gereği, iki taraf da aşağıya silahsız inmesi lazımdır. Abdullah Paşa haber yolladı, biz üç kişi ineceğiz, yabancı değil. Biri Malatya Emniyet Müdürüdür, biri Malatya Valisidir, çekinmesinler. Karşılıkla savaş cereyan ediyor... Sonradan 15-20 kişi geldi. Kürt bunlar (...) Abdullah Paşa, meseleyi tekrar düşünmelerini söyledi. Bunlar kabul etmediler. Mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içinden bunları fare gibi zehirledi. Ve yediden yetmişe o Dersim Kürtlerini kestiler. Kanlı bir hareket oldu. (...)”
Çağlayangil, söyleşinin bundan sonraki bölümünde hazır bulunduğu Seyit Rıza’nın idamını anlattıktan sonra şöyle devam ediyor:
“Yanımda Macar Mustafa diye bir polis varmış, asıldıktan sonra sehpada bunun resimlerini çekmiş. Atatürk ertesi gün gelmedi, bir gün sonra geldi (...) Hadi Bey isminde bir jandarma komutanı yaveri vardı Şükrü Kaya’nın. Macar Mustafa, Şükrü Kaya’nın yaverine, ‘Astık herifleri’ diye resimlerini vermiş. O da kahvaltıda Atatürk’e göstermiş. Atatürk, fena halde sinirlenmiş, beni çağırdı. Nedir bu rezalet? dedi. Bütün Kürtleri ayaklandırır bu resim. Herif seyyit. Peygamber sülalesinden, dedi. Öyle sümükleri akmış beyaz sakalıyla, dedi. Git, derhal imha et, dedi. Jandarmadan negatiflerini bul, dedi. Gittik, bulduk jandarmadan negatifleri imha ettik. (...)”
Çağlayangil bunları kime anlatmış biliyor musunuz?
Kemal Kılıçdaroğlu’na!
Kılıçdaroğlu, bütün bunları kimseler bilmezken biliyordu. Başbakan’ın ona dün “Hadi, onurunu kurtar” diye seslenmesi boş yere değil...
Seyit Rıza ya da bölgedeki adıyla Pir Sey Rıza'nın açık doğum tarihi bilinmemekte olup. 1863, Lirtik köyü, Ovacık, Tunceli doğumludur. Asılırken kendi ağzından “75 yaşında” olduğunu söylediğini yazılmaktadır. Dersim ile ilgili bilgi toplamaya başlayan ve 1931 yılında “Derebeyi ve Dersim” adlı kitapçığı yazan N. H. Uluğ ise taa o yıllarda Seyit Rıza’nın “altmış beş yaşlarında” olduğunu yazmaktadır.
Babasının adının Seyit İbrahim olup “babo” (baba) lakabıyla anıldığı, Lirtik mıntıkasında oturduğu, dört oğlundan en küçüğünün Seyit Rıza olduğu bilinmektedir. Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk dönemlerinde Dersim İsyanı'nın liderlerinden olduğu ileri sürüleren Seyit Rıza idam edilen Alevi-Zaza aşiret lideridir.
Dersimlilerin piri olarak bilinir. 1863'te Dersim'in, Ovacık ilçesine bağlı Lirtik köyünde Şeyh Hesenan aşiretinin Yukarı Abbasan kolundan Seyit İbrahim'in çocuğu olarak doğmuştur. Seyit Rıza'nın oğullarının adı Şeyh Hasan, Bıra İbrahim, Rezik Hüseyin'dir. Büyük oğlu Şeyh Hasan 17 Ağustos 1937 tarihinde 30 kişi ile beraber öldürülür.
Seyit Rıza, Abasanlıların "Qeri Sıleman Ocağı"na bağlı bir ailedendir. Bu ocak Abasanlıların ana ocağı olup, Tujik Dağı'na bakar. İlk eğitimini Qeri Sıleman Ocağında gören Seyit Rıza, akıllılığı sayesinde önce ailesinin, daha sonra aşiretinin lideri olacaktır. Ermeni olaylarında genelde Dersimliler özelde ise Seyit Rıza Ermenilere kol-kanat gerer. Hiç kimsenin gönlü bu kardeş halkın zarar görmesinden yana değildir. Nuri Dersimi'nin anılarında yazdığına göre Seyit Rıza "binlerce mazlum Ermeni ailesini" kurtarır.
Rusların işgali dönemi gelip çattığında Seyit Rıza'yı "Batı Dersim Milis Kuvvetleri Komutanı" olarak görürüz. Dersimliler, Rus işgaline karşı Osmanlı hükümeti ile anlaşırlar. En az beş yüz yıldır topraklarını ve özerkliklerini kıskançlıkla koruyan Dersimliler "savunma savaşı"na girerler.
Osmanlı idaresinden aldıkları silah-mühimmatla Ruslara karşı durma karşılığında Dersimlilere "bağımsız çatışma hakkı" tanınır. Böylece Rus işgal güçlerine karşı savaşta Osmanlı ordusunun emrine girmezler.
Ruslara karşı savaşta Pülümür Cephesi Milis Kuvvetleri Komutanı Şair Şah Haydar'dır. Şair Şah Haydar Bey Ruslarla savaşta ölür. Doğu Dersim Milis Kuvvetleri Komutanı ise Hıdır Ağa'dır. Ruslar çekildikten sonra, tüm aşiretlere Osmanlı idaresinden madalya ve hediyeler verilir.
Raporlara hakim dil ise bir katliamın habercisidir. "Dersim asileri", "Dersim eşkıyaları", "Dersimli hırsızlar", "Dersim bir çıbandır" vb. söz ve değerlendirmeler, yapılacak askeri harekâtın göstergesidir.
Seyit Rıza bu dönemde yavaş yavaş Dersim'deki olayların ve asayişsizliğin sorumlusu gösterilerek hedef haline gelir. Raporlarda, hükümete çekilen ihbar dilekçelerinde ismi en başta sayılan kişidir. Bu durumun meydana gelmesinde Ermeni ve Koçgiri olayının etkisi elbette vardır.
Seyit Rıza ise ayrıca ödüllendirilerek Erzincan'da "İl İdaresi Üyeliği"ne atanır. Nitekim, dönemin Erzincan valilerinden Sabit Bey yazdığı bir mektupta -Seyit Rıza ile ilgili olarak- "şimdiye kadar bize din ve namusuyla hizmet etti" der. Kanlı Koçgiri Katliamı başlayınca Ankara'ya tavır alan Seyit Rıza, Koçgiri'den Dersim'e sığınan Alişer, Alişan beyleri ve taraftarlarını himayesine alır. Bu, Ankara ile ilişkilerini gerer.
Ancak Dersim'e düşmanlığın esas nedeni kuşkusuz ki halkın "Alevi-Kızılbaş kimliği"dir. Jandarma Genel Komutanlığı 1930 tarihli "gizli" bir raporunda Yavuz Sultan Selim'in 1514'teki Büyük Alevi Katliamı'nı bile "şükranla" anar.
Seyit Rıza'nın oğlu Bava 1930 başlarında Hozat'a önemli bir devlet yetkilisi ile görüşmeye gider. Bu görüşme (Baba, yanası Hozata gitmiş, Kızılbaşlığın iktidarını almak için) şeklinde üzüntüyle anlatılır.
Dönüşte bir Hızır Orucu günü kurulan pusuda Sin köyünde Rayvero Qop un ve Hozat'taki devlet temsilcsinin teşvikiyle Satoğlu ailesinin bir ferdi tarafından öldürülür. Cinayeti Satoğlu ailesinin çoğunluğu dahi onaylamadığı halde, Seyit Rıza'yı sonsuz bir kinle Sin'e saldırırken görürüz. Mezar taşlarını bile kıran Seyit Rıza, tüm Sin'i yakar ve yıkar. Babanın öcünü tüm aşiretten alır ve çok kötü bir tavır gösterir. Seyit Rıza, Daimi Cengiz'e göre Dersim'in ünlü şairi Sey Qaji'ye "oğlu baba için ağıt yakmasını" ister. Ancak Sey Qaji kabul etmez: "sen Sin'i yaktın, ben senin acına rağmen oğluna ağıt yakamam" der.
H. Şahanoğlu’na göre Seyit Rıza, “Erzincan köprüsünden geçerken” “yakalanmıştır”, hüviyetini saklamasına rağmen, yanında bulunan “dürbünün üzerinde yazılı isminden şüpheye düşen vazifeşinas nöbetçi süngüsünü çekiyor, kendisini karakola davet ediliyor”
Genelkurmay belgelerinde ise, “Seyit Rıza’nın 10 Eylül günü saat 22.00 de, silahsız olarak iki arkadaşı ile birlikte Erzincan Jandarmasına teslim olduğu yazmaktadır.
Elazığ'da bulunan Umumi Müfettişliğe nakledildi ve 15 - 18 Kasım 1937 tarihleri arasında Seyit Rıza ve Halvori gözeleri'nde toplantı yapan 6 kişi idam edildi. Çok sayıda ayaklanmacı değişik hapis cezalarına çarptırıldı.
Seyit Rıza'nın idamı İhsan Sabri Çağlayangil'in anılarından şöyle aktarılmıştır: Seyit Rıza, sehpaları görünce durumu anladı. "Asacaksınız" dedi ve bana döndü: "Sen Ankara'dan beni asmak için mi geldin?" Bakıştık. İlk kez idam edilecek bir insanla yüz yüze geliyordum. Bana güldü. Savcı, namaz kılıp kılmayacağını sordu. İstemedi...
Seyit Rıza'ya son sözü soruldu. "Kırk liram ve saatim var. Oğluma verirsiniz" dedi... Seyit Rıza'yı meydana çıkardık. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama Seyit Rıza, meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa hitap etti. Evlâdı Kerbelayıh. (Kerbela soyundanız) Bi hatayıh (günahsızız). Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir dedi. Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap rap yürüdü. Çingeneyi itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağı ile tekme vurdu, infazını gerçekleştirdi... Seyit Rıza asılırken ileride oğlunun da sesi geliyordu: "Kulun kölen olam. Sığırtmacın olam. Gençliğime acıyın, öldürmeyin beni!"
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın dün Dersim hakkında açıkladığı 4 belgede Dersim ile ilgili alınan kararlar ve bölgeye yapılan harekatın sonuçları yer alıyor.
Erdoğan'ın dün açıkladığı belgeler, Jandarma Umum Komutanlığınca hazırlanan Dersim Raporu, 1935'te çıkarılan Tunceli Vilayetlerinin İdaresi Hakkında Kanun, İçişleri Bakanlığınca hazırlanan Tunceli'de 1936'dan itibaren yürütülen harekatın neticesine dair rapor, icraatın neticesini gösterir cetvel ve Tunceli'den 11 bin 683 kişinin sürüldüğünü belirten, 2 bin kişinin daha sürülmesini karara bağlayan Bakanlar Kurulu kararından oluşuyor.
Dersim ile ilgili ilk belge; Jandarma Umum Komutanlığınca hazırlanan Dersim Raporu. Sadece 100 adet basılan ve ''Gizli ve zata mahsustur'' damgalı raporda, özellikle Şeyh Sait İsyanı'nın ardından diğer Doğu illeri ile beraber Dersim'in de önemle dikkate alındığı belirtiliyor.
''Dersim gittikçe Kürtleşiyor, mefkureleşiyor, tehlike büyüyor. Seyit Rıza'nın hükümete karşı takındığı vaziyetten kendisine husumetleri hasabile müteessir olan bazı aşairin hissiyatının da istifadeye çalışılacaktır.
Dersim, Hükümeti Cumhuriye için bir çibandır. Bu çiban üzerinde kat'i bir ameliye yapmak ve ihtimalatı elimeyi önlemek, selameti memleket namına farzı ayindir.
Son derece zeki, kurnaz ve dessas olan bu halk. Hükümetin naif veya kuvvetli bulunduğuna göre mütcaviz veya mutavaatkardır...''
1935'te çıkarılan ''Tunceli Vilayetlerinin İdaresi Hakkında Kanun'' belgesinde ise ilin mülki ve askeri yönetimiyle ilgili esaslar yer alıyor.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Dersim hakkında açıkladığı belgelerde, Dersim bölgesinde yapılan operasyonlarda toplamda 13 bin 806 kişinin hayatını kaybettiği bilgisi yer alıyor.
Dersim ile ilgili üçüncü belge, 2 Kasım 1939 yılında dönemin Dahiliye Vekili Faik Öztrak imzasıyla Jandarma Umum Komutanlığı Başvekalet Yüksek Makamına gönderilen belge. Belgede, Tunceli Kanunu'nun uygulanmasından o güne kadar Dersim bölgesinde yapılan harekatların raporu yer alıyor. Buna göre; 1937 yılında yapılan harekatta 262, 1938 yılında yapılan harekatta 13 bin 160 ve 1939 yılında yapılan harekatta 384, toplamda 13 bin 806 kişinin hayatını kaybettiği bilgisi yer alıyor. Bu üç yılda yapılan harekatlarda toplam 2 bin 967 kişinin sağ olarak yakalandığı, 4 bin 616 kişinin teslim olduğu bilgisi yer alıyor. Harekatlarda ayrıca toplam 199 askerin şehit olduğu, 354 askerin yaralandığı ve toplam 6 bin 117 silahın ele geçirildiği bildiriliyor.
Dersim ile ilgili bir diğer belge, 23 Aralık 1938 tarihli kararname. Kararnamede Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Başbakan Celal Bayar ve Nafia Vekili Ali Çetinkaya'nın imzaları bulunuyor.
Kararnamede, Tunceli'den batıya nakledilen yaklaşık 12 bin kişinin durumu ele alınarak, 11 bin 683 kişinin sevkinin ve iskanlarının sağlandığı, geriye kalan 514 kişi ile dağlarda ve mağaralarda saklananlarla birlikte 2 bin kişinin de bu kararname ile sevk ve iskanlarının onandığı bilgisi yer alıyor.
Dersim ile ilgili son belge ise dönemin Dahiliye Vekili Şükrü Kaya'nın 27 Eylül 1938 tarihinde Jandarma Genel Komutanlığına gönderdiği, ''Dersim operasyonunun ardından, bugün Batman'a bağlı Sason ilçesinde yapılan harekatın neticelerini ifade eden belge''.
Belgede, kanun ve nizamlara karşı koyan, 1934 yılında sayım yoklaması yaptırmayan, Kaymakam Vekili Kemal'i şehit eden ve ilçe müftüsünü yaralayan, fiilen isyan durumunda olduğu ileri sürülen Sason halkının tamamının Batı illerine nakil ve iskanının yapıldığı belirtilirken, 1935 yılından o tarihe kadar yapılan operasyonlarda 834 kişinin ölü olarak ele geçirildiği bildiriliyor. Çatışmalarda 80 askerin şehit olduğu, 106 askerin de yaralandığı bilgisi de belgede yer alıyor.