ANKARA (İHA) - AK Parti Genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin TBMM Grubu'nda yaptığı konuşmasının önemli bir bölümünü AB ülkelerine yaptığı ziyaretlere ve Kopenhag Zirvesi'ne ayırdı.
Konuşmasına, "Hepimizin bildiği gibi Türkiye, Avrupa kıtasının ayrılmaz bir parçasıdır" diyerek başlayan Erdoğan, bunun bugün ortaya çıkmış bir gerçek olmadığına da işaret etti. Erdoğan, "Mirasçısı olduğumuz Osmanlı İmparatorluğu da Avrupa'nın ayrılmaz bir parçası ve Avrupa dengelerinin çok önemli bir unsuruydu. Nitekim, Avrupalıların, çöküş dönemlerinde Osmanlı İmparatorluğu için Asya'nın değil, 'Avrupa'nın hasta adamı' demesi de bu gerçekten kaynaklanmaktaydı. Cumhuriyetimiz de temelinde bir Avrupa projesidir. Benimsemiş olduğumuz temel değerler, Avrupa birliğinin değerleri ile örtüşmektedir. Çağdaş uygarlıkların üzerine çıkma ülküsü hep bu değerler temelinde ifade edilmiştir. Zaten o yüzden, Türkiye'ye döner dönmez yaptığım konuşmada, Kopenhag Kriterlerinin ithal değerler olmadığını söyledim. 'Bunlar bizim Cumhuriyetçi değerlerimizin mantıki sonuçlarıdır' dedim" diye konuştu.
"İşte bu nedenledir ki, Türkiye Cumhuriyeti daha kuruluşunun ilk yıllarından itibaren Avrupa'daki tüm entegrasyon projelerinin içinde yer almıştır" diyen Erdoğan, şu ifadelere yer verdi: "Avrupa Konseyinin kurucu üyesi olmamız, özellikle demokratik Avrupa'nın savunmasını gerçekleştirmek için kurulmuş bulunan NATO'ya üyeliğimiz, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) içindeki konumumuz, Cumhuriyetimiz'in süreklilik taşıyan temel tercihini ortaya koymaktadır. O nedenle, bütün Avrupa liderlerine, 'Demokrasi ve özgürlük temelinde NATO çerçevesinde beraber ölmeyi göze aldığımız ulusların, bugün daha çok demokrasi ve daha çok özgürlük temelinde AB çerçevesinde beraber yaşama projesinden bizi dışlamalarının doğru olmayacağını' söyledim. Tarihinde iki dünya savaşına sahne teşkil etmiş, ırk, mezhep ve milli çıkar uyuşmazlıkları sebebiyle dünyanın en kanlı savaşlarını yapmış Avrupa kıtasının demokratik ve katılımcı bir anlayışla bütünleşmesi hep bir ideal olarak var olagelmiştir. Ancak İkinci Dünya Savaşından sonra yaşama geçirilebilen bu projeye Türkiye olarak daha ilk günden ilgi duyduk. Başka seçenekler varken, o zamanki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu ile ilişki kuran ilk devletler arasında yer aldık. 1963 Ankara anlaşmasıyla da son tahlilde üyeliği hedefleyen bir ortaklık anlaşması yaptık. Buna bağlı olarak da kademeli bir biçimde işbirliğine yöneldik. 1976 yılında Yunanistan üyelik başvurusunda bulunurken, biz böyle bir adımı atmaktan kaçındık. 1987 yılında, Avrupa birliğine üyelik başvurusunda bulunduk. Bu başvurumuz yanıtsız kaldı. 1997 yılında diğer 6 ülke ile müzakerelere başlama kararı alınırken Türkiye için adaylık taahhüdüne dahi girilmedi. adaylığımızın kabulü ancak aralık 1999 Helsinki Zirvesi'nde gerçekleşti. ve bunun hemen arkasından Türkiye için bir yol haritası çizildi".
57. HÜKÜMETE ELEŞTİRİ Erdoğan, 57. Hükümeti de eleştirdiği konuşmasında şu ifadelere yer verdi: "Bizden önceki 57. Hükümet, katılım ortaklığı belgesini de dikkate alarak bir Ulusal Program hazırladı. Ulusal Program'ın uygulanmasında koalisyon hükümetinin ciddi sıkıntıları hepimizin malumudur. Bu sıkıntılar siyasi kriterlere uyum çalışmalarını tıkanma noktasına getirmiş ve ancak seçim kararı alındıktan sonra AK Partinin büyük desteğiyle 3 Ağustos reform paketi kabul edilebilmiştir. Bizim bu politikamızın esası temel bir inançtan kaynaklanmaktadır. Biz halkımızın refah ve mutluluğunun ancak demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygılı bir ortam içinde sağlanabileceğine inanıyoruz. Türkiye'nin yoksulluğu bir tesadüf değildir. Bütün milletler ileri gider, milli gelirlerini artırır ve vatandaşlarına daha çağdaş yaşam koşulları sağlarken bizim değil yerinde saymamız, zaten kısıtlı olan gelirimizi yarı yarıya kaybetmemiz ve bir gecede daha da fakirleşmemiz bir kader değildir. Bu, halktan kopuk, vatandaşının derdine duyarsız, demokrasiyi, insan haklarını ve hukuku adeta bir süs malzemesi sayan, toplumsal enerjiyi harekete geçiremeyen bir yönetim şeklinin ve anlayışının sonucudur".
AB'YE VERİLEN MESAJ
Erdoğan, açıklamalarında, Avrupa'ya hangi mesajın verildiğini de şu sözlerle açıkladı: "Hükümet sorumluluğunu üstlenmeden hemen önce bütün dünyaya çok açık bir mesaj verdik. 'Biz daha önce yapılan siyasi ve ekonomik reformları sadece benimsemekle kalmayacağız, bunları en ileri aşamaya kararlılıkla getireceğiz' dedik. Ben bunu, 'Kopenhag Kriterlerini Ankara Kriterleri yapacağız' diye formüle ettim. Bu çerçevede, Anayasamızı, Ulusal Program ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ışığında süratle gözden geçireceğimizi, insanlık suçu olarak addettiğimiz işkenceye sıfır tolerans göstereceğimizi, düşünce ve ifade özgürlüğü önündeki tüm engelleri ortadan aldıracağımızı, vatandaşımız olan gayri müslim azınlıkların mal varlıkları ile ilgili şikayetleri gidereceğimizi ve Türkiye'nin gerçekten bir hukuk devleti olması yolunda kararlı adımlar atacağımızı ifade ettik. Bunlar benim kişisel görüşlerim değil, partimizin halkımıza taahhütleridir. Biz, bunlar da dahil olmak üzere, tüm taahhütlerimizle halkımızın güven ve sevgisini kazandık".
"KOPENHAG BAŞARILI"
Erdoğan açıklamasında, Kopenhag Zirvesi'nin başarılı olduğunun altını da çizerek, "Kopenhag Zirvesi'nin Türkiye için kritik bir zirve olacağını biliyorduk. Bu nedenle seçim dolayısıyla gidemediğimiz Avusturya haricinde 14 Avrupa Birliği başkentini ve Brüksel'i ziyaret ettik. Yoğun bir temas ve diplomasi trafiği yaşadık. Burada belirtmeliyim ki, bu temaslarımıza sivil toplum örgütlerimiz ve medyamız da çok büyük bir destek verdi. Bu şekilde bir ulusal tavır ortaya koyduk. Bütün bu girişimlerimiz sırasında şu görüşleri dile getirdik. Türkiye'ye Helsinki zirvesinde bir adaylık statüsü verilmiş ve bir yol haritası ortaya çıkmıştır. Ancak, bu statü ve harita, güven vermeyen ve hem Avrupa Birliği ülkelerinde, hem de Türkiye de inandırıcılığı tartışılan bir haritadır. Türk halkının büyük bir çoğunluğu neredeyse yüzde 80'i, Avrupa Birliği'ne üyeliği desteklemektedir. Ancak halkımızın gene yüzde 60'a varan bir çoğunluğu, Avrupa Birliği'nin Türkiye'nin üyeliği konusunda pek samimi olmadığını ve Türkiye tüm kriterleri yerine getirse dahi Avrupa Birliği'ne giremeyeceğini düşünmektedir.
Öte yandan, Avrupanın bazı etkin siyasi şahsiyetleri Türkiye'nin üyeliğini sorgulamakta, hatta daha da ileri giderek Avrupaya ait olmadığını söylemektedir. Böyle bir ortam içinde üyelik sürecini sürdürmek mümkün değildir. Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri ve üyelik süreci mutlaka geriye dönüşü mümkün olmayan somut bir taahhüde ve takvime bağlanmalıdır görüşünü savunduk. 'Ancak bu şekilde hem Türkiye' deki hem Avrupa Birliği kamuoyundaki tereddütler giderilebilir' dedik Bizim dile getirdiğimiz bir başka tezimiz de şu olmuştur: Avrupa Birliği'ne üyelik yolunda, kimseden istisnai bir muamele istemiyoruz. Bizim özel şartlarımız vardır dolayısıyla demokrasimiz, insan haklarına riayetimiz, hukuka bağlılığımız hep eksik kalacaktır, siz bu eksiklikleri görmezlikten gelerek bizimle müzakerelere başlayın şeklinde bir yaklaşımı asla benimsemedik. Tam tersine Türkiye'nin Kopenhag siyasi kriterlerini tam olarak yerine getirme iradesinin bulunduğunu, halkımıza bu sözü vererek seçildiğimizi ve şimdi bunları gerçekleştirecek siyasi iradeye sahip olduğumuzu çok açık bir dille anlattık. Bu görüşmelerde Kopenhag siyasi kriterlerinin uygulanması bağlamında benim siyasi durumum da hep gündeme geldi. Muhataplarım beni örnek göstererek Türkiye'de yasal değişikliklerin yeterli olmadığını, bunların uygulamaya tam olarak yansıtılması gerektiğini ısrarla ifade ettiler. Bu konuda kendilerine cevabım da çok açık ve net olmuştur: 'Biz Kopenhag siyasi kriterlerini ülkemizde tam olarak uygulanmamasının mağduruyuz. Bu mağduriyeti de kişisel bir eziklik olarak değil, toplumsal bir dönüşümün fırsatı olarak görüyoruz' dedik" ifadelerini kullandı.
ÜYELİK MÜZAKERE TARİHİ "Avrupa Birliği uzlaşma ile hareket etmektedir" diyen Erdoğan, şöyle konuştu: "Zirveye gitmeden önce de saptadığımız gibi birlik içinde Türkiye'nin Avrupa Birliğine üyeliğine çok kuşkuyla bakanlar olduğu gibi, bu sürecin makul bir zaman içinde tamamlanmasını arzulayanlar da bulunmaktaydı. Bazı üyeler kendi kamuoylarının ve iç siyasi gelişmelerinin de etkisiyle bu aşamada Türkiye ile açık bir angajmana girilmesine hazır değillerdi. Bu çerçevede bizim çok ısrarlı girişimlerimiz sonucunda ortaya bir Alman-Fransız uzlaşı modeli çıktı. Bu uzlaşı formülünde sarih bir tarih yer almamaktaydı. Bu formülde yer alan '2005 yılı temmuz ayından itibaren' ibaresi daha ziyade Türkiye ile üyelik müzakerelerinin ele alınıp, değerlendirileceği bir randevu tarihi niteliğindeydi. Biz bunu kabul etmedik Zirve öncesinde ve zirve sırasında Danimarka dönem başkanlığı ve üye ülkeler devlet ve hükümet başkanları ile yürüttüğümüz yoğun temas ve girişimler sonucunda zirve sonuç bildirisinde Türkiye'ye ilişkin olarak alınan karar şu şekilde çıkmıştır: Aralık 2004'te eğer Avrupa Birliği Konseyi, AB komisyonunun rapor ve tavsiyesi temelinde Türkiye'nin Kopenhag siyasi kriterlerini yerine getirdiği sonucuna ulaşırsa Avrupa Birliği, Türkiye ile katılım müzakerelerini gecikmeksizin açacaktır. Bu sarih bir karardır. Bu bir randevu tarihi değil, müzakerelere başlama tarihidir. Müzakerelerin başlatılması için Türkiye'nin Kopenhag siyasi kriterlerini yerine getirmesi keyfiyeti bizim için esasen bilinen ve bir yenilik taşımayan bir koşuldur. Biz de zaten kimseden Kopenhag siyasi kriterlerini yerine getirmeden bizimle üyelik müzakerelerini başlatın şeklinde bir talepte bulunmadık. Böyle bir talebi her şeyden önce kendimize ve halkımıza karşı bir saygısızlık ve güvensizlik olarak görürüz. Bu çerçevede bakıldığında, bu karar Türkiye için önemli bir başarıdır. Biz bu başarıyı milletimizin başarısı olarak görüyoruz. Şahsen ben bu karardan sonra herkesten önce milletimize tebriklerimi arz ettim. Benim bu yaklaşımım, bu tip milli başarılardan dolayı kendimize değil, milletimize paye çıkarma önceliğimden ileri gelmektedir. O nedenle, hiç kimse, zirveden çıkan kararı, siyasi mülahazalarla başarısız göstermeye kalkmasın. Bu kararı başarısız göstermeye çalışmak, sadece dar siyasi mülahazayla hareket etmek demektir. Biz hiç kuşkusuz müzakerelerin aralık 2004'de değil, daha önce başlamasını tercih ederdik. Bu sonuç Türkiye açısından kendi kendimize koyduğumuz yüksek çıtanın bir alt basamağı olmakla birlikte, Türkiye Avrupa birliği ilişkileri açısından yeni ve önemli bir kazanım teşkil etmiştir. Bu şekilde Türkiye Avrupa birliği ilişkileri üyelik doğrultusunda bir raya girmiş, belirsizlikler ortadan kalkmış ve yeni bir aşamaya geçilmiştir. Biz zirvede alınan bu kararı Türkiye'nin hak ettiği çok olumlu bir gelişme olarak değerlendiriyor, ancak tüm abartılı söylemlerden dikkatle kaçınıyoruz. Bunu partimizin değil, Türkiye'nin ve milletimizin başarısı olarak görüyor ve birlik ve dayanışma içinde üyelik hedefine ulaşacağımıza inanıyoruz. Önümüzdeki 1-1.5 yıllık süre aslında, Türkiye'nin müzakerelere hazırlanması bakımından fevkalade kritik bir dönemdir. Burada mesele sadece Kopenhag siyasi kriterleri değildir, Türkiye ekonomisi Maastricht kriterlerini de yakalamak mecburiyetindedir. Enerjiden ulaştırmaya, tarımdan, sanayi ve çevreye kadar günlük yaşamımızın her alanında AB normlarını benimsemek durumundayız. Gelecek yıl komisyon diğer adaylara yaptığı gibi Türkiye için yeni bir katılım ortaklığı belgesi hazırlayacaktır. Bu metne karşılık olarak tarafımızdan da, ulusal program gözden geçirilerek yeniden yazılacaktır. Böylece önümüzdeki dönemin yol haritası, bugüne kadar yaptıklarımız ışığında çizilmiş olacaktır. AB normlarına uyum soyut bir hedef değildir. İnsanımızın yaşam kalitesini ve seviyesini birebir ilgilendiren, adeta olmazsa olmaz kurallar dizisidir. Türkiye ancak bu kriterleri benimsediği ve özümsediği ölçüde, gerçekten gelişmiş ve çağdaş bir ülke haline gelir".
"KIBRIS'TA ÇÖZÜM İSTİYORUZ"
AK Parti lideri Erdoğan Kıbrıs ile ilgili ise şu ifadeleri kullandı: "Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri'nin özel temsilcisi, bu konudaki müzakerelerin zirveden sonra da, 28 şubat 2003'e kadar sürdürüleceğini ve bu görüşmelerden olumlu sonuçlar alınmasının beklediğini vurgulayan bir açıklama yapmnıştır. Türkiye olarak, bu görüşmelerin devamında biz de yarar görüyoruz. Bu durumu açıklamış bulunuyorum. Görüşmelerin, adanın gerçeklerini esas alan adil ve kalıcı bir sonuçla tamamlanmasının diliyoruz. Kıbrıs sorununun zirveye kadar sonuçlanması mümkün olmadığı için Avrupa birliği, fiilen Kıbrıs'ın bir bölümünü üye olarak kabul etmeye karar vermiştir. Şayet 28 şubat 2003'e kadar Birleşmiş Milletler gözetimindeki görüşmeler olumlu bir şekilde sonuçlanırsa, 16 Nisan 2003 tarihinde Atina'da yapılacak AB zirvesi sırasında imzalanacak katılım anlaşmasında Kıbrıs'ta kurulacak yeni yapı bir bütün halinde Avrupa Birliğine kabul edilecektir. Aksi takdirde fiilen adanın sadece bir bölümü Avrupa Birliğine katılmış olacaktır. Bu durum ise Ada'daki bölünmenin uzun süre devam etmesi sonucunu doğuracaktır. Rum tarafının da bu gerçeğin bilincinde olması gerekir. Biz, ne çözümsüzlükten yanayız, ne de "ver kurtul" politikasından yanayız. Çözümsüzlüğün siyasi güçsüzlük olduğunu söylüyoruz. Ama "ver kurtul" politikası da siyasi yeteneksizliktir. Bu ikisine de mahkum değiliz. Üçüncü bir yol vardır. O yol da; Ada gerçeklerine dayanan, dünya ile entegrasyonu gözeten Ve Kıbrıs Türk toplumunun varoluş davasına da hizmet eden bir çözümdür Bunun peşindeyiz, peşinde olmaya kararlılıkla devam edeceğiz".
"ÜSLUBUM YERİNE GÖRE SERT"
AK Parti lideri konuşmasının son bölümünde kendi üslubunu eleştirenlere de, "Ben sert ya da yumuşak bir üslubu durduk yerde tercih etmiyorum. Benim için en önemli şey, tezlerimizi doğru anlatmak ve milli çıkarlarımızı kararlılıkla korumaktır. Ben tezlerimizi anlatmak ve milli menfaatlerimizi korumak için en makul üslubu tercih ediyorum. Fakat muhataplarım ülkeme karşı çifte standart geliştirmeye kalkarlarsa veya milli menfaatlerimizi göz ardı ederlerse, tabii ki üslubum sertleşecektir. Çünkü milletimin benden beklentisi budur" dedi.